Milli irade ne tarafa düşüyor? Rahatlıkla söyleyebiliriz ki, her zaman muktedirlerin dizinin dibine… Bugün de milli iradenin yine muktedirlerin tarafına düştüğü görülüyor. Birileri onun temsilcisi, onun temsilcisi olduğu için de ne eyliyorsa doğru ve güzel eyliyor. Ona muhalefet edenler azınlıkta ve feci halde yanılıyor Bugünlerde yine en çok onun adı geçiyor: “Milli irade”… Her şeyin […]
Milli irade ne tarafa düşüyor? Rahatlıkla söyleyebiliriz ki, her zaman muktedirlerin dizinin dibine… Bugün de milli iradenin yine muktedirlerin tarafına düştüğü görülüyor. Birileri onun temsilcisi, onun temsilcisi olduğu için de ne eyliyorsa doğru ve güzel eyliyor. Ona muhalefet edenler azınlıkta ve feci halde yanılıyor
Bugünlerde yine en çok onun adı geçiyor: “Milli irade”… Her şeyin aklandığı, temize çekildiği, gölgesinde boykotun hiçleştirildiği bir “burjuva miti”… Milli irade yine revaçta, yine parıltılı günlerini yaşıyor. Bugün kavramın yüklendiği işlevin daha iyi anlaşılabilmesi için, onun mimarına yani J.J.Rousseau’ya gitmek gerekiyor. Çünkü kavram, Rousseau’nun “genel iradesi”nden türetilmiş bir siyaset kavramı.
Halk egemenliği düşüncesinin mimarı J.J.Rousseau, egemenliği halka verir. Egemenliği de, halkın iradesinin, yani genel iradenin işleyişi olarak görür. Ancak burada bir çelişkiye düşerek genel iradeyi birey iradelerinin toplamından ayırır. Yani yurttaşların her birinin egemenliğin bir hissesine sahip olduğunu söylemesiyle, genel iradenin toplumu meydana getiren birey iradesinden ayrı ve üstün olduğunu ileri sürmesi arasında bir çelişki vardır. Buradan yola çıkan bazı yazarlar genel iradenin, bireylerin iradesinden ayrı olarak tanımlaması nedeniyle Rousseau’yu milli egemenlik kuramının da kurucusu olarak görmüşlerdir. Çünkü genel irade, bireylerin iradesini aşan bir milli iradenin varlığına işaret eder.
Genel iradenin, işlemleri yasalardır ve yasama erki halkın elindedir. Rousseau bu noktada halkın iyiyi istemesiyle, iyiyi görmesi arasında bir kopukluk olacağını belirterek, yasaların yapılması işini bir yasa yapıcıya bırakır. Yasayı, yasa yapıcı kaleme alır fakat bunlar sadece tasarı ya da yasa önerisidir. Bu nedenle halkın onayının alınması zorunludur. Genel kural olarak sıradan işlerle ilgili konularda basit oy çokluğu yeterlidir. Ancak önemli, ciddi konuların oy birliğiyle alınması gerekir.[1]
Yasa metni halka sunulduğunda ondan istenen bu yasanın genel iradeye uygun olup olmadığıdır. Oylamanın sonucuna göre bu sonuç çıkar. Azınlıkta kalan görüş yanılmıştır. Rousseau, halkın her ne kadar genel iradenin (egemenliğin ) bir parçası olduğunu iddia etse de çoğunlukla alınan kararların genel iradeye uygun olduğunu ve muhalif olanların yani azınlıkta olanların yanıldığını belirtir.
Bu durumda genel irade karşımıza çoğunluğun görüşü olarak çıkar. Herkesin hisse sahibi olduğu egemenlik anlayışı ve çoğunluğun haklı olduğu genel irade kavramı… Bu yaman çelişki en çok güçlenen burjuva sınıfının işine yaramıştır. Halkın egemenliğinden korkan burjuva sınıfı soyut, bulanık genel irade kavramını çok sevmiştir. Genel irade anlayışından türetilen “milli egemenlik” ve “milli irade” kavramı burjuva sınıfı için tam bir can simidi olmuştur. Çünkü, “milli irade” ve “milli egemenlik” halk gibi somut değildir. O soyut kavramın içine, canlı kanlı halk uzun bir süre girememiştir. Çünkü milli iradenin tecellisi seçimdir. Oysa, baldırı çıplakların da, adı her daim dışlanan kadınların da oy hakkı yoktur. Genel oy mücadelesi sonrasında ancak “millet”in içine yoksullar girmiştir. Kadınların o kapıdan girmesiyse çok daha uzun bir zaman almıştır. Yani burjuva siyaset kavramları, halk mücadelesiyle başkalaşmış, evrilmiştir. Ama zaman içersinde hep bulanık duran ve bu bulanıklığıyla hala bir mit olarak varlığını koruyan “milli irade” hep yerindedir.
Rousseau, genel irade ve çoğunluğun her zaman haklı olduğu yönündeki düşüncelerinden dolayı otoriter devlet anlayışıyla ilişkilendirilir. Gerçekten de Rousseau genel iradeyi temsil ettiğini söyleyerek, onun görüşlerinden yararlanan Mussolini, Hitler gibi önderleri etkilemiştir.[2] Ünlü düşünür B.Russel da Roussea’nun genel irade öğretisinin ilk meyvelerini Robespierre yönetiminde verdiğini ve Almanya diktatörünün onun öğretisinden etkilediğini belirtir.[3]
Ama “milli irade” miti geçmişte kalmış bir mit değildir. Her zaman tedavüldedir ve siyasi iktidarlara esin kaynağı olmaya devam etmektedir. Bugün siyasal iktidarlar yaptıklarını genel iradeyi (çoğunluğu) temsil ettiklerini söyleyerek meşrulaştırıyorlar. Yani bugünkü ismiyle söylersek, “milli iradeyle”… Ve birileri boykot ederek onun tecellisine engel oluyor. Boykotlar da olmasa ne güzel tecelli edecek oysa… Peki, yüzde onluk barajla halkın iradesine konan engeli nereye koymak gerekiyor. Barajlar ve eşit olmayan burjuva seçim sistemi değil de, boykot mu bu tecelliye engel oluyor?
Milli irade ne tarafa düşüyor? Rahatlıkla söyleyebiliriz ki, her zaman muktedirlerin dizinin dibine… Bugün de milli iradenin yine muktedirlerin tarafına düştüğü görülüyor. Birileri onun temsilcisi, onun temsilcisi olduğu için de ne eyliyorsa doğru ve güzel eyliyor. Ona muhalefet edenler azınlıkta ve feci halde yanılıyor.
Onlar” azınlık” Çünkü onlar ezilenin, ötekinin temsilcisi… Onlar, yanılmaya mahkum. Milli iradeye de gölge düşürüyor. Bir kez daha burjuva miti, siyasi iktidara hizmet ediyor. Daha çok duyacağız ismini… Ve bizler daha çok yanılacağız. Ta ki, ezilenler kendi kavramlarını yaratana kadar…
Dipnotlar:
[1]. M.Ali Ağaoğulları, Ulus Devlet ya da Halkın Egemneliği, 1.b, 2006, s. 114-115
[2]. Alaeddin Şenel, Siyasal Düşünceler Tarihi, Bilim ve Sanat, s.64
[3]. B.Russel, Batı Felsefesi Tarihi, Modern Çağ-Yeni Çağ, 2.b., s.324
* Arş.Gör.Dr.Emek Bayrak