Hizmet veren değil hizmet satan 21. yüzyıl kapitalizminde kamusal alan sadece devlet daireleri ile sınırlı tutulamaz. Ulaşımdan sağlığa, çevreden gıdaya, güvenceli çalışmadan siyaset yapma hakkına kadar kamusal alan ve kamusal yarar yeniden bir bütün olarak tarif edilmelidir Sendikal mücadelenin olmazsa olmazı grevli toplu sözleşme hakkıdır. Toplu sözleşme aynı zamanda çalışanların anayasasıdır. Kamu çalışanları ile devletin […]
Hizmet veren değil hizmet satan 21. yüzyıl kapitalizminde kamusal alan sadece devlet daireleri ile sınırlı tutulamaz. Ulaşımdan sağlığa, çevreden gıdaya, güvenceli çalışmadan siyaset yapma hakkına kadar kamusal alan ve kamusal yarar yeniden bir bütün olarak tarif edilmelidir
Sendikal mücadelenin olmazsa olmazı grevli toplu sözleşme hakkıdır. Toplu sözleşme aynı zamanda çalışanların anayasasıdır. Kamu çalışanları ile devletin yani işverenin bugüne kadar yaptığı toplu görüşmelerde kamu emekçileri ve sendikal mücadele açısından fiili bir kazanım söz konusu olmamıştır. Toplu görüşmelerin yapıldığı süreçlerde işveren ile çalışanlar arasında bir dengenin olmamasından, sopanın hükümette havucun ise emekçilerde olmasından dolayı görüşmelerde daima karlı çıkanın işveren yani devlet olması da şaşılacak bir durum değildir. Elbette ki işverenin yani devletin bu durumdan karlı çıkması tesadüfi bir durum değil. 4868 sayılı kamu emekçileri sendika yasası kimin karlı çıkacağını zaten belirlemişti.
Dokuz defa yapılan toplu görüşme sürecinde yeni sendikal kazanımların olmamasının sebepleri arasında sadece 4868 sayılı yasayı bahane gösteremeyiz. En büyük nedenlerden biri toplu iş sözleşmesinin ve grev hakkının ciddi anlamda sendikal mücadelede ön plana çıkartılıp emekçiler arasında bir bilinç sıçramasının yaratılamamış olmasıdır.
İster toplu görüşme döneminde olsun ister ise hükümetle yapılan tüm politik siyasal görüşmeler sürecinde olsun masaya oturup oturmama şartının birinci sırasında Grevli Toplu Sözleşme hakkının talep edilmesi olmalı idi ve bu talep yasalar ile güvence altına alınmadığı sürece hiçbir şekilde görüşülmeyeceğinin altı çizilmeli idi.
Ancak TİS ve GREV için hiçbir şey yapılmadı demek sendika konfederasyonumuz KESK e haksızlık olur. KESK grevli toplu iş sözleşmesi hakkını savunmuş ve fiili mücadele de yürütmüştür. Ancak eylemlerin ve politik tarzın belirlenmesi sürecinde yapılan birçok hata, örneğin KESK ve DİSK’i Hak-İş, Türk-İş Memur Sen gibi diğer konfederasyonların arkasına takmak, eylem ve etkinlikleri ortaklaştırma çabaları kamu emekçileri arasında ak koyun ile kara koyunun ayırt edilememesine sebebiyet vermiştir. Daha net bir ifade ile söylemek gerekir ise kendi bürokratik sendikal birliklerini işçi sınıfı birliği sayan sendikalar ile bir birliktelik kurulmasından ziyade hakları için mücadele eden ve gerçekten emek mücadelesinin öznesi olanlar ile bir birlikteliğin kurulması gerekmektedir.
Daha önceki toplu görüşme dönemlerinde masaya oturmamak ve masayı terk etmek KESK için politik bir tavır olarak artı hanesine yazılsa da yeni dönem mücadele pratikleri açısından masaya oturmak veya oturmamak çok önem arz etmeyecektir. Yeni dönemin ihtiyaçlarını karşılayacak bir politik tutum KESK’in toplu iş sözleşmesini yani TİS’i üç harften ibaret saymayıp tüm emek güçlerinin ortak mücadelesi ve talepleri etrafında birleştirme çağrısı politik açıdan çok daha anlamlı olacaktır. KESK işçilerin kıdem tazminatı hakkından güvenceli çalışma hakkına kadar, çevre hakkından sağlık ve ulaşım hakkına kadar toplumun siyaset yapma hakkından seyahat hürriyeti hakkını savunanlara kadar mücadele edenlerin dağınık muhalefet taleplerini ortak eylemlikler ve ortak mücadele yöntemleri ile birleştirmelidir.
Ekonomik krizin hükümet yetkilileri tarafından dillendirildiği ve yeni krizin faturasının da halka kesileceğinin açık sinyallerini verdiği bu süreçte KESK açısından halkın tüm yaşamsal hak taleplerini sahiplenmek meşrudur. 15 Ağustos 2011 tarihi kamu sendikaları hareketi açısından yeni bir dönemi işaret etmektedir. KESK ve tüm emek hareketlerinin ortak mücadelesi için koşullar oluşmuştur. KESK’ten beklediğimiz masaya oturup oturmamak gibi dar bir alanda sıkışıp kalması değil, büyük bir işçi sınıfı kitlesinin fiili temsilcisi olarak her alanda politika üretmesidir.
KESK’in 15 Ağustos 2011 tarihinde belirleyeceği tutum ve tarz sadece kamu çalışanları açısından değil tüm çalışanlar açısından büyük önem taşımaktadır.
* Erbil Karakoç
Samsun Yapı Yol Sen Şube Sekreteri
elbil55@hotmail.com