Artık genel bir sürdürülemezlik tablosu ortaya çıkmış bulunuyor. Bu durumdan çıkmak, kapitalizmi aşmak, yeni bir şey yapmak, mümkün ve gereklidir. Gereklidir zira, bütün bu olup-bitenler, insan iradesini aşan insan üstü güçlerin marifeti değildir… Eğer yüz yüze geldiğimiz insâni ve sosyal kötülükler, ekolojik riskler, birilerinin verdiği kararların, tercihlerin, politikaların sonucuysa ki, öyledir… o zaman başka insanların, […]
Artık genel bir sürdürülemezlik tablosu ortaya çıkmış bulunuyor. Bu durumdan çıkmak, kapitalizmi aşmak, yeni bir şey yapmak, mümkün ve gereklidir. Gereklidir zira, bütün bu olup-bitenler, insan iradesini aşan insan üstü güçlerin marifeti değildir… Eğer yüz yüze geldiğimiz insâni ve sosyal kötülükler, ekolojik riskler, birilerinin verdiği kararların, tercihlerin, politikaların sonucuysa ki, öyledir… o zaman başka insanların, başka tercihleri, başka politik pratikleriyle de pekâlâ başka şey yapmanın, başka türlü yapmanın da yolu açık demektir…
Eskiden, “Ol mâhiler ki derya içredirler, deryayı’ bilmezler” denirdi… “Balıklar denizde yaşar da denizi bilmezler”… Maalesef ‘insanlar da ‘kapitalist bir dünyada yaşıyorlar ama kapitalizmi bilmiyorlar…” Oysa şu kapitalizm denilen musîbet, şu Allahın belası sistem, insan yaşamının her veçhesini, her anını, belirliyor, biçimlendiriyor, biçimsizleştiriyor, çarpıtıyor, dejenere ediyor, her gözeneğine nüfûz ediyor, akıl almaz bir tsunami gibi her şeyi kapsıyor, sayısız insânî, toplumsal, ekolojik kötülüklere kaynaklık ediyor. Velhasıl tam bir sürdürülemezlik, sürdürülebilemezlik durumu ortaya çıkarmış bulunuyor…
Ve fakat, egemen söylem, tam da kapitalizmin sürdürülebilemezlik durumu ortaya çıkardığı bir zamanda ve tuhaf bir şekilde, sürdürülebilir kalkınma söylemini peydahlamış bulunuyor. Bilindiği veya bilinmesi gerektiği gibi, bu tam bir ideolojik manipülasyondur. Zihinsel bir dalaveredir. Bu bir oxymoredur ki, oxymore, yan yana getirilmesi caiz olmayan, uygun olmayan, antinomik, karşıt anlamlı iki kelimeyi veya kavramı yan yana getirmeye deniyor: Faizsiz bankacılık gibi, parlak karanlık gibi… Hem banka olacak hem de faizsiz olacak! Böyle bir şey mümkün müdür? Oysa, bu dünyada ve kapitalizm geçerliyken kalkınma diye bir şey mümkün değildir. Ve esasen kapitalizm koşullarında kalkınma denilen sermayenin büyümesidir, sermayenin genişletilmiş ölçekte yeniden üretilmesidir. Sermayenin büyümesi eşittir kalkınma şeklinde bir özdeşlik varsaymak abestir. Kalkınma diye bir şey mi var da, sürdürülebilirliğinden söz edilsin?
Eğer balıklar ‘denizde yaşadıklarını bilselerdi’ durum değişir miydi? Zira, balıklar ölüyor, hızla yok oluyor… Bu soruyu tartışmayı sonraya bırakarak, geçerken şu kadarını söyleyebiliriz: Eğer insanlar ‘kapitalist bir toplumda yaşadıklarını bilselerdi, velhasıl kapitalizmi bilselerdi, anlasalardı, onu anlayacak yüksekliğe çıkabilselerdi, balıkların ölümünü engelleyebilirlerdi… Başka türlü ifade edersek, insan soyu böyle bir saçmalığa izin vermezdi… Balıkların ölümü, kapitalist mantığa göre işleyen bir yıkıcı bir sistemden, bir üretim, tüketim ve yaşam tarzından kaynaklandığına göre…
Şimdilerde kapitalist sistemin [ki, kapitalizm emperyalizmdir] tartışmasız bir sürdürülebilemezlik tablosu ortaya çıkardığı bir vakıa ise eğer, bu, neden böyle bir durumun ortaya çıktığına açıklık getirmeyi, anlaşılır kılmayı, bilince çıkarmayı gerektirir… Bunun da yolu kapitalizmi anlamaktan geçebilir… Fakat daha önce kısaca da olsa, kapitalizmin anlaşılmama sorunu üzerinde durmamız gerekiyor. Ya da anlaşılmama ne ile ilgilidir? Hangi nedenler kapitalizmin anlaşılmasını engelliyor, değilse zorlaştırıyor? Bu soruya açıklık getirmek için de, başka bir soruyla devam edebiliriz: Kapitalizmi kendinden önceki üretim tarzlarından, sosyal formasyonlarlardan, medeniyetlerden ayırt eden hangi özellikler/ farklılıklar söz konusudur?
İlk hatırda tutulması gereken şudur: Kapitalizmin eni-sonu 500 yüzyıllık geçmişi var. Oysa insan soyunun geçmişinin bir kaç milyon yıl kadar, akıl sahibi insan anlamına gelen homo sapiens‘in de 50 bin yıl kadar geriye giden tarihi olduğu söyleniyor.
Dikkat edilirse, 500 yüzyıllık kapitalizm çağı, insanlık tarihinde sadece küçük bir parantez. Buna rağmen bu kadarcık zamanda insanlığın ve uygarlığın geleceğini tehlikeye atmış bulunuyor. O halde vakitlice kapitalizmden çıkmak, parantezi kapatmak gerekiyor.
Kapitalizmin anlaşılmama sorunu söz konusu olduğunda iki tür nedenden söz edebiliriz: 1. Anlamamanın/anlaşılmanın engellenmesinin bilinçle veya ideolojiyle ilgili nedenleri; 2. Kapitalizmin yapısından, işleyişinden, temel dinamik ve eğilimlerinden, velhasıl kapitalizmin bizzat kendisinden kaynaklanan nedenler.
Bilinçle ilgili unsurların başında da, kapitalizmi neredeyse bir dünya cenneti olarak sunan şu iktisat bilimi denilen ideolojik safsatalar geliyor. Üniversitelerde sadece bilim değil, sosyal bilim dallarının en serti [doğa bilimlerine en yakın olan anlamında] olarak okutulan iktisat, [economics diyorlar], aslında bilimler dünyasıyla değil, ideolojiler dünyasıyla ilgilidir. Kapitalist sınıfın ihtiyacına cevap verdiği için, kapitalizmi meşrulaştırdığı için, bilim sayılıyor ve yere göğe de konmuyor. Oysa, iktisat bilimi denilen ideolojik safsataların iki şeyle ilgisi yoktur: Birincisi, bilimle bir ilgisi yoktur; ve ikincisi de bu dünyanın gerçekliğiyle bir ilgisi yoktur.
Marx’ın devasa eseri Kapital‘in alt-başlığı: bir ideoloji olarak Ekonomi Politiğin Eleştirisidir. Sadece Ekonomi Politiğin Eleştirisi değil. Eğer Samir Amin’in de isabetli bir şekilde söylediği gibi, “ekonomi politik ideolojisinin eleştirisi” olarak değil de, sadece “ekonomi politiğin eleştirisi” olarak alınırsa, o zaman onu bazı kötülüklerden, bazı olumsuzluklardan arındırarak işe yarar hale getirmek mümkündür anlamı çıkar. Ama ideoloji söz konusuysa eğer, tartışmanın zemini de bambaşka olacak demektir. Şimdilerde zaten ekonomi politik de denmiyor. Sadece economics [iktisat] deniyor… Öyleyse sadece ideolojiden arınmış değil, politikadan da arınmış saf bilim hoş geldi safa geldi…
Netice itibariyle, bilimsellik retoriği altında kapitalist sınıfın [burjuvazinin] sınıfsal/tarihsel çıkarına uygun olarak üretilmiş ideolojik tezler sayesinde, tam bir ücretli kölelik sistemi olan kapitalizmi meşrulaştırmak mümkün hale gelebiliyor. Onun için bu alanda yürütülecek radikal ideolojik mücadele, karşı hegemonya oluşturmak için vazgeçilmezdir. Nitekim, geçerli iktisat ideolojisi, kapitalizmi rasyonel yegane sistem olarak sunmayı şimdilik başarabiliyor.
Kapitalizmin kendisinden kaynaklanan neden, kapitalizmde sömürünün gizlenmişliği, saklanmışlığı, görünmezliğidir. Bilindiği gibi, kapitalizmi önceleyen üretim tarzlarında sömürü saydamdır. Kölecilik durumu söz konusu olduğunda, efendinin zenginliğinin köle emeğine dayandığı açıktır. Kapitalizm öncesi dönemin haraca dayalı sosyal formasyonlarında ve onun feodal denilen versiyonunda yönetici/bürokratik elitin ve soylular sınıfının zenginliğinin de üretici köylüden [reaya, serf] alınan haraca ve/veya zorunlu çalışmaya dayandığı açıktır. Oysa, kapitalizmde saydamlığı ortadan kaldıran, sömürüyü gizleyen bir şey var: Orada işçi kapitalist patrona emeğini değil, iş gücünü, çalışma kapasitesini, çalışma/üretme yeteneğini satıyor ama emeğini sattığını sanıyor… Şöyle: diyelim ki, bir işçi bir kapitalist için günde 8 saat çalışıyor, ve diyelim ki, çalışma gününün ilk 4 saatinde aldığı ücrete eşit bir değer üretiyor. Geri kalan 4 saatte ürettiği değere kapitalist artı-değer olarak el koyuyor. İşçi 8 saatlik iş gününün sonunda eve dönerken, 8 saatin karşılı