Daha kaç cana kıyacaksınız? Kaç ocağı söndüreceksiniz? Tanrılar daha kaç kurban istiyor? Halkın öfkesi bir kez dillendi mi kurtuluş olmadığını bilmez misiniz? Anasını, bacısını, liselisini, üniversitelisini fişleyip zindanlara attınız yetmedi. Köyünü yaktınız yetmedi. Göçe mecbur kıldınız yetmedi. Göçtü, bir göz gecekondu yaptı, yıktınız. Kimine gâvur dediniz, kimine dağlı Kürt, kimine kestiği et yenmez, kimine pasaklı […]
Daha kaç cana kıyacaksınız?
Kaç ocağı söndüreceksiniz?
Tanrılar daha kaç kurban istiyor?
Halkın öfkesi bir kez dillendi mi kurtuluş olmadığını bilmez misiniz?
Anasını, bacısını, liselisini, üniversitelisini fişleyip zindanlara attınız yetmedi.
Köyünü yaktınız yetmedi. Göçe mecbur kıldınız yetmedi.
Göçtü, bir göz gecekondu yaptı, yıktınız.
Kimine gâvur dediniz, kimine dağlı Kürt, kimine kestiği et yenmez, kimine pasaklı Çingene.
Okumak istediler, paralı eğitim, har(a)ç, bağış dediniz.
Okuma hayallerini şifrelerle kilitlediniz.
Üniversite kürsülerini sermaye çevrelerinin yolgeçen hanına çevirdiniz. Tepki verdiler. “Üniversiteler ticarethane değildir, halk düşmanı sermayedarları kampüslerimizde istemiyoruz” dediler, direndiler, ellerindeki direnişlerinin simgesi yumurtalara ateşli silah muamelesi yaptınız. Yargıladınız, yargıladınız… Ağızlarını, burunlarını kırdınız, yetmedi, karınlarındaki bebelerini öldürdünüz.
Çalışmak istediler, emeklerini 3 kuruş paraya satın aldınız, yetmezmiş gibi gerekçe bile göstermeden işsiz bıraktınız. Taşerona köle ettiniz. Sonrada televizyon ekranlarında “İşsizlik diye bir sorunumuz kalmadı” dediniz.
“Sosyal Güvence, Sendika” dedi, “Hain!” dediniz. Tuzla tersanelerinde, maden ocaklarında, atölyelerde iş kazasına kurban ettiniz, sonra da “kader” dediniz.
“4-C’ye hayır!” diyerek ölüm orucuna yattı, inanmadınız, “Şov yapıyorsun” dediniz.
Tarladaki mahsulüne, toprağa döktüğü tere değmeyecek rakamlar biçip, bir de utanmadan “Gözünü toprak doyursun” dediniz.
“Toprağım, suyum” dedi, “Hidroelektrik santralleri yapacağız” dediniz. Yandaşlarınıza düzmece ihalelerle pazarladınız suyunu, toprağını.
Özel telefon konuşmalarını dinlemekteki mahir kulaklarınız “Derelerimden, suyumdan elini çek” dediğinde duymazdan geldi. Kepçelerle, dozerlerle saldırdınız.
Kovboyların kızılderili avına çıkması gibi HES karşıtlarının izini sürmeye başladınız.
Çünkü nereye gitseniz karşınıza çıktılar, “Halkın hakları var, su haktır satılamaz” dedikçe delirdiniz. “Yine bunlar, her yerde bunlar… Başlarını ezelim, dereleriyle beraber soylarını da kurutalım” dediniz. Ama yılmadılar…
Terzi Fikri’lerle aynı havayı solumuş, aynı hırçın denize sevdalı bu insanlar, bir adım dahi geri çekilmediler, diz çökmediler, mücadeleye devam ettiler.
Siz nereye, onlar oraya, otoritenizi hiçe sayıyorlar, inançla, yaşamsal haklarına sahip çıkıyorlar diye halkı halka şikâyet edip hedef gösterdiniz.
Sizden kanları, canları, hala yok edemediğiniz umutlarıyla ve verdikleri hukuk savaşlarıyla aldıkları haklarını, kendi lütfunuzmuş gibi lanse ettiniz.
“İleri demokrasi hedeflerimiz var!” dediniz, dedikçe de saldırdınız.
Ve sonunda öldürdünüz…
Korumalarınızın bir başöğretmen edasıyla, tüm polislere öğretircesine sıktığı biber gazlarıyla, bir gün, o çok korktuğunuz ve geçmişte gerici ve faşist birçok ablukayı dağıtma yürekliliğini göstermiş Karadeniz’de, Hopa’da, hem de sokak ortasında, bir cana kıydınız!
Yaşamını hak mücadelelerine adamış tertemiz, onurlu, örnek bir öğretmeni, Metin Lokumcu’yu katlettiniz.
Neden?
Sırf size ayak diredi diye.
“Suyumu, deremi sattırmam” dedi diye.
Tekerinize, rantınıza çomak soktu, otoritenize başkaldırdı diye.
Üstelik O, orada, olaylar büyümesin, gençler zarar görmesin diye ortalığı sakinleştirmeye, gemi azıya almış polisleriniz, sakinleştirmeye uğraşırken yaptınız bunu…
Utanma belası, yandaş medyanızla birlikte, halktan gelecek tepkilerin yönünü şaşırtmak için de, otobüsten düşen koruma görevlisini, taşla avlanmış kuş durumuna getirdiniz.
Şimdi içinde zerre kadar insan sevgisi olmayan siz, ölüye bile hürmet göstermeyi bilmiyor, iktidar hırsınızı ve seçim yatırımlarınızı ölümlerle besliyorsunuz.
Ne katlinden az önce, isyanını yüzünüze bir tokat gibi haykıran Metin Lokumcu, ne halkın üstüne sürdüğünüz panzere, halkın isyan bayrağını çekti diye kalçasını kırdığınız, Halkevleri üyesi Dilşat Aktaş, ne olağanüstü hal koşullarına hapsetmeye çalıştığınız, işkencelerden geçirdiğiniz Hopalılar, ne de yürekleri onlarla atan, memleketin her alanını direniş alanına çeviren devrimciler sizi asla affetmeyecek!