CHP’de önemli bir kırılma noktası Deniz Baykal’ın olduğu iddia edilen video görüntülerinin piyasaya sürülmesiydi. Nitekim özel görüntülerin yer aldığı video nedeniyle Baykal istifa ettiğini açıklamış ve konuşmasında dikkat çekici bir şey söylemişti; “Bu çerçevede başka bir sorumlu arayışına çıkacaklara yardımcı olmak üzere, ABD’den, Pelsilvanya’dan aldığım üzüntü ve destek mesajlarının samimiyetine inandığımı da söylemek isterim.” Kimine […]
CHP’de önemli bir kırılma noktası Deniz Baykal’ın olduğu iddia edilen video görüntülerinin piyasaya sürülmesiydi. Nitekim özel görüntülerin yer aldığı video nedeniyle Baykal istifa ettiğini açıklamış ve konuşmasında dikkat çekici bir şey söylemişti; “Bu çerçevede başka bir sorumlu arayışına çıkacaklara yardımcı olmak üzere, ABD’den, Pelsilvanya’dan aldığım üzüntü ve destek mesajlarının samimiyetine inandığımı da söylemek isterim.” Kimine göre bu Fethullah Gülen’e karşı bir iğneleme ve gönderme, kimine göre ise olağan bir teşekkürdü.
Bana kalırsa CHP’deki dönüşümün başlangıcı bu olay değildi. Bundan çok çok önce CHP örgütsel yapısından beklenmeyecek manevralar gösteriyor, AKP’nin organik aydınlarını dahi şaşırtmayı başarıyordu. CHP gibi ideolojik formasyonu katı bir parti açısından, çarşaflı kadınlara altı ok rozetini takmak inanılmaz bir değişimi simgeliyor, ancak parti içinde çarşaflı üyelere tepki gösteren taban bunu kabullenmiyordu. Bazı illerde partili kadınlar çarşaf yırtarak tepkilerini dile getiriyordu. Bu dönemde CHP, aydınlar tarafından da çift taraflı kıskaca alındı; ulusalcı çizgide yer alanlar çarşaf açılımını alabildiğine eleştiriyorlar, partideki politika değişikliğini nefretle karşılıyorlardı. Buna karşın liberal, İslamcı ya da muhafazakar kanat ise çok küçük bir memnuniyetle karşılasa da, Baykal’ın samimiyetine inanmamaktaydılar. Neredeyse asırlık bir ‘elitist’ parti, nasıl iki günde ‘halkın partisi’ olabilirdi? Üstelik CHP üzerinde toplumun neredeyse tümünün onayına dayanan inanılmaz bir ideolojik baskılama kendisini gösterdi. Buna göre CHP’nin başarısızlığının nedeni Atatürk, cumhuriyet, laiklik gibi yapay ve halkın huzurunda somut gereksinimlere denk düşmeyen kavram kümelerinin devamlı vurgulanmasıydı. CHP’ye devamlı olarak “projeler ve ekonomi politikalarındaki alternatifler”iyle halka gitmesi salık verildi. Yegâne başarı ve iktidar yolunun bu olduğu söylendi.
“Yeni Türkiye“nin CHP’deki bu -görece- değişimi bekleyecek vakti yoktu. 10 yıl önce askerlerin belirlediği siyasetin hatt-ı güzergâhının sivillerin eline geçtiği ve generallerin ardı ardına hapse atıldığı bir ortamda bu ivedi dönüşümlere uyum sağlamak, öyle bir kaç rozet, türban konusundaki gevşek söylemler ve göz boyayan üç beş teknikle olamazdı. Düzenin acilen toplumun geniş kesimlerinin onayına ihtiyacı vardı. Baykal, çarşaf ve türban açılımıyla gerekli mesajı aldığını göstermişti. Aslında Baykal, iyiydi iyi olmasına da yetersizdi. Hem parti içerisindeki ilişkileri “istenilen” dönüşümü gerçekleştirmesini engelliyordu. Köklü bir değişim, rızayla olmuyorsa zorla olmalıydı ve oldu da. 10 dakikalık bir görüntü kaydı, Baykal’ın yine mesajı aldığına delaletti ve Baykal beklendiği gibi istifa etti. Evet mesajı yine almıştı, çünkü istese Baykal görüntülerdeki kişilerin kendisi olmadığını iddia edebilir, suçlamaları reddedebilirdi(1). Ancak öyle olmadı ve Baykal görevi bıraktı. Mesajın Baykal’a iletildiğini görenler, videonun sonundaki “devamının geleceği”ne dair tehditlerini somutlaştırma gereği duymadılar.
Baykal gitti, yerine Kılıçdaroğlu geldi. Kılıçdaroğlu’nun ilk yaptığı işlerden biri çarşaf açılımının arkasındaki isim ve ‘CHP içerisindeki Erdoğan’ olarak gösterilen Gürsel Tekin’i genel başkan yardımcılığına getirmek oldu. Ardından MYK’nın belirlenmesine sıra geldiğinde ise parti içerisindeki saflaşma netleşti ve CHP içerisindeki dönüşüm yepyeni bir rotaya girdi. CHP’nin (ulusalcıklarıyla bilinen) ağır topları bu listenin dışarısında kaldılar ve partinin en önemli karar organında söz sahipliğini yitirmiş oldular. Yani artık CHP’yi yıllardır yönlendiren kemik kadrolar belirleyici olamayacaktı. Bu isimlerin başında bulunan Önder Sav’ın söz konusu tasfiyeden sonraki açıklamaları yeterince açıklayıcıdır;
“Laiklik başka kavramlarla anlatılmaya çalışılamayacak kadar engin bir kavram ve aklın ve bilimin öncülüğündeki ulusal devletin, ulusal bağımsızlığın, demokratik hukuk devletinin olmazsa olmazıdır.”
(2). Yani haberi alır almaz ilk bu cümleleri dile getiren Önder Sav, tasfiyesinin nedenini laiklik savunucusu olmasına bağlıyordu. Kılıçdaroğlu’nun önceki açıklaması da önceden verilmiş bir cevap niteliğindeydi; “Laikliğe takılıp kalmışız, asıl giden sosyal devlettir.” (3)
CHP’de dönüşüm artık sembolik düzeyde kalmıyor, önemli bir eşik aşılıyor ve Sav’la beraber ekibi artık istenmiyordu. Tasfiye edilen bir kaç dinozor şahsiyet değil, bir zihniyetti. Ancak yeni yönetim boş durmuyor ve söz konusu değişimi hızlandırmak istiyordu. Bu sıralarda Nakşibendi şeyhi Halit Hoca’nın İlahiyatçı torunu Muhammed Çakmak, parti meclisine transfer oluyordu. Çakmak o günlerde gündeme damgasını şu sözlerle vurdu; “Halit Hoca’nın torunu olmak benim için ayrıcalıktır. Hayatımın en önemli şeref madalyası olarak göğsümde taşıyacağım bir hadisedir(…) Görünen o ki Fethullah Gülen bilge bir adam, Türkiye’nin meselelerine kafa yoran bir adam…” Tespiti çok zor değil, bu sözler eski CHP’nin kaldırabileceği sözler değildi…
Seçimlere yaklaşırken buna benzer mesajlar artmaya başladı. Kılıçdaroğlu 22 Ekim’de açıklamada “Laikliği tehlikede görmüyoruz” çıkışını yaptı, 25 Ocak’ta ise Cumhuriyet devrimlerinin yanlışlığına dair daha somut bir açıklama yaparak “Tarikatlara karşı değiliz” cümlesini sarf etti(4). Bu açıklama CHP’nin resmi tezlerinde bir restorasyon demekti; buna göre cemaat artık ‘devleti ele geçirmeye çalışan bir (illegal) örgüt değil’, bir sivil toplum örgütüydü. Değişimin rotası, 1980 sonrası pompalanan neo-liberal/muhafazakâr tezlerin göbeğiydi. Ardından seçimlere son düzlükte Gürsel Tekin, “AKP artık şeriat istemez” açıklamasıyla “şaşırtırken” (5), 11 Mayıs’ta Muhammed Çakmak MHP tarafından “Gülen’e fatura edilen iftiraların sonlandırılması“nı istedi (6) ve son olarak eskilerden Mustafa Özyürek 27 Mayıs’ta tartışmalara son noktayı koydu; “Türkiye’de ve dünyada okullar açmış bu saygın kişiliğe iftira atmayı bırakın!” (7). Selam gönderilen yer, Pelsilvanya’ydı…
Büyük Ortadoğu Projesi, AKP ve Gülen cemaatinin siyasal, ekonomik ve ideolojik hedefleri göz önüne alındığında “Yeni Türkiye”nin muhalefet de “yeni” olmalıdır. Ekonomi politikaları açısından hiçbir düzen partisinin -elle tutulur- bir farklılaşmaya gidemeyeceği zaten aşikârdır. Ancak burjuva laikliğini ve 1923 paradigmasını savunan, dinci-gericiliğe karşı sınırlı da olsa mesafesi olan bir CHP, istenilen bir CHP değildir. “Yeni CHP“nin hiçbir temel konuda (sadece ekonomik değil, aynı zamanda ideolojik kodlar bakımından da) AKP’den ayrılmaması gerekir. Gülen cemaatinin bir sivil toplum örgütü olduğu ve ülkedeki etkinliğinin kayıtsız şartsız kabulü bunlardan bir tanesidir. Bir diğer başlık dış