Alman devrimcisi Ulrike Mainof’un, devrimci öfkeyi ve bunun yol açtığı şiddeti ağır bir vaka olarak eleştirenlere kaşı, “üzgün olmaktansa öfkeli olmayı yeğlerim” sözünü söylediği belirtilir. Bu sözü tam olarak hangi gerekçeyle söylediğini bilmiyorum. Fakat, edilgen pasif tutumu yermek için söylediği açıktır.. 1 Mayıs’ı yaşadıktan ve ilgili değerlendirmeleri dinledikten sonra açık olarak belirtiyorum, üzülmemek adına öfkeliyim.! […]
Alman devrimcisi Ulrike Mainof’un, devrimci öfkeyi ve bunun yol açtığı şiddeti ağır bir vaka olarak eleştirenlere kaşı, “üzgün olmaktansa öfkeli olmayı yeğlerim” sözünü söylediği belirtilir. Bu sözü tam olarak hangi gerekçeyle söylediğini bilmiyorum. Fakat, edilgen pasif tutumu yermek için söylediği açıktır.. 1 Mayıs’ı yaşadıktan ve ilgili değerlendirmeleri dinledikten sonra açık olarak belirtiyorum, üzülmemek adına öfkeliyim.!
Öfkeliyim, çünkü değerlendirmeler katılım sayısı ve renklilik üzerinden yapılıyor.
Öfkeliyim çünkü, eylemler gittikçe, türkü halay ve hiç değişmeyen kalıp sloganlar arasına sıkışmaya başladı..
Halaylar, direncimizi-motivasyonumuzu yükseltme özelliğini yitirmeye, eylemin ruhundan, amacından kopmamızı sağlayan bir işlev görmeye başladı.
İşin gerçeği, 1 Mayıs epeyce kalabalıktı. Bu açıdan çok fazla bir sorun yoktur. Flamalar, pankartlar, görsel zenginlik ve müzik grupları tercihi herkesi tatmin edecek özellikteydi. Fakat 1 Mayıs’ın tarihsel ve güncel anlamı ve içinde bulunduğumuz dönemin öncelikleri açısından baktığımızda, saydığımız olumlu yanların meselenin özü açısından çok fazla bir değerinin olmadığını belirtmek istiyorum.
1 Mayıs meydanı işçi sınıfının öncü güçlerinin, sınıfın ana gövdesinden çok uzakta yaşadıklarını bir kez daha göstermiştir. Hazır bir savunu gibi rezerv garajından çıkarılarak söylenen, “işçi sınıfının sosyal-psikolojik, durumunun, ideolojik şekillenmesinin sınıfla buluşmaya engel teşkil ettiği” gibi bir ezberin tartışmasının içine girmeden şu kadarını söylemek istiyorum ki; Türkiye de sınıfa ait kolektif bir üretici güç oluşturmak, yani sınıfın içinde olmak bir sürü barikatı aşmayı gerektiren engelli bir koşu gibidir. Türkiye’de bolca işçi vardır, fakat kendisini kolektif üretim gücü (sınıf) gören odaklaşma tarihin her döneminde zayıf kalmıştır. Bunun sayısız nedeni vardır. Bu nedenlerin enine boyuna değerlendirilmesi gerekir. Sanırım bu ödev en çok sınıfın “öncü” güçlerine düşmektedir. 1 Mayıs değerlendirmesi bu esas göz ardı edilmeden ciddi şekilde yapılmalıdır diye düşünüyorum. 1 Mayıs’ın ortaya çıkardığı tablo, böyle bir yoğunlaşmadan uzak durulmaması gerektiği konusunda bolca fotoğraf sunmuştur.
Sendikaların, politik güçlerin renkliliği, kalabalığı öne çıkarıp işin esasını ötelemeleri tam da meselenin öfke duyduğum tarafıdır. 1 Mayıs, “güzeldi abi” kıvamındaki sözlerden uzak, tarihi çağrıyı gören bir yerden, sınıf hareketinin ihtiyaçlarının ve örgütlenme sorunlarının üzerinden atlanmadan değerlendirilmesi gerekmektedir. Evet 1 Mayıs kalabalıktı, ama pazar pikniğine, panayır yerine katılma ruh halinin ekseriyette olduğu da görmezden gelinmemelidir.
Öncelikli olarak sendikaların ve sınıf adına söz söyleyen tüm politik yapıların, sınıf hareketinin acil sorunlarını perdeleyecek hamaset söyleminden uzak durmaları lazımdır.. Sınıfın ana gövdesi sistemin-sermayenin yedek gücü durumundayken, her şeyi dış nedenlere bağlayan kolaycı yaklaşımlardan uzak, sahici bir değerlendirmenin yapılması gereklidir.. Bu da yetmez, değerlendirmenin uygulanabilir önermeler de içermesi gerekmektedir.
Emperyalist politikaların açıktan-zalimce uygulandığı bir süreci yaşadığımız bu dönemde, 1 Mayıs’ı ve sınıf muhalefetini değerlendirmenin önemi daha da artmıştır. Geniş bir sahada zalimce uygulanan emperyalist politikanın dönemsel temel stratejisi, sürdürülebilir kontaklar kurmak ve daha az risk taşıyan muhataplar yaratarak toplumsal direnç odaklarını ehlileştirmek amacına dayanmaktadır.. Kapitalist sisteme itirazı olmayan ama haşarılık yapma eğilimi taşıyan güçlerin, daha uyumlu olabilecek güçlerle yer değiştirilmesine dayanan strateji. Afganistan’dan, Suriye’ ye kadar geniş bir sahada uygulanmaktadır.. Suudi hanedanlığının demokrasi dışılığı sanırım Suriye ile kıyaslanmaz. Fakat mesele bu değildir. Toplumsal dirençleri, muhalefet hareketini pasifist bir çizgiye çekerek ehlileştirmek, olmuyorsa daha az risk içeren mücadele yöntemlerini benimseyen ve daha alt düzeydeki talepleri savunanları öne çıkarmak biçimindeki bir önceliğin tercih edildiği net olarak görülmektedir.
Türkiye de benzer bir politikayı esas almaktadır. Sınıfın ana gövdesini öncü güçlerinden yalıtmak için, ideolojik hegemonyası içinde kalan sendikalar bir yandan açıktan desteklenirken, diğer yandan muhalif olan yapılarda daha uyumlu ve sürdürülebilir ilişkiler kuracağı kişileri öne çıkarmaya çalışılmaktadır. Esasında KCK operasyonu da bu temel stratejinin bire bir iz düşümüdür. Aşırılıkları törpülemek, dirençleri kırmak ve giderek ehlileştirmek hedefli bir yönelim olduğu konusunda güçlü emareler vardır..
Seçim dönemi içinde olmamız nedeniyle,toplumsal güçlerin dikkatinin ve enerjisinin seçime odaklanacağı kesindir. Siyasal hareketlerin Millet Vekili seçimine odaklanmasının yanında, emek hareketinin, entelektüel ve politik bilinç birikimini bağrında taşıyan KESK’ de seçim dönemi içinde olması, toplumsal muhalefetin ve sınıf hareketinin çözüm bekleyen sorunlarının ötelenmesine neden olacaktır. Bu durum ciddi bir handikaptır.
1 Mayıs’ın ortaya çıkardığı tablo, Toplumsal muhalefete, sınıfın öncü güçlerine, gözümüzün içine içine giren gerçekleri görmeleri ve buna uygun bir çalışma yürütmeleri gerektiği çağrısı yapmıştır. Bu çağrıyı dikkate almak, bu güne kadar yapılanlardan başka şeyleri yapmayı gerektirmektedir.