Dilimize pelesenk ettiğimiz demokrasi çıkınından fırlayan cin bundan sonra bakalım bize daha neler vaat edecek? Hangi temel hak ve özgürlükleri? Demokrasiyi hangi kavramlarla konuşup temellendireceğiz? Hangi kavramlarla ayrıştıracağız? Beklenen oldu. Demokrasi dersimizi bir kez daha “devlet eliyle” almış olduk. Şimdi bilançoya bakalım. Demokratik isteklerini en meşru yolla dile getirmeye çalışan halk “eşkıya” ilan edildi. Aralarında […]
Dilimize pelesenk ettiğimiz demokrasi çıkınından fırlayan cin bundan sonra bakalım bize daha neler vaat edecek? Hangi temel hak ve özgürlükleri? Demokrasiyi hangi kavramlarla konuşup temellendireceğiz? Hangi kavramlarla ayrıştıracağız?
Beklenen oldu. Demokrasi dersimizi bir kez daha “devlet eliyle” almış olduk. Şimdi bilançoya bakalım. Demokratik isteklerini en meşru yolla dile getirmeye çalışan halk “eşkıya” ilan edildi. Aralarında 16 yaşında bir lise öğrencisi ve zihinsel engelli bir vatandaş olmak üzere 31 kişi gözaltına alındı. Gelenek bozulmadı, bu kez gözaltında işkence ve dayaktan zihinsel engelli vatandaş da nasibini aldı. Başbakanın adını telaffuz etmeye tenezzül bile etmediği emekli bir öğretmen öldü.
Metin Lokumcu’nun vefatının ardından Başbakan belki de şimdiye kadar yaptığı konuşmalarının en şahikasını yaptı: “Tabii bu arada bir tanesi de kalp krizi geçirerek, kimliğini bilmiyorum, üzerinde durmaya da gerek duymuyorum, ölmüş.” “Muhafazakârlığına” toz kondurmayan, manevi değerlere herkesten daha çok sahip çıktığından dem vuran Başbakana birileri, bu kültürde ölünün arkasından kötü konuşmanın hoş karşılanmadığını, “yas” diye bir şeyin olduğunu hatırlatmayı unutmuştu anlaşılan.
Hafıza-i beşer nisyan ile maluldür. Bilanço bu kadarla da kalmadı. Hopa’da demokrasimizde her daim en muteber, en rutin yöntem olan “Olağanüstü Hal” ilan edildi. “Her ne zaman ki köşeye sıkıştın, durumdan bir olağanüstülük çıkar” düsturuna milletçe neyse ki yabancı değildik.
Aynı Başbakan seçim konuşması sırasında “Polis katiline sert olacağım” diye buyurdu. Sert olmasında bizce hiçbir beis yok ama bakalım öğretmen, gazeteci, yazar vs katilleri de aynı sertlikten nasibini alacak mı? Orantısız güç kullanılması neymiş asıl o zaman göreceğiz.
Hopa’daki vahametin, temel bir hak olan protesto hakkını, her seferinde aynı inat ve kararlılıkla devlete karşı işlenmiş bir suçmuş gibi gören bir zihniyetin sonucu yaşandığını tecrübeyle sabit bir kez daha gördük. Dilimize pelesenk ettiğimiz demokrasi çıkınından fırlayan cin bundan sonra bakalım bize daha neler vaat edecek? Hangi temel hak ve özgürlükleri? Demokrasiyi hangi kavramlarla konuşup temellendireceğiz? Hangi kavramlarla ayrıştıracağız?
İnsanı tanımlamak, özünde, hakların tanımlanmasıdır biraz da. Öldürülen insanların adını ağzımıza almaktan imtina ediyorsak, onlardan merhameti esirgiyorsak, özürlüleri, çocukları gözaltına alıp, bu da yemez deyip üstüne bir de dayak atıyorsak, bırakın demokrasiyi, insanlığımızda bir sorun var demektir. İster eşkıya, ister terörist, protestocu ne derseniz deyin ama önce insana haklarını teslim edin. Doğaya da… Solucanın, ağacın, suyun, yemişin de bu ülkede hak sahibi olduğunun konuşma zamanı çoktan geldi.
İnsan odaklı yasalar, güvenceler bu hakkı hep göz ardı etti. Hopa halkı bizim şimdiye kadar duymadığımız sese, gerçek muhalifin, doğanın, börtü böceğin sesine kulak verdi. İnsanın ütopyasında bir ağaç dalının, derenin, yemyeşil bir cennetin yer almasının ne sakıncası var? Son söz benim önerim şu: seçimden sonra Başbakan, Karadeniz’de bir derenin kıyısına gidip, kakofoniden uzak su sesi dinlesin. Thoreau gibi üç iskemle alsın yanına, biri dostları için, biri Hopalılar için, biri de münzeviliği için…