Arkaplan Rüzgârların esmediği topraklarda mı yaşamak daha caziptir; yoksa yel değirmenlerinin döndüğü coğrafyalarda mı? Herkes, gerek iklim şartlarının avantajları açısından, gerekse yel değirmenleri aracılığıyla sağlanan gıda maddelerinden istifade etme imkânları nedeniyle “rüzgârlı” alanları seçecektir. Bugün de dünyada bir rüzgâr, Tunus’tan başlayarak çölleri ve dağları aşarak farklı coğrafyalara uzanmaktadır. Bu rüzgâr, tutuşmaya yakın ama bir türlü […]
Arkaplan
Rüzgârların esmediği topraklarda mı yaşamak daha caziptir; yoksa yel değirmenlerinin döndüğü coğrafyalarda mı? Herkes, gerek iklim şartlarının avantajları açısından, gerekse yel değirmenleri aracılığıyla sağlanan gıda maddelerinden istifade etme imkânları nedeniyle “rüzgârlı” alanları seçecektir. Bugün de dünyada bir rüzgâr, Tunus’tan başlayarak çölleri ve dağları aşarak farklı coğrafyalara uzanmaktadır. Bu rüzgâr, tutuşmaya yakın ama bir türlü kuvvetlenemeyen ateşi harlamaya yardımcı olmaktadır. Kimi yerlerdeyse bir yerdeki ateşi, başka şehirlere taşımaktadır. Rüzgâr ve ateş birleşince, yanıcı pek çok madde tutuşmaktadır. Ateş kimi yerlerde söner gibi olsa bile derinlerde bir köz içten içe yanmakta; başka bir rüzgârda da yeniden canlanmayı beklemektedir.
Tunus’tan başlayarak kademeli olarak ilerleyen; farklı nedenleri olmasına karşın Avrupa ülkelerinden bazılarında başlayan; İsrail’de uzunca zamandır biriktirilmiş potansiyeli açığa çıkaran isyan rüzgarı, kitleleri seferber etmektedir. Saydığımız bölgelerin ve ülkelerin -özellikle Kuzey Afrika ve Ortadoğu coğrafyası göz önünde bulundurulduğunda- kesiştiği nokta, ekonomik parametrelerin ve işsizlik olgusunun yaşam standartlarını tehdit etmesi ve ciddi bir şekilde kritik eşiği aşmasıdır. İlaveten, anti-demokratik siyasal atmosferin ve kurumların kitleleri epeydir mevcut toplumsal konumlarına çakılı hale getirmesinden de söz edilebilir; bu ise geleceksizlik algısına çıkışsızlığın dahil edilmesi demektir; üstelik bunun üstüne bir de yönetim sistemlerindeki deformasyonun baskıcılıkla birleştiği zaman ortaya çıkarttığı boğuculuk eklenmiştir. Gelecekleri çalınan, kapana kısılan, sürekli taciz edilen mülksüz kitlelerin isyanlarına tanıklık etmekteyiz.
