Kendisini güvencesiz çalışmaya mahkûm eden AKP’ye oy veren işçiye ya da siyanürlü maden aranmasına göz yumarak toprağını-suyunu zehirleyen AKP’ye oy veren Kütahyalı köylüye kızarak bir yere varılamayacağı çok açıktır Türkiye İstatistik Kurumu’nun 28 Şubat 2011 tarihinde yayınladığı istatistiklere göre 2009 yılı gelir dağılımında en zengin yüzde 20’lik nüfus toplam gelirden yüzde 47,6 pay alırken en […]
Kendisini güvencesiz çalışmaya mahkûm eden AKP’ye oy veren işçiye ya da siyanürlü maden aranmasına göz yumarak toprağını-suyunu zehirleyen AKP’ye oy veren Kütahyalı köylüye kızarak bir yere varılamayacağı çok açıktır
Türkiye İstatistik Kurumu’nun 28 Şubat 2011 tarihinde yayınladığı istatistiklere göre 2009 yılı gelir dağılımında en zengin yüzde 20’lik nüfus toplam gelirden yüzde 47,6 pay alırken en düşük gelirli yüzde 20’lik grup yüzde 5,6 pay almaktadır.
Yani bütün bir millet olarak ürettiğimiz gelirin neredeyse yarısına nüfusun yüzde 20’lik zengin bir grubu sahip olmaktadır. En zenginle en fakir arasındaki fark 8,5 kattır. Aynı oran, 25 Aralık 2006 tarihinde yayınlanan bültende açıklandığı gibi 2005 yılında 7,3 idi. Bir başka deyişle AKP zengini daha zengin, yoksulu daha yoksul yapmaya devam ediyor, tıpkı kendisinden önceki hükümetlerde olduğu gibi.
Bu açıdan baktığımızda AKP’nin sistemi yönetiş biçiminde bir değişiklik yok. Her şey kapitalist düzenin kendi kuralları içerisinde yürüyor. Ancak AKP bir taraftan emek-sermaye ilişkilerinde sermayenin egemenliğini giderek arttırırken diğer taraftan üretim sürecinde yalnız bıraktığı emekçiyi ve ailelerini yaşam alanlarında yakalamaya çalışıyor.
Bu seçim sonuçları açıkça göstermiştir ki; çok iyi organize olduğunu kabul etmemiz gereken bir teşkilat yapısı ve çalışma azmiyle üretim süreçlerinde terk ettiği insanları başka bir yerde ve başka bir düzlemde yakalayarak kendi hegemonyasını kabul ettiriyor. Bu hegemonyanın kurulmasında çok iyi organize edilmiş bir maddi yardımlaşma, paylaşım ilişkisi ve toplumun geleneksel düşünce sistemlerine seslenen dinsel-muhafazakâr bir ideolojik söylem ve iddianın etkisi belirleyici olsa gerek. Yoksa hiçbir toplumsal hareket ideolojik ruhu olmadan bu kadar etkili bir şekilde varlığını sürdüremez.
Bu mealde 2011 seçimlerinin iki galibi vardır. Birisi 9 yıllık iktidarının ardından yapılan bir seçimi oylarını arttırarak kazanan AKP diğeri ise Kürtlerin yıllardır uğradığı haksızlıkları bıkmadan usanmadan dile getiren ve mücadelesini sürdüren Kürt hareketidir. İkisinin de ortak özelliği harekete geçirdikleri kitlelere gerçekleşebilir bir iddiayı ve bu iddianın ideolojik ruhunu sahiplendirebilmeleridir.
Kürt hareketi bir halkın yok sayılmasına karşı varlığını ispat mücadelesine sahip çıkarken AKP’nin (cemaat-tarikat vs. güçlendirmesiyle) seslendiği milyonlarca insan; herkesin kendi meşrebince etkilendiği İslami-muhafazakâr-geleneksel söylemin etkisi altına girerek kendisini “muhalif” bir siyasal eylemin öznesi gibi hissederek siyasallaşmaktadır. Bu anlamıyla kendisini güvencesiz çalışmaya mahkûm eden AKP’ye oy veren işçiye ya da siyanürlü maden aranmasına göz yumarak toprağını-suyunu zehirleyen AKP’ye oy veren Kütahyalı köylüye kızarak bir yere varılamayacağı çok açıktır. Çünkü onlar hayatla ilişkilerini bizim çok önemsediğimiz ve onların da önemsemesini istediğimiz bir düzlemden kurmuyorlar, kurmak zorunda olmadıklarını bu seçim sonuçlarıyla bir kez daha gösterdiler.
Çok açık ki, 2011 seçimlerinin sonucu anti-kapitalist mücadeleyi sürdürmek isteyenler için son derece zorlu bir tablo ortaya çıkarmıştır. Toplumun bütün kılcal damarlarına kadar örgütlenmiş ve iyi işleyen bir organizmanın toplumu yönetme aracı haline gelmesi kapitalist düzen karşıtı güçlerin geleneksel söylem ve hareket tarzıyla ilerleyebilecekleri bir yol olmadığını gösteriyor. Yeni bir yolun açılması ezilen, haksızlığa uğrayan toplumsal kesimlerin büyük bir cesaretle iktidarın karşısına sokakta çıkabilmesinden geçiyor. Bu kesimlerin talepleri için iş sokağa çıkmaya geldiğinde “Ben oyumu AKP’ye verdim o yüzden sokağa çıkmam” demediğini biliyoruz. Bu nedenle AKP’nin ezberinin bozulduğu tek yer sokaktır ve maalesef rejim muhaliflerinin eksik olduğu en önemli unsur da sokağın ruhunun olmamasıdır. Mücadelenin ruhu ona manasını katar, gündelik çıkarı değil tarihsel iddiayı dile getirir. Ruhu olmayan bir mücadelenin kitleleri sarıp sarmalaması ve onları aşkla ayağa kaldırması mümkün değildir. Mücadelenin ruhu da bedeni de birbirini besleyip büyütür, yeter ki bunun farkında olalım. Zaten hayat da bizi buna çağırıyor. Seçim bitti, hayat devam ediyor.
* Tufan Sertlek
Dev Sağlık İş Yönetim Kurulu Üyesi