Geçen yazımızda AKP’nin seçim başarısının nedenlerini değerlendirirken, insanların oy verirken öncelikle ve belirleyici bir biçimde son bir yılın ekonomik verileri, hizmet algısı üzerinde karar verdiklerini vurgulamıştık. Adil Gür, AKP seçmenlerinin yüzde 70’inin hizmete oy verdiğini vurguladığını söylemiştir. Yine AKP Kürt ve Alevi karşıtı saldırgan üslubuyla geleneksel sağ-muhafazakâr kesimleri kendi etrafında merkezileştirme noktasında bir “başarı” göstermiştir, […]
Geçen yazımızda AKP’nin seçim başarısının nedenlerini değerlendirirken, insanların oy verirken öncelikle ve belirleyici bir biçimde son bir yılın ekonomik verileri, hizmet algısı üzerinde karar verdiklerini vurgulamıştık. Adil Gür, AKP seçmenlerinin yüzde 70’inin hizmete oy verdiğini vurguladığını söylemiştir. Yine AKP Kürt ve Alevi karşıtı saldırgan üslubuyla geleneksel sağ-muhafazakâr kesimleri kendi etrafında merkezileştirme noktasında bir “başarı” göstermiştir, ama bu başarı yüzde 10 barajının sağ partilerin tasfiyesinde oynadığı rolle birlikte bu boyutlara varabilmiştir.
Erdoğan’ı ve AKP’yi tartışırken tüm bu dönemin, Türkiye’de kapitalizmin gelişmesinde hızlanma, bu temelde pazar derinliğinin ve sermaye birikiminin muazzam bir hızda artmasıyla karakterize olduğunun altını çizmek gerekiyor. AKP aslında bir yönüyle bu gelişmenin ortaya çıkardığı kimi olanakları çok başarılı bir biçimde kendi lehine kullanmıştır ve bir kez daha tescil olmuştur ki, AKP, her şeyden önce çok başarılı bir rant dağıtım organizasyonudur. AKP, 2008’de kısmen kesintiye uğrasa da, uluslararası piyasalarda yaşanan mali bollaşmanın ürünü olarak Türkiye’ye akan finansal kaynakları, Türkiye kapitalizminin pazar derinleşmesinin ve sermaye birikim artışının ortaya çıkardığı büyük kaynaklarla birlikte etkin bir şekilde kullanmıştır. Bu temel üzerinde rüşvet-tehdit-şantaj denklemini sermaye gruplarına ve halkın en yoksul tabakalarına kadar kendisine en fazla oy sağlayacak bir biçimde başarıyla işletebilen AKP, devletin yeniden yapılandırılma sürecinde kendisine biçilen rolü oynadığı sürece, bu sürecin sonuçlarından yararlandırılmaya devam edilecektir. Elbette bu süreç sadece iç politikaya ilişkin değildir. Bölgesel boyutlarda yaşanan yeniden yapılandırılmada da AKP, mevcut durumda düşünülebilecek en uygun aktör olarak ABD ve AB başta olmak üzere uluslar arası güç odakları tarafından desteklenmeye devam edilmektedir. Seçimlerden birkaç ay öncesine kadar, özellikle Kuzey Afrika’dan başlayarak dalga dalga yayılan halk isyanlarının ve diğer bazı nedenlerin AKP’ye uluslararası boyutlarda açılan kredilerin sonunu getirebileceği biçimindeki analizler de ancak gerçeğin bir yönünü ifade etmektedir. Seçim öncesinde FT ve Economist gibi dergilerde çıkan AKP’ye eleştirel bakan makalelerin de satır aralarına bakıldığında iktidardan düşürülmüş bir AKP’den ziyade tek başına anayasa yapamayacak kadar zayıflamış ama hala belirleyici konumunu sürdüren bir AKP’nin tercih edildiğini görmek mümkün. 12 Haziran Seçimleri sonucunun önemli ölçüde bu beklentiyi karşıladığı iddia edilebilir. En fazla bir iki puan daha zayıf bir AKP, bir iki puan daha güçlü bir CHP tercih edilebilirdi ama AKP ve Erdoğan kimi hamleleriyle bu beklentiye sahip olanları daha azına razı olmak durumunda bırakmıştır.
Belli ki bir dönem daha devr-i AKP’nin sonunu uluslararası dinamiklerden beklemek gerçekçi bir beklenti değildir.
Türkiye’de ekonomik durumun pembe bir tablo sunmaktan uzak olduğunu biliyoruz. Ne kriz Türkiye’yi teğet geçmiştir, ne de insanlar geleceğe düne göre daha güvenle bakabilmektedirler. Hatta tam tersine işsizlik verileri, yoksullaşma ve güvencesizleşme oranları gibi temel ekonomik göstergeler aslında AKP karşıtı etkili bir muhalefetin güçlenmesi için yeterli zemin sağlamaktadır. Ancak bu olgu tek başına yeterli olmamaktadır. Öncelikle bu noktada ciddi bir muhalefet boşluğu vardır. CHP, her ne kadar bir nebze daha sosyal politikaları merkeze alan bir kampanya yürütmüş olsa da, Kılıçdaroğlu’nun tutarsızlıkları ve “Yeni CHP” iddiasının toplum tarafından henüz benimsenmemiş olması nedeniyle bu boşluğu doldurabilmekten uzaktır. Seçim sonuçları da mevcut haliyle devam ettiği sürece CHP’nin ciddi bir muhalefet odağı olamayacağını göstermiştir. MHP zaten siyaseten tümüyle etkisizleşmiştir ve seçim öncesi yarım kalan bir yeniden dizayn operasyonunun kurbanlık koyunu olmanın dışına çıkması zordur.
Öyle gözükmektedir ki, seçimlerden tarihi bir başarıyla çıkan Emek, Özgürlük ve Demokrasi Bloğu Meclis’teki ve Türkiye’deki gerçek ana muhalefet partisi olacaktır. Şimdiden, AKP’nin başarısından ve CHP’nin beklentilerin çok altında kalmasından olağan koşullarda çok daha büyük bir hayal kırıklığı üretecek olan pek çok insanın tesellisi meclise giren 36 Blok vekili olmuştur.
Buradaki önemli nokta Emek Özgürlük Demokrasi Bloku’nun elde ettiği tarihi seçim başarısına rağmen AKP’yi toplumsal ölçekte geriletecek bir güç merkezi olmaktan henüz uzak olduğunun farkında olmaktır. Tarihi seçim başarısının altını çizmek ve 36 vekilden oluşan güçlü parlamento grubunun sunduğu büyük olanakları önemsemek ne kadar gerekliyse, mevcut durumu abartmak da bir o kadar tehlikelidir.