Bu kitlesel tepkiler -ki bunlara Kürt illerindeki büyük kitle hareketlerini ve 1 Mayıs’ta artan kitleselliği de eklemek gerek-, sistemin kendi iç işleyişinin toplumun sorunlarını çözmekte bir işe yaramadığının ve artık “farklı” yolların devreye girmesinin “eskisine göre” daha meşru görüldüğünün kanıtlarıdır 24. Dönem Milletvekili Genel Seçimleri için artık son dönemece girildi. Ve bu seçimler sonucunda oluşacak […]
Bu kitlesel tepkiler -ki bunlara Kürt illerindeki büyük kitle hareketlerini ve 1 Mayıs’ta artan kitleselliği de eklemek gerek-, sistemin kendi iç işleyişinin toplumun sorunlarını çözmekte bir işe yaramadığının ve artık “farklı” yolların devreye girmesinin “eskisine göre” daha meşru görüldüğünün kanıtlarıdır
24. Dönem Milletvekili Genel Seçimleri için artık son dönemece girildi. Ve bu seçimler sonucunda oluşacak meclis 61. hükümeti belirleyecek. Bu genel seçimlerde oy kullanacak kişi sayısı 52 milyonu geçiyor. Kesinleşen yurtiçi seçmen sayısı 50 milyon; yurtdışı seçmen sayısı ise 2 milyon 568 bin. İlginç olan Türkiye nüfusunun hızla “seçmenleştiği”; 2009 yerel seçimlerinde 47 milyon 900 bin olan seçmen sayısı, referandumda 49 milyon 500 bin olmuştu. Yılda yaklaşık 1,5 milyon kişi 18 yaşını dolduruyor!
Bu seçimlere, bağımsızlar bir yana, 24 siyasi parti katılacağı açıklanmıştı ancak içerisinde EDP, Hak-Par ve Genç Parti’nin de olduğu 7 partinin katılmama kararı alması ile bu sayı 17’ye düştü. Her ne kadar sayı bu kadar yüksek olsa da meclise girecek parti sayısı (yine bağımsızlar bir yana), yani yüzde 10’un üzerinde oy alacak parti sayısı üçü geçemeyecek. Eğer AKP’nin MHP operasyonu başarılı olursa ikide kalacak.
Kaba ve “iyimser” bir hesapla CHP’nin yüzde 30’larda, MHP’nin yüzde 10-15’lerde, bağımsızların yüzde 6-7’lerde oy alabileceği varsayıldığında geriye yüzde 50 kalmaktadır. Ve bu yüzde 50 AKP ve diğerleri arasında paylaşılacak. Diğerleri arasında en güçlüler Erbakan’ın partisi Saadet Partisi ve ondan ayrılan HAS Parti. Bu ikisinin ayrışmadan önce yani son yerel seçimlerdeki il genel meclisi oy oranı ise yüzde 5,2 idi. Diğerleri de göz önüne alındığında küçük partiler eski pozisyonlarını bile bu seçimlerde koruyamayıp daha da güç kaybediyorlar.
Bu tablodur ki Tayyip’e “”Tek başına iktidar olamazsak ben bu görevi bırakacağım” dedirtebiliyor. Yüzde 35-40 civarı bir oy oranının bile meclis çoğunluğunun yarısından fazlasını kazanabildiği bu seçim sisteminde zaten kanıtlanmış durumda.
Ancak Tayyip’in yine de işleri oluruna bırakmaya, kontrolü kaybetme riskine girmeye “niyeti” yok. Bu konuda AKP’nin seçim taktiklerine kabaca göz atılabilir. İlk olarak; üç siyasi rakibine (CHP, MHP ve BDP) karşı giriştiği polemikler zaten Tayyip’in olmazsa olmazı. Ancak MHP ve BDP ile özel olarak ilgileniliyor. Kuşkusuz bu özel ilginin asıl nedeni bu iki siyasal tercihin zayıflatılması ve AKP’ye gelecek oy hesabı.
