Bu doğrudan bir Murat Belge yazısı değildir. Sadece aşağıdaki alıntıların en tazesi Belge’nin dünkü yazısından, o kadar. “Yunanistan’da olan [kitle eylemleri] ve bizim “Bayrak”lar ya da daha küçük benzerlerinde görülen ise, biribirlerinden çok farklı olsalar da, son analizde “düzeni koruma” içgüdüsünde ortaklaşıyor.” (Taraf, 15 Temmuz 2011; abç) Dün, Birgün‘deki Murat Belge üzerine olan her iki […]
Bu doğrudan bir Murat Belge yazısı değildir. Sadece aşağıdaki alıntıların en tazesi Belge’nin dünkü yazısından, o kadar.
“Yunanistan’da olan [kitle eylemleri] ve bizim “Bayrak”lar ya da daha küçük benzerlerinde görülen ise, biribirlerinden çok farklı olsalar da, son analizde “düzeni koruma” içgüdüsünde ortaklaşıyor.” (Taraf, 15 Temmuz 2011; abç)
Dün, Birgün‘deki Murat Belge üzerine olan her iki yazı da (Metin Çulhaoğlu ve Veysel Batmaz’ın yazıları) Althusser’in Türkiye soluna tanıtılmasında sevabı ve günahıyla Murat Belge’nin rolünü teslim ediyordu. O dönemin Birikim külliyatında Althusser’in ekonomizm eleştirisi pek tutmuştu. Ekonomizm, Marksist teorinin, bence, olmazsa olmazı iktisadi kertenin belirleyiciliği önermesinin, indirgemeci yorumuna, dolayısıyla, abartılı bir biçimde söyleyecek olursak, güneşin altındaki her şeyin ekonomik faktörlerle açıklanmasına yakıştırılan etiket idi.
Althusser, adeta, ekonomizm eleştirisinin 80’li yıllarda varacağı post-modern saçmalıkları öngörürcesine bu eleştirinin sınırlarını bir başka terimi tedavüle sokarak önlemeye çalışmıştı: son kertede (veya son tahlilde, son çözümlemede…). Bu terimle de ekonomizm eleştirisini abartanlara Althusser, “hele bir durun, o kadar da savrulmayın, ekonomik altyapı, tabii ki son tahlilde belirleyicidir” demeye getiriyordu.
Şimdi, soru şudur. Belge, Yunanistan’daki kitle eylemlerini düzeni korumaya dönük içgüdüsel tepkiler olarak yorumlarken niçin son analizde terimine gerek duymuş olabilir? Bir cevap, hadisenin göründüğü gibi olmadığını, aslında, kamu harcamalarını kısmaya girişen hükümetin düzeni değiştirmeye çalıştığını vurgulama ihtiyacı olabilir. Bu kısıntılarla geçim sıkıntısına düşecek sıradan insanların da eski ekonomik refahlarını, dolayısıyla düzeni korumak için sokaklara döküldüğünün bizim tarafımızdan kavranması istenmektedir.
Bir başka deyişle, Yunanistan’daki kitle eylemlerinin, düzeni koruma içgüdüsüyle mi, yoksa düzeni değiştirme şuuru ile mi icra edildiği sorusu, Belge’nin bu yorumu ile cevabını bulmuştur.
Laf, ekonomiden, içgüdülerden açılmışken memleketimize gelecek olursak, AKP hükümetinin ileri gelenlerinin de kafamızı bayağı karıştırdığına değinmemek olmaz.
Sabah‘ın web sitesinden aktarıyorum: “Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, cari açığın kaygı verici olmadığını belirterek, ‘Hiç endişe etmeyin, rahat olun’ mesajını verdi… ‘Bu ülke ihracatıyla, büyümesiyle, şu andaki performansıyla cari açık falan bunları rahatlıkla aşar. Bunların gerekçeleri, sebepleri zaten bellidir. Bu gerekçeler üzerinde, inşallah yeni oluşumla birlikte arkadaşlarımız yoğun bir çalışmayı yapacaklar. Başlamış çalışmamız var. Son çeyrekte cari açığın da çok daha gerilediğini göreceğiz’ dedi.”
Ekonomik durum, son tahlilde, güllük gülistan Erdoğan’a göre; “inşallah yeni oluşumla” falan filanı da ekleyivererek cari açığın çok gerileyeceğine teminat veriyor.
AKP’nin ekonomi müdürlerinden Ali Babacan ise bakın aynı günlerde cari açık üzerine ne demiş: “Türkiye sıhhatli bir şekilde büyümeye devam ettiği sürece 7-8 sene cari açık vermeye devam edecek. Bu cari açığın da en az yüzde 4-5-6 mertebelerinde oluşu Türkiye için ciddi risk teşkil etmeyen bir oran.”
Gidişat hakkında ise Erdoğan kadar iyimser değil Babacan: “Dün akşam itibariyle Avrupa ile ilgili tüm risk göstergeleri rekor seviyeye yükseldi. Avrupa’da olabilecek ciddi bir sarsıntı, Türkiye’de de hissedilecektir. Önemli olan, bunun bir yıkıma sebebiyet vermeden Türkiye ekonomisinin hafif sarsılıp, ayakta dimdik durabilmesidir.”
Çık işin içinden; cari açık makul seviyede mi, değil mi, 7-8 yıl daha açık vermeye devam edilecek mi, edilmeyecek mi, Avrupa’daki kriz Türkiye’yi etkiler mi, etkilemez mi?
Birikim Yayınları’ndan Althusser’in Lenin ve Felsefe‘si yayımlandığında Babacan 9, Erdoğan 22 yaşındaydı. Halbuki, şu AKP’liler biraz olsun Althuserci terminolojiden nasiplerini almış olsalardı, “Türkiye ekonomisi son analizde ayakta dimdik kalacak” derlerdi, bizler de rahatlardık.