İsyanların ve isyancıların nesnel profili
Böyle bir profil betimlerken yanıtı verilecek soru şudur: Toplumsal formasyonların tarihsel olarak kazandığı kültürel, siyasal, ekonomik ve ideolojik karakterler, isyan süreçlerine nasıl yansır. Ekonomik rahatsızlıkların nesnel faktörleri, işsizlik olgusu, gelir seviyesindeki düşüklüğün yaşam standartlarını standartsızlaştırması ve buna paralel, gıda temini boyutunda yaşanan krizlerdir. Bu faktörlerin yıllara yayılarak kronikleşmesi, kitleleri ne kadar pasifleştirse de, “mezar-kazıcıların” oluşturulmasına da imkân vermiştir. Parantez açarsak, süreci değerlendirirken sömüren ve sömürülenler arasındaki ilişkinin ardışık tarihi biçimlerini, dönemselleştirmemiz bir zorunluluktur (Gramsci, 2010). Böylelikle mezar-kazıcılarının sömürü ilişkisinde aktif ve pasif rıza versiyonlarını nasıl kaybettiğini; nasıl “isyan” ettiklerini görebiliriz (Mandel, 2008; Anderson, 2007).[1]
Aidiyet kodlarının yitimi
Yansıma sürecinde öne çıkan diğer faktör, sınıfsal yapıdaki aidiyet kodlarının olumsuz şekilde dönüşmesi sonucunda kitleler üzerinde yarattığı etkilerdir. Sosyal-psikolojiyi ilgilendiren bu detay önemlidir. Tunus’ta mesleğini icra edemeyen -ettiği zaman orta-sınıf refleksleriyle hareket edecek olan- bir öğretmenin kıvılcım verdiği olaylar, genç-diplomalı işsizliğin hâkim işleyişe karşı tepkilerinin doğmasına neden olmuştu. Mısır’da başlayan ayaklanmaların çıkış aşamasında rol oynayan grupları iletişim teknolojilerini kullanarak organize eden ve bu kanallar vasıtasıyla dünyaya duyuranların diplomalı işsiz-üniversiteli öğrencilerden oluşması tesadüfî değildi. Farklı bir enleme uzandığımızda İspanya’da “öfkeliler”in protesto gösterilerini başlatan, “kendilerine ebeveynlerinden daha kötü yaşam koşulları” içinde yaşayacaklarının, pek çok kazanılmış hakkın erozyona uğrayacağının ilan edilmesiydi. Yunanistan için ayaklanma durumu kanıksanma noktasına gelmiş olsa bile, kemer-sıkma politikaları, kitlelerin temel ihtiyaçlarını karşılayamamasına ve kamusal hizmetlerin yürütülmesinin askıya alınmasına yol açmaktaydı. Bu iki ülkede sokağı siyasallaştıran ve başka coğrafyalardaki isyan dalgalarına “selam” ederek “enternasyonalist” karakter kazandırmaya çalışanların çoğunluğu gençlerden ve eğitimlilerden oluşmaktadır. İsrail’e göz attığımızda yüzbinleri sokağa döken ve sokağı yaşam alanı haline getirmeye iten başlıca etkenin, kamu maliyesindeki bozukluklar ve emlak piyasasının kitleler üzerinde yarattığı tahribat olduğunu görüyoruz. Eylemliliklere katılanların büyük çoğunluğu, eğitimli orta sınıf mensuplarından oluşmaktadır.[2]
Coğrafik özelliklerin, mekânların ve üretim ilişkilerinin özgül karakterlerinin kitleler üzerinde yarattığı farklılıklara karşın, sınıfsal düzeyde kitlelerin sınıfla kurduğu aidiyetin temel parametrelerinin aynı olduğunu görebiliriz. Yukarıdaki örneklerde protestoları düzenleyenler, siyasallaşmış aktivistler veya “sıradanlardır”[3]. Sıradanlar yani apolitik kimliği ile veya anaakım siyaset içerisinde resmi-ideoloji aracılığıyla konumlanan kitleler, protestoların ivme kazanmasını da sağlayanlardır. Dikkat edilmesi gereken, kriz koşuluna ne zaman sıradanlar katılırsa, kenarda bekleyen siyasal kadroların da dâhil olduğudur. Bunun en çarpıcı örneği, Mısır’da yaşanmıştır. Ancak odak noktası, ister sırandanlar ister aktivistler olsun, eylemlilikleri tetikleyen toplumsal ve ekonomik rahatsızlıkların sınıf kompozisyonundaki sınıfsal aidiyet bağlarını sağlayan maddi kanalları kopardığı anda ortaya çıkması olmalıdır. Örneğin, Tunus’ta bir öğretmen adayının mesleğini icra edememesi, sınıfsal olduğu kadar toplumsal statüsünde kayıplara yol açmıştır. Gerçekte kişinin/kitlelerin sınıfsal aidiyet korelasyonunda yaşadığı ve kapitalist üretim ilişkilerinden kaynaklanan “dışlama” durumu, sömürünün bilgisine vakıf olmayanlar için “toplumsal prestij” başlığında okunmaktadır. Bu doğal okuma, kişinin/kitlelerin bulunduğu toplumsal konumu yeniden gözden geçirmeye iterek ya sisteme eklemlenmeye ya da sistemi kendi lehine değiştirme arzusunun oluşumuna sevk eder. Her iki durum, farklı coğrafyalarda veya orta-sınıf kategorisinde değerlendirilen farklı meslek grupları için geçerlidir. İsyan rüzgarlarının sıçradığı coğrafyada eylemlilikleri çekenlerin bu kategoriye dahil olmaları bu sebeplerden ötürüdür. Tabii ki bıçağın kemiğe dayandığı toplumsal sınıfların isyan sürecine katılması konunun dışında, farklı bir toposta, düşünülmemektedir.