Özellikle MHP, bu seçim döneminin özel ilgi konusu oldu. Daha önce denenmiş ve başarılı olmuş bir araçla; kaset şantajı ile. Önce 4, daha sonra eklenen 6 üst düzey MHP yöneticisi -ki bunların 9’u başkanlık divanı üyesi, seçim öncesi MHP seçmeninin önüne atılmış oldu. Bu operasyonun seçim öncesi yapılmış olması yani zamanlaması, AKP’lilerin iddia ettiği gibi “MHP’nin parti içi muhalefet hesapları” iddiasını geçersiz kılmakta. Operasyon doğrudan MHP’ye oy kaybettirme amacını taşımaktadır. Buradaki amaç da MHP’yi meclise sokmayarak AKP’ye anayasayı tek başına değiştirebilme çoğunluğunu kazandırmaktır. Asıl olarak seçimler sonunda çıkacak tablo üzerinden değerlendirilmesi doğru olmakla birlikte, MHP’siz bir meclisin Kürt sorununun çözümünde ne tür bir etkisinin olacağı da ayrı bir başlık.
Tabii bu kaset faaliyetleri konusunda AKP’nin ulvi amaçları için çalışanlar (çekimleri yapanlar da dâhil olmak üzere), dinin emirlerine uygun daha “ahlaklı” bir toplum yaratma amacına göre hareket ettiklerini savunabilirler! Zaten dinde de “biri sizi gözetliyor, iyi ve kötü yaptıklarınızı not ediyor” korkutması yok mu?
Tayyip’in bu dönem, bir diğer özel ilgisi Kürt siyasal hareketi. Eylemsizlik kararı alarak seçim dönemini açık ve kitlesel siyasal faaliyetlerle geçirme tercihine karşılık, AKP’nin Kürt siyasal hareketine yanıtı ortamı geren provakatif söylemler (Kürt sorunu yoktur, Kürt vatandaşlarımızın sorunları vardır) ve askeri operasyonlar oldu. Eylemsizlik dönemi boyunca 60’ın (63) üzerinde PKK militanı öldürüldü, sadece son bir ayda 2 binin üzerinde tutuklama yapıldı. AKP’nin seçim dönemi tercih ettiği Kürt siyaseti, kuşkusuz Kürtler üzerinde baskın bir siyasal hegemonya oluşturmayı amaçlasa da aslında doğrudan batıdaki oy hesabına yönelik. Zaten o bölgeden ne olursa olsun çıkaracağı milletvekili sayısı aşağı yukarı sabit. Ancak Tayyip, Kürt siyaseti nedeni ile Batı’da oy kaybetmek istemiyor.
Bununla birlikte AKP’nin uyguladığı bu dönemki taktikler Kürt hareketi için yeni ve farklı bir “hareketlenme” süreci başlattı. Kent merkezlerinde çok büyük kitle hareketleri açığa çıktı, demokratik çözüm çadırları ile uzun süreli ve kalıcı eylem biçimleri gerçekleştirildi, öldürülen PKK militanlarının sahiplenilmesi hiç bu kadar açıkça yapılmamıştı (12 Mayıs’ta öldürülen PKK’liler için BDP üç günlük yas ilan etti, sınırdan geçilerek PKK’lilerin cenazeleri alınıp getirildi), kitle eylemleri sadece Kürt illerinde değil batı illerinde de çok ciddi yaygınlığa ulaştı. Kuşkusuz seçim döneminin özgünlüğü kaydı konularak, Kürt hareketindeki bu dönem açığa çıkan özelliklerin kalıcılığı ayrıca değerlendirilmelidir.
AKP siyasal rakipleriyle uğraşmanın yanında seçim propagandasını son 8,5 yıldır “iyi yaptığını” düşündüğü sağlık, ulaştırma, dış politika icraatlarına ve “hedef 2023” gibi uzun vadeli umut tacirliğine indirgemiş durumda. Aslında biraz incelendiğinde AKP’nin “iyi yaptıklarının” bile ne kadar başarısız olduğu ve kime hizmet ettiği daha net açığa çıkar. “Sağlıkta dönüşüm” hala tamamlanmış bir süreç olmadığı için AKP, bu konuda geçmişe göre şikayetleri kısmen ortadan kaldırmasının avantajını kullanıyor. Ancak AKP’nin sağlık politikalarının halk için ileride çok büyük yıkıma neden olacağı açıktır. Tayyip’in “yurdun dört bir yanını raylarla donattık” demek yerine “duble yolar yaptık” tercihinden en çok sevinecek olan müteahhit şirketleri ve otomotiv patronlarıdır. Havayolu ücretlerinin ucuzlatılmasındaki asıl amaç ise özel havayolu şirketlerinin sürümden kazanmasının sağlanmasıdır. AKP’nin dış politikası gerçekte tamamen iflas etmiş durumda. Geçmiş döneme göre kurulan strateji bu dönem için fiyaskoyla sonuçlandı. Şimdi seçimlere kadar idare etmeye çalışıyorlar. Tayyip panik halinde helikopter pistine ABD büyükelçisini çağırıp, Suriye konusunda seçimlere kadar zaman istiyor.
