Kılıçdaroğlu’nun “bölge seferi”, AKP’nin bölgeye girebilen tek düzen partisi olma üstünlüğünü ortadan kaldırdı. Kamuoyu araştırmalarındaki isabetliliğiyle ün yapan Adil Gür (A&G), CHP’nin bölgenin en az 4 ilinde milletvekili çıkaracağını söylüyor. Kurulu düzenin kalemşörleri, CHP’nin bölgeye girmesinden pek hoşnutlar. Bundan sonra bölgede BDP’nin karşısında yalnızca AKP değil, CHP de olacak; böylece BDP “kıskaca alınabilecek” diye düşünüyorlar. […]
Kılıçdaroğlu’nun “bölge seferi”, AKP’nin bölgeye girebilen tek düzen partisi olma üstünlüğünü ortadan kaldırdı. Kamuoyu araştırmalarındaki isabetliliğiyle ün yapan Adil Gür (A&G), CHP’nin bölgenin en az 4 ilinde milletvekili çıkaracağını söylüyor. Kurulu düzenin kalemşörleri, CHP’nin bölgeye girmesinden pek hoşnutlar. Bundan sonra bölgede BDP’nin karşısında yalnızca AKP değil, CHP de olacak; böylece BDP “kıskaca alınabilecek” diye düşünüyorlar.
Adil Gür’ün anketinin ne denli gerçeği yansıttığını 13 Haziran’da göreceğiz. Ancak bölgedeki seçim sürecine damgasını vuran şeyin CHP’nin bölge politikasının bir kenarına “ilişmesi” olmadığı açık.
Örneğin Diyarbakır’da Eşitlik, Demokrasi ve Özgürlük Bloğu’nun (EDÖ) adaylarının oyların %70’ine yakınını alacağı kesin gibi. Yani kullanılacak 600 bin oyun 400 binini EDÖ alacak. Geri kalan 200 bin oy AKP, CHP, SP ve Has Parti tarafından bölüşülecek. EDÖ’nün 400 bin oyuna 6 milletvekili, AKP’nin 100 bini biraz geçeceği tahmin edilen oyuna ise 5 milletvekilliği düşecek. CHP geçen seçimde 9500 olan oyunu 40 bine çıkarırsa milletvekillikleri 6-4-1 olarak dağılacak. %10 barajının olmadığı koşullarda bu dağılım 8-3-0 olacaktı.
Diyarbakır’daki bu tablo diğer Kürt illerinde de üç aşağı beş yukarı tekrarlanacak gibi görünüyor.
Dolayısıyla bölgede seçim sürecine damgasını vuran, Kürtler için siyasal alternatifin “çoğalması” değil, tekleşme yoluna girmesi olacak. Düzen partilerinin bölgeden kazanacakları milletvekillikleri, Kürt hareketinin onlara tanıdığı “kontenjan”lara dönüşüyor. Bu dönüşüm, düzen partilerinin bölgedeki örgütlerini de Kürt hareketine bağımlı hale getirmeye aday.
12 gerillanın ölümünden sonraki “halk grevlerinde” AKP ve CHP’nin seçim bürolarından bazılarının “kepenk kapaması” bu eğilimin güçlü bir örneği.
Kürt hareketinin, CHP’nin bölge siyasetine “ilişmesine” hoşgörülü yaklaşımı da aynı bağlamda ele alınmalı. Kürt hareketi, AKP’yi rejimin bölgeyle kurduğu ilişkide “rakipsiz” olmaktan çıkarmak istiyor. Hareket böylece düzen partilerinin bölgedeki yapıları üzerindeki hegemonyasını güçlendirmeyi ve bu yolla onlar içindeki “etki alanını” genişletmeyi hedefliyor.
Öte yandan düzen partilerinin bölgede bugüne kadar “güç aldıkları” geleneksel ilişkilerin de sağından solundan patlaması dikkat çekici. Urfa’da İzol, Şıhanlıoğlu, Cevheri ve Bucakların, Diyarbakır’da Salim Ensarioğlu’nun bağımsız milletvekili adaylıklarında izlenen bu süreç, “Kürt siyaseti”ndeki köklü dönüşümün bir başka unsuru.
Bu olayın, AKP’nin bazı “seçilmiş illerde” “aşiret adaylarını” listelerine koymaması ile patlak verdiği biliniyor. AKP’nin bu “denemesi”, rejimin Kürt illerindeki temsil siyasetinin bu geleneğini olduğu gibi devralmasının yarardan çok zarar getirdiğini hissetmesinden kaynaklanıyor.
Kürt hareketinin yarattığı ilerici toplumsal süreçlerin belki de en az gözlemlenen unsurlarından birini “aşiret bağlarının çözülmesi” oluşturuyor. Hareketin gerillaya ve yoksul halkın kitlesel militanlığına sıkı sıkıya bağlı gelişimi, Kürt illerindeki feodal toplumsal egemenlik ilişkilerinin çözülmesinde önde gelen bir etkiyi sahip. Neo-liberal yeni sömürgecilik ilişkilerinin ve devlet terörünün dayattığı kırsal yıkım süreci de bu ilişkilerin altını boşaltıyor. Aşiret ilişkilerinin kent merkezine taşınması ise ancak neo-liberal süreçle uyum sağladığı ölçüde ve ancak çok sınırlı olarak gerçekleşebiliyor. “Aşiret oyları” artık bölgedeki temsil siyasetine damgasını vuracak büyüklükte “oy depoları” değiller.
Dolayısıyla bu seçim süreci, rejimin Kürt illerindeki geleneksel/feodalizm kalıntısı temsil modelinin tasfiyesinde tarihsel bir dönüm noktası olacak gibi görünüyor. Kürt hareketi bölgedeki “düzen siyaseti”ni de “modernleştiriyor”. Düzen siyasetinin Kürt hareketinin mutlak hegemonyası altındaki “modern toplumsal ilişkiler alanı”na taşınması elbette “deplasmana” çıkmak gibi bir şey. Düzen partilerinin Ağalar, şeyhler, aşiret reisleri olmadan Kürt halkı içinde siyaset yapmayı kabul etmek zorunda kalmaları Kürt sorununun çözüm sürecinin gelişmesi açısından gerçek bir ilerlemedir. Ancak bu gelişme aynı zamanda Kürt hareketinin düzenle hesaplaşmasında modern toplumsal ilişkiler alanının ağırlık kazanması anlamına da gelecektir. Politik “rekabet” alanının bu dönüşümü, önümüzdeki dönemde Kürt hareketinin “halkçı” karakterinin öne çıkmasını daha fazla zorlayacaktır.