Hareketli kıtlık
Uzamsal farklılıklara karşın, isyanların ülkelerdeki zamansal örtüşmelerinde başlıca faktör, -malumunuz- sermaye piyasalarındaki krizdir. Krizin sonuçlarını ve etkilerini sınıfa doğru izdüşümünü çıkardığımızda şu sonuç çıkar: Emeği terbiye politikaları, efektif talepte açık yaratmaktadır. “Ücretler yükselmezken ürünlerin nasıl satılacağı” sorusu önem kazanır. Bunun dolaylı sonucu borç ekonomisinin yaratılması olacaktır: Hane halkı giderek daha fazla borçlu hale gelir. Borcu idare etmeye başlayacak finansal kuruluşlar yaratılarak, mali güç sorunu aşılmaya çalışılır (Harvey, 2010). Bu durum talep problemiyle ilgilidir. Ayrıca kar azalma olgusu olarak ortaya çıkan düşük tüketim sorunu da önemlidir. Borç ekonomisinin yaratılması için herkese kredi kartı verilmesi uygulamaları bile istenilen piyasa sirkülasyonunu yaratmamıştır. “Kredi kıtlığı” şeklinde cisimleşen bu durum bir sonraki aşamada “emek piyasasında kıtlık” haline de bürünebilir. Mevcut durum, hareketli kıtlık durumudur (Harvey, 2010). Mar
x’ın sınırlar ve engellerden bahsettiği Grundrisse‘de söz ettiği, dinamik bir sistem olarak sermayenin gelişimi önündeki sınırları aşmak için çeşitli yollara başvurması arasında krizlerin kendisi de bulunmaktadır. “Kriz masalarının” oluşması bunun ifadesidir. Sisteme özgü bu hastalığın, yine sisteme canlandırma kazandıran boyutları da vardır.
Gayriiradî bir aşama olan söz konusu canlandırma aşamasında işçilerin eline, sınıfla kurduğu aidiyet bağlarını gözden geçirmek için pek çok imkân geçer. Bu konu, devletin ideolojik aygıtlarından edimsel çelişki kavramlarına kadar uzanan farklı bir teorik tartışmayı gerekmektedir. Lakin ülkelerdeki isyan koşullarını sadece isyancıların kontrolündeymiş gibi okumak belirli indirgemelere yol açacaktır. Sonuçta protesto gösterilerinin arkasında yatan doğrudan ekonomik boyutta yoksullaşma, sosyal güvenlik ve siyasal temsil boyutunda yoksunlaşma ile belirli bir bilinç sorgulaması etkenleri bulunmaktadır.
Eski ontolojik şemalar ve sonuçlar
Özellikle isyancıları değerlendirirken, kendinde-sınıf/kendi-için sınıf gibi şematik değerlendirmelere tutmak, bundan da önce ve önemlisi, sınıfı kendinden menkul bir oluşum gibi görmek, isyan dalgasına yapılacak haksızlıkları doğurmaktadır. İlkin, özneler nesnelliklerden sonra varolur. Sınıf da sınıf mücadelesi içerisinde şekillenir; rüştünü ispatlar; eylemliliğe geçer; koşullara göre stratejik hesaplamalarda bulunarak örgütlenir ya da bilinçsizce topaklanır; sonuçlar elde etmeye çalışır veya çalışmaz. Her halükarda mücadele kapasitesi dediğimiz direniş biçimleri, sınıfa içseldir. Kendinde-kendi için ayrımlarını yaptığımız anda sınıfın bilinçlenme aşamalarını ve mücadele kapasitelerini, sınıfın dışında konumlandırırız (Özuğurlu, 2005) ve bir tür Mesih bekler gibi “öncünün” gelmesini bekleriz.