politika, özünde ise ABD ve AB ile ilişkilerdir. Kılıçdaroğlu’nun Libya müdahalesi sırasında hükümetin dış politikasını takdir etmesi bunun en canlı örneğidir (8). (2003’ü hatırlayalım. Eski CHP Irak işgalinde üslerin kullanılması oylamasında “hayır” oyunu verebilmişti). Bunun dışında siyasi perspektif olarak da örneğin cumhuriyet mitinglerine kurumsal katılım sağlayan ve içi boş da olsa “Ne ABD Ne AB Tam Bağımsız Türkiye” sloganlarının atıldığı bir ortamda var olabilen eski CHP’nin aksine “Yeni CHP“nin burada kesinlikle yeri yoktur, tam te
rsine “Yeni CHP“nin görevi “toplumdaki Amerika karşıtlığını törpülemek”tir (9). Sonuç açık, CHP’deki sancılar, belirsizlikler ve bulantılar, kaçarı yok yeni rejime çözülmek durumundadır.
Bu değişim/dönüşüm süreci pürüzsüz ve sancısız olmayacaktır. “Asker kağıttan kaplanmış” gibi sözler ya da cemaate yöneltilen eleştiriler ara sıra duyulacak, ancak bu söylemlerin sahibi özneler linç edilecektir (10). Çünkü CHP; ordu/AKP dikotomisinin olmadığını, orduyla AKP’nin birbirine dışsal, birinin boşalttığı alanın diğeri tarafından doldurulmadığını artık anlamıştır.
Tüm bunlarla beraber “Yeni CHP” tam da “Yeni Türkiye“nin partisi olacağını seçimden çok önce topluma ilan etmiş, uluslararası güçlere de bu konuda gerekli garantileri vermiştir. Avrupa parlamentoları dolaşılıp artık hazır olunduğuna uluslararası makamlar ikna edilmeye çalışılmış, AKP bu güçlere yeterince şikâyet edilmiştir. Beklenti, halkın ve toplumun öz güçlerinin değil, uluslararası güçlerin AKP’den vazgeçmesidir.
Ancak seçim sonuçlarından da anlaşıldığı üzere CHP henüz hazır ve gerekli değildir. AKP’lileşen bir CHP’ye, aslı varken henüz gerek duyulmamaktadır. Henüz CHP yeterince de AKP’lileşmemiştir. Bugün yaşanan sancılar tam olarak budur ve sancılara neden özneler saf dışı bırakılana kadar CHP bir seçenek olarak yerini alamayacaktır. Türkiye; BOP, AKP ve Gülen cemaatinin yörüngesinde seyre daldığı sürece, CHP’deki dönüşüm er ya da geç tamamlanacak, zaten ekonomi politikasında AKP’den kayda değer herhangi bir farklılığı bulunmayan CHP, siyasi ve ideolojik bakımdan da AKP’nin çizgisine oturacaktır/oturmaktadır. Formül çoktan hazırdır; “İktidar olmak istiyorsan başka çaren yok!”
Seçim barajının ilk defa bu kadar işlevselleştirildiği 12 Haziran seçimlerinde bir gerçek daha AKP tarafından yüzümüze çarpılmış durumda; o da siyaset arenasında hangi özne varsa “yeni“lenmesinin “zorunluluğu”dur. Sabah akşam “yeni rejimin” ideoloji görevlileri aynı gerçeği bize haykırıyorlar ve tüm toplumsal grup ve aktörleri gerçekçi olmaya davet ediyorlar. Onların bu tavsiyelerinin ötesinde zaten eğer “Yeni Türkiye” yaratılacaksa, düzenin diğer öğelerinin anakronik kalması söz konusu değildir. Rejimin açıldığı yeni sularda, düzenden beslenen hiçbir özne akıntıya karşı koyamaz. Nitekim bazı toplumsal gruplar rızayla, değişime direnenler ise zorla dönüştürüleceklerdir. Ancak örneğin SP ve BBP bu dönüşüme dünden razıdır ve herhangi bir müdahaleye gerek duyulmamaktadır. Burada asıl sorun düzenin önemli bileşkesi CHP ve MHP’nin rollerini “layıkıyla” yerine getirip getiremeyeceği meselesidir. Ancak unutulmamalıdır ki, bu mesele, asla şansa bırakılmayacaktır. CHP’deki operasyon başarıyla tamamlanmıştır. Sırada ise MHP vardır. “Hayır”cı bir MHP, anayasa değişikliğine destek vermeyen bir MHP dönüşüme mahkûmdur. “Derin devletin tasfiyesi” olduğu iddia edilen davalardan tereyağından kıl çeker gibi ayıklanan MHP, “ayıp etmekte” diyet borcunu yeterince ödeyememektedir. Seçim öncesi yarım bırakılan bu operasyon muhakkak tamamlanmak zorundadır ve öyle de olacaktır.
