Tocgueville Amerikan sistemi üzerine yaptığı incelemede, iç savaşın başlangıcında Amerika’daki partilerin ilke düzeyine de aynı, eğilimlerinde ise kısmi faklılık olduğuna dikkat çekmiştir. Amerikan toplumunda iç savaş koşullarında ortaya çıkan muhafazakâr milliyetçiliğe, gruplar arasındaki tikel çatışmalardan çok, Sistemin ve sistem patilerinin bu karakterinin yol açtığını belirtmiştir. Devletin karakteri ile kitlelerin eğilimi arasında birbirini besleyen geçirimli bir […]
Tocgueville Amerikan sistemi üzerine yaptığı incelemede, iç savaşın başlangıcında Amerika’daki partilerin ilke düzeyine de aynı, eğilimlerinde ise kısmi faklılık olduğuna dikkat çekmiştir. Amerikan toplumunda iç savaş koşullarında ortaya çıkan muhafazakâr milliyetçiliğe, gruplar arasındaki tikel çatışmalardan çok, Sistemin ve sistem patilerinin bu karakterinin yol açtığını belirtmiştir. Devletin karakteri ile kitlelerin eğilimi arasında birbirini besleyen geçirimli bir ilişki olduğu ve buna bağlı olarak sivil yaşamın katı faşizan kodlar içerebileceğini ifade etmiştir. George Orwell bu düşünceyi daha somut bir ifadeye kavuşturarak, muhafazakâr-milliyetçi yozlaşmanın olması için ille de totaliter bir ülkede yaşamanın gerektiğini düşünmenin yanlış olduğunu belirterek, demokratik ülkelerde de bunun olabileceğine dair vurgular yapmıştır.
Uzun süredir iç savaş dalgalarını iyiden iyiye hisseden Türkiye’de, sistemin içindeki partiler iç savaş tehdidini artıran ana sorunu çözme konusunda farklı eğilimler taşıyorlar gibi görünse de, ilkesel düzeyde benzer şeyler savunmaktadırlar. Farklı toplum kesimlerine hitap etmelerine rağmen ana eksende muazzam bir ortaklık içinde olduklarını fazlasıyla görüyoruz. Sorunu çözmek yerine sorundan beslenmektedirler. Vatanseverliğin kendi özünden koparak ırkçı bir içeriğe bürünmesi sistemin tercihiyle alakalı bir gelişmedir. Milliyetçi fanatizmin keskin vatan vurgusu ile perdelenmesi geniş yığınların bu politikanın peşine takılmalarına neden olmaktadır. Teknolojinin sağladığı olanakla daha geniş kitlelere nüfuz eden bu eğilim, toplumsal yaşam dinamiklerini ve birlikte yaşama kültürünü tehdit eder hale gelmiştir. Kısa süre önce Norveç’te ırkçı öfkenin nelere yol açtığını, insanı nasıl canavara dönüştürdüğünü gördük. Irkçılık insanlığın en berbat zehri ve insanın bedensel ruhsal varlığına zıt bir gelişmedir. Irkçının gözü kör, kulağı sağırdır. Kendisini haklı gösterecek yalan yanlış bilgiler dışındaki bilgilerin dağarcığına katılmasına izin vermez. Eyleminde ona kılavuzluk eden öfkesidir. Öfkesinin muhatabı dönemlere göre değişse de öfkenin kendisi hep sabit kalmaktadır.
Bölgede son zamanlarda yaşanan çatışmalar, her an kabarmaya aday milliyetçi bir öfkenin olduğunu göstermiştir. Öncesinde değişik il ve ilçelerde görülen hadisler, İstanbul gibi koca kentin sokaklarına taşarak, Zeytinburnu’nda eli sopalı kol gezmeye başladı. Öfkeyi tetikleyen güncel bir çok etken sıralanabilir elbet, ancak bu tutum meselenin asıl boyutunu gözden ırak tutmamızı sağlar. Öfkeyi besleyen aşırı milliyetçi fanatizmin üstünü örter. Devletsel yapının taşıyıcı kolonlarının ırkçı-milliyetçi muhtevada olması, toplumun dokusunda keskin bir fanatizmi sürekli diri tutmaktadır.
Irkçılık mayası bulaşmış toplum, kanserli hücre gibidir. Toplumun tümünü giderek içine alır ve kendisiyle birlikte tutunduğu her şeyi yok eder. Ne insanlığa ait bir değer, ne ideoloji ne de inanç kalır. Kimin işine yarayacaksa, geride sadece paranoit cengâverlikler kalır.
Kaderleri ortak yoksul emekçiler etnik kimliği, inancı ya da düşüncesinden dolayı birbirine diş bilemeye başladıklarında, geride hiçbir ilke ve değer kalmaz. Kitleler biri diğerine “vahşi”, öbürü ötekine “Barbar” diyerek sistemin yol açtığı sorunu tikel durumlara indirgemeye başladıklarında, milliyetçi fanatizm farkında olmadan kartopu gibi büyümeye başlar. Aşırı genellemelerle bir toplum kesimi aşağılanıp, taciz edilmeye başlandığında; Bu sadece duygusal kopuş değil, aynı zamanda zihinsel ve fiili kopuş anlamına da gelir.
Hükümetin tepeden bakan, aşağılayan, hatta tehdit içeren ifadeleri gerilimi, öfkeyi hatta yarılmayı derinleştirmektedir. Kanımca, süreci ön gördükleri istikamette yapılandırmak için takındıkları taktik yaklaşımın gereğini yapmaktadırlar. Bu yönlendirilmiş öfke kitlelerde infial ve milliyetçi saldırganlık olarak açığa çıkmaktadır. En sıradan günlük olaylar bile, egemen milliyetçi saldırıya gerekçe sayılmaktadır. Derin hesapların toplumsal dokuda yol açacağı tahribatların nereye varacağını hesap etmişler midir bilemem? Ama tehlikeli bir yöntem olduğunun görülmesi gerekir.
Maliyeti en düşük çözüm, toplumsal barışı ve dayanışma duygusunu güçlendirecek, eşitlik ve adalet içeren demokratik çözümdür. Toplumsal enerjinin bu temelde harcanması meselenin esasına daha uygun bir yaklaşım olmasına rağmen, fanatizmin yelkenlerine ha bire rüzgâr üfleniyor.
Politik öznelerin, siyasi şahsiyetlerin süreci iyi yönetmeleri gerekiyor.. Devletin atar damarlarında yığınlara sürekli taze milliyetçi kan pompalanırken, mağdura ilanen güvenliğinizi alın demek etnik yarılmayı keskinleştirmekle kalmaz, saldırganı daha da azdırır ve insan avına çıkmalarına zemin hazırlar. Niyetin bu olup olmadığının önemi yoktur. Dilde yansıyan söz kalıplarının ne ifade ettiğinden çok, kitlelerin bilincinde nasıl bir yansıma yaratacağı önemlidir.
Kaderleri ortak emekçi kitlelerin sokakta vuruşmaları birlikte yaşama olanağını, insani değerleri tüketir ve devletin despotik karakterini güçlendirir ancak.
Marifet fanatizmin çekmek istediği tuzaga düşmeden,”sudan ışık, düşmandan kardeş ” yapmaktır.