Diğer taraftan, Onbirinci Tez’e uyarlayarak sınıfı, fabrika ve organize sanayi içinde okumakta ısrar eden, üretken emek kategorisiyle değerlendiren ve işsizler başta olmak üzere enformel sektör mensuplarını sınıfın dışında tutan okumalar handikap yüklüdür. Manifesto’ya sadık kalarak sınıfı tanımlayan sömürü ve üretim araçları mülkiyetine sahip olma kriterlerini göz önünde bulundurunca Guglielmo Carchedi, Eric Olin Wright, Alex Callinicos veya Nicos Poulantzas’ın sınıf kuramları olsun, sınıfın temel tanıtlayıcıları değişmemektedir. Bu bağlamda isyanları, özellikle İngiltere’deki sıcak gelişmeleri kendi özgüllüğü içinde düşününce, sınıfın sokakta olduğunu anlamak için üstlerinde tulum, ellerinde çekiç veya iş aletleriyle gezmeleri gerememektedir. Bu sebepten ötürü, protestocuları sınıf dışındaki sıfatlarla ve statülerle kodlamak “kendinde” çabalardır; onlar kendilerini öyle bile adlandırıyor olsalar da. Marx’ın dediği gibi, “kişinin kendi hakkında ne düşündüğünün önemi yoktur”!
dipnot:
[1]. Bu konu, Ernest Mandel tarafından Geç Kapitalizm’de savladığı burjuva kapitalist ideolojinin çağdaş biçiminin teknolojik akılcılık ve uzmanlar kültü görüşü çerçevesinde ele alınmıştır. Sisteme kitlelerden sağlanan rızanın özü, laiklikte ve teknolojik akılcılıkta aranmaktadır. Perry Anderson bu duruma itiraz ederek, sınıf egemenliğinin temel işleyişin belirli bir karakteri olduğunu ancak kapitalist formasyonlardaki rıza temininin önceki dönemlerden farklı olarak özgül nitelikler taşıdığını belirtmektedir. Mandel’in saptamalarını hatalı kavrama olarak değerlendirmektedir.
[2]. Olaylarla ilgili bazı detay haberler için: http://daviddegraw.org/2011/08/decentralized-global-rebellion-our-answer-to-privatization-revolution/ — http://evrensel.net/news.php?id=6704&sms_ss=facebook&at_xt=4ddf74c5e5dd00a2%2C1 — http://www.birgun.net/worlds_index.php?news_code=1306748348&year=2011&month=05&day=30 — http://www.sendika.org/yazi.php?yazi_no=38805 — http://www.hurriyet.com.tr/planet/18432121.asp?gid=381 — http://www.bbc.co.uk/news/world-middle-east-14434918
[3]. Asef Bayat’ın Sokak Siyaseti kitabında İran’daki olayları tariflerken kullandığı kavramlardan birisi olan “sıradanın sessiz tecavüzü”, analitik olarak iyi bir tasvir olanağı sunmaktadır. Bayat, “sıradanlar” kavramıyla, Gramsci’nin pasif devrim sürecindeki “devrimcilerinden” farklı olarak siyasal eylemliliklerinde belirli bir bilinç ve stratejide ilerlemeyen grupları kasteder. Zihinde ilk uyandığı anlamda yığın kavramıyla örtüşmektedir.
Kaynakça:
Anderson, P. (2007), Gramsci Hegemonya Doğu-Batı Sorunu ve Strateji, çv. Tarık Günersel, İst: Salyangoz
Gramsci, A. (2010), Gramsci Kitabı Seçme Yazılar 1916-1935, çev. İbrahim Yıldız, Ank: Dipnot
Harvey, D. (2010), Enigma Of Capital, Oxf: Oxford University Press
Mandel, E. (2008), Geç Kapitalizm, çev. Canan Badem, İst: Versus
Özuğurlu, M (2005), Anadolu’da Küresel Fabrikanın Doğuşu Yeni İşçilik Örüntülerinin Sosyolojisi, İst: Halkevi