Kılıç kalkan! Kimileri meydanları dolaşırken, “arka sokaklar”a bakınmaya devam edelim. 25 Mayıs tarihli yazı “Paralı eğitim istiyoruz!” başlığıyla, 14 aydır tutuklu olan iki gence de dairdi. Berna Yılmaz ile Ferhat Tüzer, Başbakan’ın katıldığı “Roman Kurultayı” sırasında, toplantı binası önünde “Parasız eğitim istiyoruz, alacağız!” pankartı açmıştı. Tutuklandılar! 14 aydır içerideler! Geçen hafta da tahliye edilmediler! *** […]
Kılıç kalkan!
Kimileri meydanları dolaşırken, “arka sokaklar”a bakınmaya devam edelim.
25 Mayıs tarihli yazı “Paralı eğitim istiyoruz!” başlığıyla, 14 aydır tutuklu olan iki gence de dairdi.
Berna Yılmaz ile Ferhat Tüzer, Başbakan’ın katıldığı “Roman Kurultayı” sırasında, toplantı binası önünde “Parasız eğitim istiyoruz, alacağız!” pankartı açmıştı.
Tutuklandılar!
14 aydır içerideler!
Geçen hafta da tahliye edilmediler!
***
Hangi dava olursa olsun, ceza gibi uzun, upuzun tutukluluk süreleri zaten vahim de…
Bakın bir de ne oldu:
Tam 14 ay sonra…
Savcı…
Hak ve özgürlüklere atıf yaptı.
Tam 14 ay sonra…
Savcı…
Anayasa’ya atıf yaptı.
Tam 14 ay sonra…
Savcı…
Düşünceyi ifade özgürlüğü ile silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına atıf yaptı.
Tam 14 ay sonra…
Savcı…
Sanıkların tutuklu kalmaması, tahliye edilmeleri gerektiğini söyledi.
Düşünebiliyor musunuz:
Savcı talebiyle, tam 14 ay, iki genç; bir pankart açtılar ve o pankart, o eylem, o talep, o özgürlük, hak beyanı birilerinin hoşuna gitmedi diye tutukluydu…
Ve Savcı, ancak 14 ay sonra, onların hak ve özgürlüklerini kullandığını belirtebilmişti.
***
Lakin, tutukluluk ceza ya…
Başbakan birbiriyle ilgisiz (suç bile olmayan hareketler) ile tutukluluklar arasında bağ kurup sık sık “bedel”den bahsediyor ya..
Hukuk ile gözdağı, adalet ile intikam, kanun ile kin birbirine karışabiliyor ya…
Savcı talebiyle tutuklanan ve 14 ay içeride kalan iki genç…
Savcı talebine rağmen mahkemede serbest bırakılmadı.
Savcı davayı açmasa, tutukluluk bir yana, mahkemeye dahi çıkmayacak iki genç…
Bir yıl iki ay sonra “hak ve özgürlükleri”nin, aha kitapta yazılı Anayasa’nın yeni keşfedilmesine rağmen…
Savcının davanın gerekçesini artık geçersiz saymasına rağmen…
Yine serbest, yine özgür kalamadı!
Yani…
Savcı bu hak ve özgürlük mütalaasını baştan yapabilmiş olsa…
Belki dava bile açılmayacak…
Belki iki gencin hayatından onca zaman, Anayasal hakları olan bir pankart yüzünden çalınmayacak…
Belki Anayasa hakikaten ana ve yasa, hukuk ve adalet manası taşıyacaktı!
***
O toplantıdan geriye “Romanıma bir şeycik” çıktı mı, belli değil ama…
“Çocuklara ceza ve gözdağı”…
İtirazı olana gözdağı gibi bir “demokratik hukuk devleti” karikatürü çıkı çıkıverdi Kibariye!
“Öteki çocuklar”a karşı bu kadar hoyrat, bu kadar gözdağcı, bu kadar intikam heveslisi, bu kadar şüpheci, bu kadar cezalandırıcı, adında onca adalet bulunsa bile adalet duygusu eksik bir sistem…
Bir fırsatını bulduğunda, sizin çocukları da yere serer.
Zaten yapıyor da!
Ne ki…
Tarihin, hayatın, ömrümüzün en büyük cilvesi…
Mağdur mağdurun kurdu…
Yere düşene ilk tekme yerde sürünen bir başkasından Çiçek Osman!
***
Adalet, öncelikle bir felsefe, bir kültür, bir duygudur.
Kanundan ibaret olsa, insan taşa kazıdığından beri değişmezdi maddeler.
Adalet, o gün için var olan, daha önce belki bulunmayan ve yarın da belki değişecek kanunlardan öte bir duygudur…
Bazen onlara bile karşı, onları değiştirmek isteyen, onları insanlar, haklar ve özgürlükler lehine yorumlayan, bunu talep eden bir duygudur…
Adalet güçlülerin kılıcı değil, güçsüzlerin kalkanıdır.
Adalet sadece kara kuru bir mahkeme değil, akıldan da beslenen ama vicdanla büyüyen muhakemedir.
Kim ki, adaleti, kanunları, makamları kılıç ve kırbaç gibi kullanarak güçsüzleri (bir daha) ezmeye kalkışır…
Elinde ister terazi olsun, ister ampul; adalet duygusunu yaralayan duygusuz bir adaleti temsil eder Balık Ayhan!