Çok değil, seçimin üzerinden sadece 15 gün geçti. Daha yeni hükümet kurulmadan, hatta meclis “yeni” üyeleriyle toplanmadan “yeni AKP dönemi”nin neleri yapabileceğinin “ufak” örneklerinin sergilendiği bir dönem yaşanıyor. Görüldüğü üzere yeni dönem AKP’nin sadece hükümet olduğu değil, iktidar olduğu/devlet olduğu bir dönem olarak yaşanacak. Çünkü Hatip Dicle’nin milletvekilliğinin gaspı ve beş KCK tutuklusunun, Balbay’ın, Haberal’ın […]
Çok değil, seçimin üzerinden sadece 15 gün geçti. Daha yeni hükümet kurulmadan, hatta meclis “yeni” üyeleriyle toplanmadan “yeni AKP dönemi”nin neleri yapabileceğinin “ufak” örneklerinin sergilendiği bir dönem yaşanıyor. Görüldüğü üzere yeni dönem AKP’nin sadece hükümet olduğu değil, iktidar olduğu/devlet olduğu bir dönem olarak yaşanacak. Çünkü Hatip Dicle’nin milletvekilliğinin gaspı ve beş KCK tutuklusunun, Balbay’ın, Haberal’ın ve Alan’ın milletvekili seçilmelerine rağmen tahliye edilmemeleri doğrudan hükümet organları aracılığıyla değil, devletin asli organlarından sayılan Yüksek Seçim Kurulu ve “yüce” savcılar/yargıçlar eliyle yürütülen bir operasyon.
AKP’liler istedikleri kadar bu “bağımsız yargının”, “bağımsız kurumların” takdiri desinler, gerçekler AKP’nin doğrudan bu komplonun içinde olduğunu, hatta örgütleyicisi olduğunu gösteriyor. Hatip Dicle hakkındaki kararın (hızlandırılıp) 22 Mart’ta verilmesine rağmen, hatta bu kararı veren yargıcın aynı zamanda YSK üyesi olmasına rağmen seçimin sonucunun beklenmesi, planın aylardır yürürlükte olduğunun göstergesidir. Dicle’nin devre dışı bırakılmasıyla AKP’nin hiç vakit kaybetmeden Oya Eronat’a (AKP Diyarbakır 6. sıra adayı) mazbatasını aldırtıp, yemin ettirmesi de AKP’nin 78 bin oy alan Dicle’nin milletvekilliğini gasp etmeye ne kadar hazır olduğunun bir başka kanıtı. Karşı tarafı hazırlıksız ve şaşkın bir pozisyona düşüren AKP’lilerin ve AKP medyasının organize tutumu ise bu olay karşısında nasıl bir ortaklık içinde olduklarını gösteriyor. Üstelik bu ortaklık pişkince karşı saldırganlığa ulaşmış durumda. Sahibinin sesi Gülerce; “Hatip Dicle olayı seçimlerden sonra barış sürecini baltalasın diye kurulmuş bubi tuzağıdır” diyerek Kürtleri hedef gösteriyor, pişkince (Kuşkusuz Fethullah’ın bu dönem vereceği açık destek bakanlık paylaşımında ve hükümet icraatlarında işe yarayacak).
AKP’nin tüm bu operasyondan beklediği yarar “sadece” milletvekili sayısını artırmak ve devletin intikam alma geleneğini sürdürmek değil elbette. Söz konusu olan; genel seçimlerin “istenilen türde” yeni dengeler oluşturmadığı durumlarda -ki bizim gibi ülkelerde gizli faşizmin tipik bir özelliği olarak- devletin özünde kuraldışı ancak görünürde kurallara uygun kurumlarının/kurallarının devreye girerek güç ilişkilerini yeniden dizayn etmesidir. AKP de bu düzenin kurallarını iyi bilen ve uygulayıcısı olan bir yapı olarak, yeni dönemde siyasal rakiplerine karşı başından itibaren inisiyatifi elinde tutmak ve özellikle Kürt sorunu karşısındaki pozisyonunu bir kez daha “kanıtlamak” için, birtakım riskleri göze alarak bu komployu kurmuştur.
Göze aldığı risklerin başında, “millet iradesinin yok sayılmasından” doğan “mağduriyet” kalkanının AKP açısından artık ortadan kalkması, AKP’nin millet iradesini bırakın yok saymayı artık gasp edenin kendisi olduğunun itiraf etmesi gelmektedir. Ayrıca geçen yıl PKK’ye karşı “tek taraflı silahı bırak” diye bir araya gelen Diyarbakırlı STK’lar -ki açıklamayı şimdi AKP milletvekili olan, o zaman Diyarbakır Sanayi ve Ticaret Odası Başkanı Galip Ensarioğlu okumuştu- şimdi daha geniş (133 kurum) bir katılımla “meclisin meşruiyeti zedeleniyor” açıklaması yaptı. Tabii bu kez açıklamayı Ensarioğlu oku(ya)madı. AKP’nin aldığı risk kendisine oy veren Kürtlerin bile bu durumu savunamayacağı bir duruma itmiştir (AKP’nin o bölgedeki “sağlam” aday belirleme tercihleri şimdi daha iyi anlaşılmakta).
Ancak AKP, siyasal gücün mutlak sağlanmasına ilişkin ihtiyaç nedeni ile, yüzde 50’lik bir toplumsal desteğin sağlandığı bir dönemin avantajını da kullanarak bu tür risklerin alınmasında bir sakınca görmemekte. Beş KCK’li milletvekili konusunda “yumuşama” sergileyecek olsa da Dicle konusundaki açık karşı tutum alışı AKP için, gerek Kürt sorununun çözümünde gerekse de yeni anayasa yapım sürecinde kimin “patron olduğunu” göstermesi açısından önemli.
Yeni dönemde AKP’nin ihtiyacı olan tek şey, siyasal rakiplerini ezmek değil, aynı zamanda Tayyip’in seçim öncesinde de özellikle hedef gösterdiği “sokak”ın siyasal bir güç olmasını da engellemek. Bu konuda da AKP tetikçisi yargının “durumdan vazife çıkardığı” son yaşanan örneklerle tüm açıklığıyla görülüyor.
Farklı bir dönemin “sinyallerini” veren süreç seçim öncesi başlamıştı. HSYK’nın referandumla değiştirilen yapısı sayesinde oluşan yeni yargı hiyerarşisi, bu sürecin tetikçisi olarak konumlandırıldı. Kamuoyu tarafından bilinen en çarpıcı örnek Ahmet Şık ve Nedim Şener’e yapılanlar. Ancak “düşünce ve ifade özgürlüğüne” yapılan pervasızca saldırılar sadece bu örnekler sınırlı değil. 30 Mart anmalarının uzun yıllardan sonra yeniden operasyon ve tutuklama gerekçesi haline getirilmesi (Adana ve Konya), muhalif üniversite öğrencilerine karşı sistematik saldırganlık, Samsun’da “saçma” polis komplosuyla Halkevcilerin muhalefetinin bastırılma girişimi vb. Bunlar sadece ilk örnekler.
Bu pervasızlık, daha kontrolsüz gibi görünen ama aynı ortak amaca hizmet eden yargı operasyonlarıyla devam ediyor; Kocaeli Üniversitesi Halk Sağlığı Bölümü’nden Prof Dr. Onur Hamzaoğlu’nun Dilovası’ndaki kirliliği deşifre eden raporu açıklamasının ardından Cumhuriyet Savcılığı hakkında soruşturma açtı… Prof Dr. Osman Küçükosmanoğlu ve Dr. Ömer Eşki, Adana’da Demokratik Çözüm Çadırı’nı ziyaret edip sağlık hakkı konusunda konuştukları için elleri kelepçelenip gözaltına alındı… Yine Adana’da Deniz Gezmiş ve İbrahim Kaypakkaya’yı andıkları için sendika ve DKÖ üyeleri evleri basılarak gözaltına alındı. Tekel işçilerinin eyleminden dolayı aradan bir yıldan fazla zaman geçmesine rağmen 111 kişiye sekiz yıla varan ceza talebiyle dava açıldı. Ortak yaşam ve geçim alanlarını tahrip eden rüzgâr enerji santraline karşı mücadele eden Çineli köylüler tutuklandı. Emek ve hak mücadelelerinin örgütlenmesinde giderek vazgeçilmez bir araç olarak öne çıkan internetin kullanımına yönelik sınırlama çabaları ifrada vardı. Hükümet filtreli internetle sansür uygulamasına geçmek için yasal hazırlıklarını sürdürürken, Ekşisözlük yazarları Adnan Oktar’a laf ettikleri için polis tarafından sorgulandı. ANF, Sendika.Org gibi muhalif sitelerin yayını “pornografi, intihara teşvik” gibi akıldışı gerekçelerle engellenmeye çalışıldı.
“Saçmalık”ta sınır yok; İHD Diyarbakır Şubesi, Mazlumder, Diyarbakır Barosu, THİV, Diyarbakır Tabip Odası ve KESK Diyarbakır Şubeler Platformu tarafından “26 Haziran İşkenceye Karşı Mücadele Günü” dolayısıyla hazırlanan afiş “devletin askeri ve emniyet teşkilatını alenen aşağıladığı” gerekçesiyle mahkeme kararıyla toplatıldı (on tane polisin bir insanı linç edercesine dövmesi suç değil, bu fotoğrafı gösterirsen suç).
Tüm bunların ortak noktası; AKP iktidarının halkın demokratik haklarını gasp etme, kullanılamaz hale getirme konusunda sistematik programını işaret etmesidir. Kendi iktidarını rahatsız edebilecek en basit düşünce ve ifade etme biçimlerine, halkın demokratik tepkisini gösterme ve örgütlenme hakkına karşı tahammülsüzlüğünün göstergesidir. Bu tahammülsüzlük, devletin tüm olanaklarını kullanarak bir karşı saldırı halini almıştır.
Çok iyi anlaşılması gereken nokta; bu saldırıların sadece Kürt siyasal hareketine veya siyasal etkinliği öne çıkmış sol gruplara yönelmediği ve giderek artan biçimde tüm toplumsal muhalefet eylemlerini kapsayacağıdır. Çineli köylülerin tutuklanması örnektir. Bu sözde yasal hak, kullanılmak istendiğinde, DİSK’in çağrıcılığını yaptığı 1 Mayıs kutlamalarına katılan binlerce insan illegal örgütlerin de aynı çağrıyı yapması bahane edilerek tutuklanabilir, yıllarca hapishanede tutulabilirler. Benzer bir durum grevlerin engellenmesinde, AKP’nin kadın düşmanlığının protesto edilmesinde, nükleer karşıtı muhalefete, Alevi taleplerine vb. karşı keyfi bir biçimde kullanılacaktır.
İlerici emek örgütlerinin, sendikaların, meslek odalarının, DKÖ’lerin, kısacası tüm toplumsal muhalefet örgütlerinin hatta bu örgütler içinde bulunmayan ilerici-demokrat tüm bireylerin bu tehlikenin farkına varması ve karşı atağı bir an önce örgütlemesi gerekmektedir.
Bilinmelidir ki ekonomik “istikrar” ve uluslararası “ihtiyaç” pozisyonu devam ettikçe AKP’ye verilen gerici toplumsal destek devam edecektir. AKP de bu iki noktada sağlam durmaya çalışmaktadır. Suriye bu konuda AKP için hem bir risk hem de bir fırsat oluşturuyor. Amerika ile “sıkı” işbirliği içinde Suriye’nin (Libya’dakine benzer bir biçimde) yeniden dizayn edilme projesinde aktif görev alacak bir AKP, Ortadoğu ve Türkiye halkları açısından büyük bir tehlike arz etmektedir.
Tüm bu toz dumanı yaratarak halklara karşı “savaş kabinesi”ni kurmak, Kanun Hükmünde Kararname ile yeni icracı bakanlıklar oluşturup, bu bakanlıkların alt kadrolarını yeniden yapılandırmak, AKP’nin önümüzdeki sürece ne kadar sıkı hazırlandığını gösteriyor. Benzer bir hazırlık sürecinin toplumsal muhalefetin örgütleyicileri için de yapılması kaçınılmazdır.