“Arkadaşımız kendini Ulubatlı Dilşat zannediyor, o yüzden son günlerde panzerin üzerinde bayrak sallandırmaya pek bir hevesli” demeyeceğiz, kimsenin endişesi olmasın. Kaldı ki, panzerin üzerinde ne işi olduğunu Dilşat Aktaş çok açık bir şekilde kamuoyuna açıkladı ve hiçbir şeyi yanıtsız bırakmadı… Başbakan, Bakanlar, yandaş basın, medya patronları, köşe yazarları… Hepsi yanıt bekliyor. “Bu kızın, panzerin üzerinde […]
“Arkadaşımız kendini Ulubatlı Dilşat zannediyor, o yüzden son günlerde panzerin üzerinde bayrak sallandırmaya pek bir hevesli” demeyeceğiz, kimsenin endişesi olmasın. Kaldı ki, panzerin üzerinde ne işi olduğunu Dilşat Aktaş çok açık bir şekilde kamuoyuna açıkladı ve hiçbir şeyi yanıtsız bırakmadı…
Başbakan, Bakanlar, yandaş basın, medya patronları, köşe yazarları… Hepsi yanıt bekliyor.
“Bu kızın, panzerin üzerinde ne işi vardı?”
“Kız mıdır, kadın mıdır” bilmiyoruz aslında… Tek bildiğimiz, “başörtülü hanım kardeşlerimizden” biri olmadığı…
Aslında biz de bazı sorular soruyoruz durmadan, ancak, henüz hiçbirine yanıt alamadık…
“IMF heyetlerinin bu ülkede ne işi vardı” diyoruz örneğin, susuyorlar…
“İncirlikte Amerikan askerinin ne işi vardı” diyoruz, yanıt veren olmuyor…
“184 ülke gezmekle övünen Başbakanın uçağında işadamlarının ne işi vardı” diyoruz, geçiştiriyorlar…
Bir Başbakan ile bir Genelkurmay Başkanının Dolmabahçe’de ne işi vardı” diyoruz, “devlet sırrı” deniyor…
“Yüz binlerce soru kitapçığının içinde şifrenin ne işi vardı” diyoruz, yok diyorlar, yalan diyorlar…
Bizim de “ne işi vardı” diye biten yüzlerce sorumuz var. Hiçbirini yanıtlamadılar, ama biz onların sorusunu yanıtlayacağız…
“Arkadaşımız kendini Ulubatlı Dilşat zannediyor, o yüzden son günlerde panzerin üzerinde bayrak sallandırmaya pek bir hevesli” demeyeceğiz, kimsenin endişesi olmasın. Yüzüne gelen yumruk da dahil, son günlerde bedeninde kırılmadık kemik bırakmadılar, ama çok şükür, henüz kafası kırılmadı ve akıl sağlığı tamamen yerinde…
Kaldı ki, panzerin üzerinde ne işi olduğunu Dilşat Aktaş çok açık bir şekilde kamuoyuna açıkladı ve hiçbir şeyi yanıtsız bırakmadı… İhtiyaç hasıl olursa yeniden konuşur elbette, şimdi gerçekten dinlenmesi lazım. Ona dair en öncelikli temennimiz, bir an evvel sağlığına ve eski gücüne kavuşması…
Asıl hazımsızlık, Dilşat Aktaş’ın sadece panzerin üzerinde olması değil… Her türlü şiddet ve nefreti, her türlü sömürü ve yalanı kendileri için meşru görenlere, mutlak bir hak olarak gördükleri itibar ve saygınlığın bir türlü sergilenmemesi… Metin öğretmen biat etmediği için öldürüldü. Dilşat’ın kemiklerini bu yüzden kırdılar. Başarılı bir tiyatro oyuncusu bu yüzden uyarıldı ve azarlandı. Yumurta atan çocuklara bile, bu yüzden en ağır cezaları veriyor, öldüresiye dövüyorlar… Çünkü onlar ezber bozanlar…
Onları susturmanın bir yolu yok… Birkaç gün gözaltında tutup, bütün iş ilişkilerini dondurmakla, şirketlerine vergi müfettişlerini yığmakla tehdit edemezsiniz onları… Dolgun bir maaşla köşe yazarlığı yaptığı gazeteden kovdurmakla sindiremezsiniz… Kasasında bulunan yüz binlerce Euro’ya el koymakla korkutamazsınız… Türkiye’nin en zengin işadamlarından birini korkutmak, sindirmek, susturmak çok daha kolaydır. “Böyle bir risk aldıysa, bunun bedelini de öder” dediğinizde, bu işadamı, ödenmesi gereken bedelin içinde ne çok sıfır olduğunu hemen anlar. “Ben öyle demedim, ben öyle kastetmedim, ben aslında yanlış anlaşıldım” gibi cümleler, bu nedenle duyulmaz onların ağzından…
Üç milyon dolar vergi borcu çıkartıp tahakküm altına alamazsınız onları… Bütün şirketlerine el koyup, Avrupa’daki malikânelerde yaşamaya mecbur edemezsiniz… Evlerindeki Grup Yorum kasetleri yüzünden istediğiniz an, istediğiniz hücreye tıkarsınız, ama onları toplumun vicdanında mahkûm ettirecek bir “kaseti” kurgulayamaz, servis edemezsiniz…
Bu yüzden, aslında bir soru değil bu…
Bu yüzden bu ülkenin yoksullarına sorulmuyor, yanıt onlardan beklenmiyor aslında.
Bir ay önce, iki göz odalı evi bu panzerlerin korumasında yerle bir edilen vatandaşa, “bu kızın panzerin üzerinde ne işi vardı” diye soramazsınız çünkü…
Başbakanın konvoyu dört kilometre uzaktan geçiyor diye yere yatırılan, dakikalarca yüzükoyun bekletilen köylüye, basılmayan bir kitap yüzünden günlerce sorgudan geçirilen yazara, iktidar partisinin flamasını elinin tersiyle itti diye gece evi basılan kamu çalışanlarına, 8 Mart dünya emekçi kadınlar gününde acımasızca dövülen, yerlerde sürüklenen kadınlara da soramazsınız…
Bir soru değil, sadece bir tehdit bu…
Ve istedikleri kadar yüksek sesle sorsunlar…
İstedikleri kadar korkutsunlar sorarken…
Bu ülkede, “Bu panzerin, Dilşat’ın ayaklarının altında ne işi vardı” diyenler de var… Hem de fazlasıyla…
* Gökhan Ulusan
Büro Emekçileri Sendikası (BES) Ankara 2 No’lu Şube Yönetim Kurulu Üyesi