Tayyip’in bir de değinmedikleri var. İşsizlik, yoksulluk, güvencesizlik gibi… Kanal İstanbul ya da İstanbul’a iki yeni şehir yapılmasının emekçi halk için, yoksul halk için ne tür bir yarar sağlayacağı gibi… Yolsuzluklarla nasıl mücadele edileceği gibi… Kadınların nasıl eşit birer yurttaş haline getirileceği gibi… Sınav sisteminde yaşanan rezaletin sorumluluğunu üstlenmek gibi… Daha baskıcı daha müdahaleci toplum mühendisliği projelerini neden yasalaştırılmaya çalıştıkları gibi… HES projeleriyle kime ne kadar çıkar sağladıkları gibi… Suriye’de katledilen insanlara neden kendi posterlerini gönderemediği gibi… Bunlar çok daha fazla arttırılabilir elbette.
Açıklanmayan bir başka konu daha mevcut; yeni anayasa. AKP başta olmak üzere diğer partiler de yeni yasama döneminin en önemli işini yeni anayasa yapmak olarak tanımladı. Ancak yeni anayasanın nasıl olması gerektiği konusundaki fikirlerini ve kendi anayasa madde önerilerini hiçbir biçimde seçim propagandalarının malzemesi yapmıyorlar. Yeni anayasa halkın, oy ve
ren çoğunluğun yararına olacaksa neden AKP bu konudaki önerilerini oya dönüştürmek için kullanmıyor acaba? Tayyip’in bu konudaki tek vaadi, yeni anayasayı halkoyuna sunmakmış. Bu taktiğin referandumda izlendiğini zaten görmüştük. Çok büyük çoğunluk içeriğini bile okumadan/anlamadan sandığa gitmişti.
CHP’nin de yeni anayasa konusunda AKP’yi sıkıştırmak gibi bir tercihi yok. Onlar iktidar olamayacaklarına kanaat getirdikleri için her konuda vaat vermekle meşguller. 1950’de Demokrat Parti’den Konya’da aday olan bir şahsın dile getirdiği “bana oy verirseniz, Konya’ya denizi getirecem” türünden vaatlere kadar ilerleyebilme potansiyeli taşıyorlar.
Sistem kendi sorunlarını çözmede önümüzdeki dönem çok daha güçlü krizlere girecektir. İlerici toplumsal muhalefet örgütlerinin ve özellikle bunların önderliklerinin politikaları, tarzları, ufukları ise bu döneminin gereklerini yerine getirmekteki en önemli zafiyeti oluşturuyor. Diğer yandan bu dönemde açığa çıkan”çok ilginç” yeni dinamiklere işaret etmek gerekli. YGS’deki şifre skandalının ardından binlerce liselinin ülkenin değişik yerlerinde “kendiliğinden” sokağa dökülmesi artık bir başka “şifre”nin kırılmaya başlandığının ilk işareti sayılmalı. Bu gelişmenin ardından sokaklar yine “kendiliğinden” bir tepkiyle doldu. Hükümetin “internet sansürü” girişimi de binlerce kişinin sanal alemin dışına, sokağa çıkmasına neden oldu. Bu kitlesel tepkiler -ki bunlara Kürt illerindeki büyük kitle hareketlerini ve 1 Mayıs’ta artan kitleselliği de eklemek gerek-, sistemin kendi iç işleyişinin toplumun sorunlarını çözmekte bir işe yaramadığının ve artık “farklı” yolların devreye girmesinin “eskisine göre” daha meşru görüldüğünün kanıtlarıdır. Ve özellikle bu tepkilerin hepsinde çok genç bir kitlenin çok büyük bir çoğunluğu oluşturduğu göz önüne alınırsa (TMMOB mitinginde de görülmüştür), yeni dönem kitle muhalefetinin etkisi ve çapı “eskisine göre” çok daha büyük olacaktır.