Zorla dönüştürülmek istenenler arasında ise bugün sol vardır; gözaltı, işkence ve “hukuksuz” yargılamalarla bu süreç Hopa’da tepe noktasına ulaşmış ve halen devam etmektedir. Solun akıbeti belirlemek için CHP de olanca gücüyle çalışacaktır. Solu ikna etmek için hep ‘aşamacılık’ yöntemi kullanılacaktır. Başkanlık sisteminin engellenmesi, AKP’nin yeni anayasa yapmaması gibi adımlar gösterilerek, solun CHP’ye yedeklenmesi beklenecektir. Bir nevi ölümü gösterip, sıtmaya razı etme politikası. Solun -zaten sınırlı olan- dinamizmi “yeni rejim“e tahvil edilmeye uğraşılacak, bu başarıldığı oranda yeni paradigmaya karşı toplumsal onayın çeperi genişletilecektir.
Eski ve yeni arasındaki kopuşları ifşa etmek teorinin görevidir. Bu ayrıksılaşmayı göstermek, eskinin ya da yeninin güzellemesi yani bir bakıma kişisel duyguların ortaya konulması değil, bilimsel kategoriler aracılığıyla değişimi anlamaktır. Rejim ve devlet biçimleri arasındaki farklılaşmaları, (varsa) siyasi partiler arasındaki özgüllükleri ve siyasi partilerin bizatihi kendilerinin yaşadığı değişimleri gözetmeden, yaşanmakta olan kültürel, siyasal, ekonomik ve toplumsal dönüşümü anlamlandırma olanağı bulunmamaktadır.
Dipnotlar:
(1) İlginçtir, Emniyet görüntülerdeki kişilerin zaten tespit edilemediğini açıklamıştı. Bu anlamda Baykal’ın eli bilimsel kanıtlarla da desteklenmişti. http://www.haberturk.com/gundem/haber/517661-emniyetin-kaset-raporu-aciklandi
(2) http://www.ntvmsnbc.com/id/25147872
(3) http://www.ntvmsnbc.com/id/25145532/
(4) http://www.ilk-kursun.com/2011/03/kilicdaroglu-inanc-gruplarina-saygiliyiz-tarikatlari-yasaklamamak-lazim/
(5) http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetayV3&ArticleID=1048037&CategoryID=78
(6) http://www.samanyoluhaber.com/h_553845_chpli-muhammed-cakmak-elinde-belge-olmadan-gulene-iftira-atan,-yuzyilin-mufterisidir.html
(7) http://www.istanbulhaber.com.tr/haber/chpli-ozyurek-kaset-iddialarinda-guleni-savundu-82670.htm
(8) http://haber.gazetevatan.com/chp-liderinden-hukumete-destek/366243/1/Haber
(9) http://haber.sol.org.tr/devlet-ve-siyaset/chp-amerikan-karsitligini-dengeleyecekmis-haberi-41811
(10) Süheyl Batum bu sözlerinden dolayı Kılıçdaroğlu tarafından azarlanmış ve ‘ordu hakkında konuşma görevi genel başkanlık makamına aittir’ sözleriyle hizaya getirilmiştir. Bir meclis toplantısında Gülen cemaatini eleştiren İsa Gök’e karşılık ise Kılıçdaroğlu Gök’ün sarfettiği cümlelerin kişisel görüşleri olduğu ve partiyi bağlamadığını ilan etmiştir.
http://www.medyafaresi.com/haber/58821/guncel-kilicdaroglu-gulene-cete-diyen-isa-goke-cok-kizdi.html
http://www.haberturk.com/gundem/haber/599009-batumun-sozleri-ve-tepkiler