Başlarken biraz batı liberal demokrasisinden bahsetmekte fayda var. Demokrasi diye somut, ayakları yere basan, söyleyince herkesin kafasında şekillenen bir kavram yoktur. Ancak somut olarak dünya siyasal yaşantısı içinde liberal iştirak bütün arenaya hâkim oldukça sıkça tekrar edilir oldu. Bundan daha ziyade, bütün siyasal nosyonları kendi etrafında toplayıp, biçimlendiren bir hal söz konusu. Yani kazara “anti-demokratik”lik […]
Başlarken biraz batı liberal demokrasisinden bahsetmekte fayda var. Demokrasi diye somut, ayakları yere basan, söyleyince herkesin kafasında şekillenen bir kavram yoktur. Ancak somut olarak dünya siyasal yaşantısı içinde liberal iştirak bütün arenaya hâkim oldukça sıkça tekrar edilir oldu. Bundan daha ziyade, bütün siyasal nosyonları kendi etrafında toplayıp, biçimlendiren bir hal söz konusu. Yani kazara “anti-demokratik”lik ile suçlanmayın. Liberallerin bu büyütüp kutsal hale getirdikleri demokrasi kavramının ne olduğuna biraz bakalım; bu kavramın bize önerdiği tek şey bir hukukilik zemini yaratmasıdır. Yani toptan bir hukuki bağlayıcılık söz konusudur. Ve bildiğimiz “seçim sisteminin” kendisi önerilip durur.
Aslında bunların tamamı işlevsizdir. İşlevli gibi görünür. Plasebo denilen şey işte bu noktada başlar. Ya da daha popüler bir örnek vermek gerekirse, asansörün kapanma tuşu gibidir. Siz basınca psikolojik olarak daha çabuk kapandığını sanırsınız kapının ama aslında normal kat tuşuna basmanızla geçen süre arasında bir fark yoktur. Demokrasi nosyonu işte sizi sürekli iyileştirmeyi niyetler. Ama hiçbir zaman tam olarak gelmez, ertelenir ve size hep gelmek üzere olduğu öğütlenir.
Beni daha çok rahatsız eden kısmı ise solun bu liberal tavra karşı, açıkça bir hezimet almış gibi bu “demokratik”lik nosyonunun yeniden üretimini sağlamalarıdır. “Asıl demokratik biziz!” Bu karşı-konumladırım çabalarının sol içinde oldukça fazla örneği de mevcuttur. Ancak yapılması gereken bu yenilgi anında Zizek’in ünlü lafzını hatırlamaktır; “Böylesi durumlarda, yapılması gereken bu liberal tabulara toptan tecavüz etmektir: ‘anti-demokratiklikle’, ‘totalitaristlikle’ suçlanıyorsak ne olmuş yani?”
Küresel liberal kapitalizmin partizanları -Afrika’yı ve bütün 3. Dünya ülkelerini- bekleyen tek seçeneğin, batılı liberal kapitalizmi kucaklamak ya da kendi totaliter-dinsel hapishanelerinde yüce diktatörleriyle baş başa kalmak olduğunu sanıyorlar. Ama ya bu ikisinin birleşiminden oluşan bir üçüncü yol varsa? Yani mevcut politik sınıfın üyelerinden oluşan yeni bir yönetici seçkin sınıfı oluşur ve Batı’ya kendilerini Batı yanlısı olarak gösterirken “hakiki ‘demokratik’ dönüşümleri” sonsuza kadar erteleyerek bunu da özgül koşullarla meşrulaştırmaya kalkar ve Batı’nın desteğini çekmesi durumunda (kendileri iç politikalarında fiilen baskıcı bir çizgi izlerken) “baskıcı”ların yeniden iktidarı ele geçireceklerini iddia ederlerse? (Yaşamadığımız ya da görmediğimiz bir şey değil, çok yakından tanıyoruz, ‘biz olmasak Ergenekoncular ülkeyi ele geçirir!’)
Başka bir ifade ile, ya Esad, Kaddafi (sonunda), iktidarı terk etmesinin akabinde bunların tüm günahlarını üzerine alan İsa-benzeri bir rol oynarsa? Bu diktatörler, Batılı güçlere göre, kendi ülkelerinde (geniş anlamda Ortadoğu’da) yanlış giden her şeyi bünyesinde barındıran bir simge olduğu için onun devrilmesi yeni demokratik bir başlangıç şansı olarak kutlanacaktır; örneğin Suriye hiçbir bedel ödemeden yeniden kabul görecektir. Sanki 30 yıllık Esad aradan çıkınca, Suriye halkının çektiği bütün acılar, ülkenin bütün karanlık yönleri, daha geniş bir ifade ile Ortadoğu’daki tüm diktatörler evlerine (Batı’ya) kaçınca uzun yıllardır süren sömürü sihirli bir değnekle kaybolacak, sanki bu “tek adam”ların bedeniyle gidecek; ki Mübarek, önümüze koyup bakabileceğimiz güzel bir örnek. Sakın bu Mübarek ve gibilerinin Ortadoğu’ya yapacakları son “güzellik” olmasın? Yani bu adamların son görevleri. Demek istediğim Mısır’da, Suriye, Libya ya da Tunus’ta olanların kötü şeyler olduğu değil. Elbette olanlar birer sosyal devrimdir. Ancak bana kalırsa asıl meselenin başladığı zaman şimdidir. Yani fabrikaların işgal edilip, grevlerin hala sürdüğü ve isyanın Avrupa’yı yakmaya başladığı bugün.
*Plasebo: İlaç niyetine doktorun hastaya bonbon vermesidir. Ama hasta bonbonu ilaç zannetmektedir.
* Baran Kaya
İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğrencisi