Atılım gazetesi eski çalışanı ve Tutuklu Gazetecilerle Dayanışma Platformu sözcüsü sosyalist gazeteci Necati Abay, 4 Mayıs’ta hiç tanımadığı 17 kişiyle birlikte yargılandığı davadan 18 yıl 9 ay hapis cezasına çarptırıldı. Ağzından çıkan her kelimeyi inanarak, içtenlikle söyleyen Abay, “Türkiye’deki gazetecilere dönük baskı, düşünce ve ifade özgürlüğünün durumu, tutuklu gazetecilerin hali ve yanı sıra da almış […]
Atılım gazetesi eski çalışanı ve Tutuklu Gazetecilerle Dayanışma Platformu sözcüsü sosyalist gazeteci Necati Abay, 4 Mayıs’ta hiç tanımadığı 17 kişiyle birlikte yargılandığı davadan 18 yıl 9 ay hapis cezasına çarptırıldı.
Ağzından çıkan her kelimeyi inanarak, içtenlikle söyleyen Abay, “Türkiye’deki gazetecilere dönük baskı, düşünce ve ifade özgürlüğünün durumu, tutuklu gazetecilerin hali ve yanı sıra da almış olduğum ceza nedeniyle çok doluyum” diyerek bizi karşılıyor. Yirmi yıllık gazetecilik ve yayıncılık hayatı boyunca basın ve ifade özgürlüğü için mücadele eden Necati Abay ile kendisine verilen cezayı, basına dönük baskıları, tutuklu gazetecilerin durumunu ve basın meslek örgütlerinin yürüttüğü mücadeleyi konuştuk.
Öncelikle tanımayanlar için, Necati Abay kimdir?
Türkmen göçmeni bir sosyalistim. İlk mesleğim öğretmenlik, asıl mesleğim ise gazetecilik. 20 yıldır gazetecilik yapıyorum. Ömrümün büyük bölümü düşünce özgürlüğü, basın özgürlüğü, söz eylem ve örgütlenme hakkı için mücadeleyle geçti diyebilirim. 12 Eylül faşist cuntası döneminde Metris Cezaevi’nde kaldım. Cuntaya kadar çeşitli işlerde çalıştım ama gazetecilik işi bulamamıştım. 141. maddeden (komünizm propagandası) yattım. 141. madde kalkınca sabıkam da ortadan kalkmış oldu.
Uzun yıllar Ceylan Yayınları’nın editörlüğünü yaptım. 2004 seçimlerinde Kocaeli’de bağımsız sosyalist belediye başkan adayıydım. 2007 genel seçimlerinde ise İzmir 1. Bölge’de bağımsız sosyalist milletvekili adayı oldum. Uzun yıllar Atılım gazetesinde çalıştım. Ta ki bana kurulan komploya kadar. Sonrasında yine Ceylan Yayınları’nın editörlüğüne devam ettim. Kendimle ilgili kısım özetle budur.
Atılım’da kaç yılları arasında çalıştınız?
2000-2003 yılları arasında Atılım’da çalıştım. Gazetenin yazarı ve editörüydüm. Aynı zamanda Yayın Kurulu üyesiydim.
Size verilen 18 yıl 9 aylık cezadan bahsetmenizi isteyeceğim. Tabi öncesinde İHD’den aldığınız “İfade özgürlüğü ödülü” için tebrik ederim.
Ödülü Azadiya Welat’tan Emine Demir ve Radikal’den İsmail Saymaz ile birlikte aldım. Ödül töreninde, düşünce özgürlüğü adıyla ödül verilmesinin tuhaflığından bahsetmiştim. Çünkü bana göre düşünce özgürlüğünün ödülü olmaz. Düşünce özgürlüğü evrensel bir insan hakkıdır ve biz evrensel bir insan hakkını kullanıyoruz diye, bu uğurda bedel ödüyoruz diye, 18 yıl 9 ay ceza aldık diye, ödüllendiriliyoruz. Bu ödülün varlığı ülkedeki anti demokratik uygulamaların geldiği noktayı gösteriyor. Ülkemiz demokratikleşirse, özgürleşirse böyle bir ödüle de gerek kalmayacaktır.
Ödül ayrıca aldığım cezayla bağlantılı olarak verildi. Diğer ödül alanlar, Radikal’den İsmail Saymaz yıllarca hapis istemiyle yargılanıyor, Emine Demir ise gazetecilik faaliyetleri sebebiyle 138 yıl ceza aldı.
“Polisten göstere göstere komplo” kanıt yok kanaat var
18 yıl 9 aylık cezaya gelirsek…
Önce şunu söyleyeyim, bana verilen bu cezayı benim şahsımda aslında basın özgürlüğü savunucularına, düşünce ve ifade özgürlüğü destekçilerine, aynı zamanda çalıştığım Atılım gazetesine ve sözcüsü olduğum Tutuklu Gazetecilerle Dayanışma Platformu’na verilmiş bir ceza olarak görüyorum. Bu davanın sonucu önümüzdeki günlerde umuyorum ki çok tartışılacak. Birkaç açıdan bu ceza çok önemli. Cezaevlerinde şu anda tutuklu 59 gazeteci var ve tümü benim gibi ‘terör örgütü üyesi olmak’ suçlamasıyla tutuluyor. Bana ‘örgüt yöneticiliği’ gerekçesiyle ceza verdiler. Dolayısıyla bana verilen cezanın tutuklu gazeteciler için emsal teşkil etme ihtimali yüksek. Bu dava kamuoyunun gündeminde yeterince tartışılmaz ise gazetecilere patır patır cezalar gündeme gelebilir.
Özellikle belirtmek istiyorum, bugün Ahmet Şık ve Nedim Şener’e uygulanan polis komplosu 8 yıl önce bana uygulanmıştır. Ama 8 yıl önce maalesef tepkiler çok sınırlı kaldı.
Atılım gazetesinde çalışırken iki kez topluca büromuzdan gözaltına alındık, Terörle Mücadele Şubesi’nde sorguya çekildik. Bu gözaltıların birinde beni emniyet yetkilileri odalarına çağırdı. Gözaltına alınmamıza tepki gösterirken bana “Otur sohbet edelim” dediler. Sohbet dediklerinin tehdit olduğunu gördüm. Şunu söylediler; “Necati Abay, Atılım gazetesinde bombalama eylemlerinin haberini yapmayın. Eğer bombalama eylemlerinin haberini yapmaya devam ederseniz başınız beladan kurtulmaz, seni de hemen tutuklatabiliriz. Ne zaman tutuklayacağımıza da biz karar veririz.” Bu görüşmenin tarihi 4 Şubat 2003. Tam iki ay sonra da tutuklamaya karar vermişler ki, komployu işlettiler. Görüşmede istediklerinin sansürcü bir dayatma olduğunu söyleyerek, haber değeri gördüğümüz her şeyi yayınlayabileceğimizi belirttim. Bombalama eylemi dedikleri NTV’de, Kanal D’de haber olarak çıkıyor, biz yayınlayınca tehdit ve baskıya uğruyoruz. Gazetecinin orada takınması gereken tutumu alarak haber özgürlüğünü savundum. Savcılıktan da serbest bırakıldık.
İki ay sonra, 13 Nisan 2003’te, Kadıköy’deki evime Terörle Mücadele ekipleri gelerek beni gözaltına aldı. Bilgisayarımı da gözaltına aldılar. Emniyette “İstanbul’da yapılan bombalama eylemlerinin koordinatörü olarak” suçlandığımı söylediler. Hemen tepki gösterdim, “Üçüncü sınıf bir komplo kurmuşsunuz, bu komplonun altında siz ezilirsiniz” dedim. Devrimci bir gazeteci olarak bu komployu protesto ettim. Dördüncü günde götürdükleri savcı tutuklanmamı istedi, sorgu hakimi ise beni serbest bıraktı. Düşünün “bombalama eylemlerinin koordinatörü” sorgu hakimi tarafından serbest bırakılıyor. Serbest bırakılınca “Polis komplosunu dört günde açığa çıkardık. Ne kadar kolay oldu” diye düşünmüştüm. Ama daha aradan birkaç saat geçmeden, apar topar yine gözaltına aldılar. Serbest bırakılmama itiraz etmişler. Tutuklayıp Tekirdağ F Tipi’ne koydular. Cezanın evveli bu. 6 ay tutuklu kaldım, ilk duruşmamda da DGM’den serbest bırakıldım. Hakkında ağırlaştırılmış müebbet istenen “bombalama eylemlerinin koordinatörü” Necati Abay, yine serbest bırakıldı yani. Bunun altını çiziyorum, Türkiye’de başka örneği var mıdır bilmiyorum, ağırlaştırılmış müebbet hapsi istenen bir gazeteci ilk duruşmasında tahliye edilmiş midir?
Tek bir belge var ellerinde bu davayı benimle ilişkilendiren, adına belge denirse tabi. Aligül Aklaya adlı, daha önce hiç tanımadığım bir şahıs benden bir hafta önce gözaltına alınıyor, ifadesini ise eminiz ki polis yazmış ve benimle ilgili bir iki satır araya eklemiş. “Necati Abay hücre evleri sorumlusudur, bombalama eylemlerinin koordinatörüdür” ifadeleri yer alıyor. O şahıs bu ifadeyi de işkence altında imzalamış, sorgu hakimine çıkınca böyle bir ifade verdiğini reddetmiş. Sonraki mahkeme süreçlerinde de “Ben Necati Abay’ı tanımam, ifadeyi polis yazdı” diyor ama dikkate almıyorlar. Benimle ilgili tek belge bu. Bu bir komplo belgesi değildir de nedir?
Sonraki duruşmalar nasıl geçti?
Tabi, ben artık nasıl olsa beraat çıkacaktır diye bu davayla hiç ilgilenmedim. Mahkeme karar a
lmıştı hatta, “gazeteci olduğundan dolayı yoğunluğu nedeniyle duruşmalara gelmesi mecburi değildir” diye. Geldik 4 Mayıs 2011’e, yani 8 yıl sonraya. Sekiz yılın sonunda bu dava karara bağlandı. O tek belgeye dayanarak mahkeme karar aldı; “Sanık Necati Abay’ın MLKP terör örgütüne üye olduğuna dair tam bir kanaat oluşmuş ise de, dosya üzerinde yapılan incelemede eylemlerle irtibatı bulunamamıştır.” Bu yüzden müebbeti 18 yıl 9 aya indirdiler. Altını çiziyorum, sadece ‘kanaatten’ böyle bir ceza verilmiştir. Bu karar hukuki değil, tamamen siyasi bir karardır. Kanıt yok, kanaat var. Bir gazeteciye kanaate dayanarak kanıtsız ceza veriyorsanız, bu hukuki değil Ağır Ceza Mahkemesi’nin siyasi bir kararıdır.
Bu arada iki cümleyle ifade edeyim, Ağır Ceza Mahkemeleri, DGM’leri aratmaz hale geldi. DGM’nin serbest bıraktığını Ağır Ceza Mahkemeleri cezalandırıyor. Aldığım cezanın Ağır Ceza Mahkemeleri’nin işleyişini de tartışmaya açmasını umuyorum.
Cezayı kesinlikle şahsi bir mesele olarak görmüyorum. Benim şahsımda aynı zamanda genç gazetecilere yıldırma, sindirme mesajı da veriliyor. Yani cezanın göz korkutma değeri de var. Konu Necati Abay nezdinde düzen muhalifi basına gözdağı vermektir.
Necati Abay davası, tutuklu 59 gazetecinin durumunu da çok yakından ilgilendiriyor. Merkez medyanın ilgisizliğini sürdürdüğünü de belirtmek isterim.
“Baskıların odağında sosyalist ve Kürt gazeteciler var”
O konuya da gelmek istiyorum. Gazetecilere dönük baskılar daha merkez medyaya bulaşmadan önce zaten sosyalist ve Kürt basın çalışanları ağır baskı altındaydı. Siz uzun süredir sosyalist bir basın emekçisisiniz. Basına dönük baskının dününü bugününü, aradaki değişimi nasıl değerlendiriyorsunuz?
Türkiye’de düzen muhalifi, devrimci, sosyalist gazeteciler, gelenekselleşmiş bir devlet politikası olarak sürekli komplolarla tutuklana gelmiştir. Şimdi bu geleneği AKP sürdürüyor. Ne zaman ki baskılar Ahmet Şık, Nedim Şener gibi merkez medya çalışanlarına dayandı, sesler yükselmeye başladı.
Esasa ilişkin değişen bir şey yok, dün olduğu gibi bugün de düzen karşıtı, sosyalist, Kürt gazeteciler baskıların odağında yer alıyor. Tabi geçmişte merkez medya gazetecilerine dokunmuyorlardı. Şimdi onlara da değmeye başladılar. Nedim Şener gibi Milliyet’te çalışan, Soner Yalçın gibi Hürriyet’te çalışan gazeteciler tutuklandı, terör örgütü üyeliğiyle suçlanıyorlar. Ama bir gerçek var ki değişmiyor; Türkiye’de hala Kürt basını ve sosyalist basın saldırıların odağındadır. Somut bilgilere bakarak anlayabiliriz, 59 tutuklu gazetecinin içinde sosyalist basına mensup 23 gazeteci, Kürt basınına mensup ise 25 gazeteci var. Azadiya Welat, Dicle Haber Ajansı, Özgür Halk, Atılım, İşçi Köylü gazetesi, Yürüyüş dergisi, Devrimci Hareket dergisi çalışanlarını sayabiliriz.
90’lı yıllarda Kürt gazeteciler sokak ortasında katledilirken, Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel “Onlar gazeteci değil, sigortaları bile yok” diyordu. Devletin ve merkez medyanın gazeteciliğe koyduğu bazı kriterler olduğunu görüyoruz.
Evet, sarı basın kartı meselesi. Oktay Ekşi’nin verdiği son bilgiye göre 7 bin civarı sarı basın kartı sahibi gazeteci var. Oysa gerçek rakam çok daha fazla. Merkez medyada çalışanların bile çoğu sarı basın kartı sahibi değil. Sarı basın kartı sahiplerinin önemli bir kısmı da zaten tüccar, işveren, gazetecilikle hiç alakası olmayan insanlar. Devlet gazetecilik kıstasları konusunda çok bilinçli saptırma uyguluyor. Protokol uygulamalarında da bu karşımıza çıkıyor. Sarı basın kartı olmayan düzen muhalifi basın emekçilerini gazeteci olarak saymadıkları gibi, “militan, terörist gazeteci” olarak görüyorlar.
Bülent Arınç “Türkiye’de düşüncelerinden dolayı hapiste olan kimse yok” açıklaması yapmıştı. Başbakan Erdoğan’da “İçeridekiler terör örgütü mensubudur” diyor. Devletin muhalif gazeteciye geleneksel bakışı bu. Başbakan Erdoğan da şiir okuduğu için yargılanmadı, ama kendisini öyle savunuyor.
Yine Bülent Arınç, “Azadiya Welat ve Atılım gazeteleri propaganda için çıkıyor” demişti. O zaman da söylemiştim yine söyleyeyim; Bülent Bey, Zaman gazetesi propaganda için çıkmıyor mu? Hürriyet gazetesi propaganda için çıkmıyor mu? Yeni Şafak propaganda için çıkmıyor mu?
Tutuklu Gazetecilerle Dayanışma Platformu’ndan (TGDP) bahsetmenizi istesem biraz.
“Tutuklu Gazetecilerle Dayanışma Platformu nereden doğdu” sorusunu yanıtlamak gerek sanırım. Kuruluş tarihi Şubat 2004, benim tahliye edildiğim tarih ise 3 Ekim 2003. Cezaevinden çıktıktan sonra, muhalif gazeteci arkadaşlarımla oturup tartışmalar yaptık. Türkiye’deki gazeteci örgütleri, muhalif gazetecileri gazeteci saymıyor, sorunları ile ilgilenmiyordu. Oktay Ekşi’yle dört kez görüştüm, hepsinde önüme polisin hakkımda hazırladığı iddianameyi çıkardı. “Oktay Bey, DGM gibi mi düşünüyorsunuz” dedik ama ikna edemedik, devletin bizi kabul ettiği şekilde kabul ettiler. İşte şimdi Mustafa Balbay ve Tuncay Özkan terör örgütü üyeliğiyle suçlanıyor, onlara sahip çıkmaktan imtina etmediler.
Sosyalist, devrimci gazetecilere sahip çıkan bir basın örgütü olmadığı için, Tutuklu Gazetecilerle Dayanışma Platformu’nu 2004’te kurduk. Asıl amacımız, düşünce ve ifade özgürlüğünü, basın hürriyetini savunmak, tutuklu bulunan gazetecilere sahip çıkarak ülkemizdeki “tutuklu gazeteciler gerçeğini” dünya kamuoyuna duyurmaktı. Bunda kısmen başarılı da olduk. Artık merkez medya ve diğer basın örgütleri de cezaevlerinde 59 gazetecinin bulunduğunu kabul ediyor.
Özel bir bilgi de vereyim, birkaç ay önce Bülent Arınç’ın basın danışmanı aradı ve tutuklu gazetecilerle ilgili belgeleri istedi. Bir buçuk ay kadar önce de Adalet Bakanı danışmanı Adnan Boynukara arayarak “Bizim kayıtlarımızda 27 gazeteci tutuklu görünüyor, hiç biri mesleğinden dolayı yargılanmıyor, sizdeki listeleri gönderir misiniz” dedi. Liste ve belgelerimizi gönderdik. Bu arada Boynukara’ya şöyle dedim; “Başbakan gazetecilerin ‘ırz düşmanlığından’ yargılandığını söylerken Hüseyin Üzmez’i kastediyorsa, o bizim listemizde yok. O gazeteciliğinden değil, küçük bir çocuğa tecavüzden yargılanıyor. Bizim listemizdekilerin tamamı gazetecilik faaliyetlerinden dolayı yargılananlardır.” Bu tarz polemiklerimiz oldu.
8 yıl önce tutuklu gazetecilere dair söylediklerimiz, bugün hem Türkiye’deki hem de uluslararası faaliyet gösteren basın örgütlerince kabul gördü. Rahatlıkla TGDP bu konuda üstüne düşeni yaptı diyebiliyorum.
Bazı basın örgütleri, batı ülkelerindeki basın özgürlüğünü referans alarak taleplerde bulunuyor. Sizin basın özgürlüğü referanslarınız neler?
Bizim referansımız bu topraklarda yaşananlardır. Cezaevlerinde bulunan 59 gazeteci, gazetecilere açılmış binlerce dava referansımızdır. Ayrıca Azadiya Welat, Atılım, İşçi Köylü gazetesi, Yürüyüş dergisi sıklıkla kapatılıyor. İşte referanslarımız bunlar, ülkenin gerçeği.
Bundan aylar önce, Türkiye’nin 57 gazeteciyle, tutuklu gazeteci sayısı bakımından dünya birincisi haline geldiğini açıkladık. AKP hükümetinin bir marifeti oldu bu. Bizden sonra Çin ve İran geliyor. Uluslararası Basın Enstitüsü de (IPI), iki ay önce dünya kamuoyuna bizim verilerimizi teyit eden bir açıklama yaparak Türkiye’nin dünya birincisi olduğunu duyurdu.
“TMY iptal edilmeli, özel yetki
li mahkemeler kaldırılmalı”
Sizin yasalara dair basın özgürlüğü için yapılmasını talep ettiğiniz düzenlemeler nedir?
Basın ve düşünce özgürlüğü ikili kıskaç altında. Birincisi Terörle Mücadele Yasası (TMY). Haziran 2006’da güncellenen TMY çok sayıda gazetecinin canını yaktı. Çalıştığım gazeteden bir örnek vereyim, Atılım gazetesi Genel Yayın Yönetmeni İbrahim Çiçek tıpkı bana yapıldığı gibi polis komplosuyla tutuklandı, 5 yıldır cezaevinde. İşçi Köylü gazetesinin Kartal muhabiri Suzan Zengin iki yıldır tutuklu. Yürüyüş dergisinin sahibi Halit Güdenoğlu aylardır tutuklu. Odak dergisi sahibi ve yazı işleri müdürü Erol Zavar yıllardır tutuklu. Devrimci Hareket dergisinden Mehmet Yeşiltepe yine TMY mağduru tutuklu bir gazeteci. Azadiya Welat gazetesinin sahibi Vedat Kurşun, TMY’ye muhalefetten tutuklu. Liste daha uzar. Hepsinin dayanağı Terörle Mücadele Yasası.
İkinci kıskaç ise Devlet Güvenlik Mahkemeleri’nin yerine geçen Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemeleri’dir. Özel yetkili mahkemeler, hem dosyalar üzerinde gizlilik kararları vererek açık yargılamayı engelliyor, hem de yargılama sürelerinin uzamasına neden oluyor.
Türkiye’de basın özgürlüğünün sağlanması için TMY derhal iptal edilmeli, Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemeleri kaldırılmalıdır. Aksi durumda Türkiye’nin tutuklu gazeteciler sıralamasındaki dünya birinciliği devam edecektir.
“Ya devlet gibi ‘terörist’ diyecekler ya sahip çıkacaklar”
Basın örgütlerinin son dönemdeki konumunu, mücadelesini nasıl yorumluyorsunuz?
Tutuklu Gazetecilerle Dayanışma Platformu 2004’te kuruldu, Gazetecilere Özgürlük Platformu (GÖP) ise 2010’da. Bunu çok olumlu karşılamakla birlikte sormak da isterim, 2010 yılına kadar neredeydiniz? Öncesinde basın özgürlüğü ihlali yok muydu? Tutuklu gazeteciler gerçeği yok muydu?
Basın örgütleri ancak Ergenekon davasıyla birlikte harekete geçebildi. Operasyonlar merkez medyada çalışanlara uzanınca ses çıkarmaya başladılar. Gazetecilere Özgürlük Platformu’nun kurulması çok önemli ancak çok da geç kalınmış bir girişimdir.
Ayrıca basın meslek kuruluşları daha hala F tipi cezaevlerini ziyaret etmedi. Tabi Silivri dışında. Elbette Silivri’ye de gitsinler, Ahmet’i, Nedim’i ziyaret etsinler, ama bir gün de Suzan Zengin’e gitsinler, bir de Bedri Adalar’a gitsinler, İbrahim Çiçek’e gitsinler, Vedat Kurşun’a gitsinler. Şimdiye kadar Ergenekon dışında yargılananlara gitmediler, gitmeleri gerekir.
Dün (11 Mayıs), GÖP Dönem Sözcüsü Ferai Tınç, aldığım ceza nedeniyle beni aradı. Önümüzdeki hafta yapacakları başkanlar toplantısına davamı görüşmek için beni de davet etti. Aldığım cezaya karşı nasıl bir tavır takınılacağını konuşacaklarını söyledi. Ben 4 Mayıs’ta ceza aldım, şu an 11 Mayıs’tayız. Kanaate dayanılarak bir gazeteciye hapis cezası verildi, aradan geçen zamana rağmen Basın Konseyi’nden, gazeteci örgütlerinden ses çıkmadı. Ama ümit ediyor ve bekliyorum ki basın örgütleri bana verilen cezayı gündemine alacaktır. Açıkçası davamın gazeteci meslek kuruluşları açısında ciddi bir sınav olduğunu düşünüyorum. Necati Abay bir sis bombasıdır ve önlerine atılmıştır. Ya devlet gibi “bu terörist, gazeteci değil” diyecekler, ya da sahip çıkacaklar. Tabi pozitif bir beklentim var bu konuda.
Tabi tamamını aynı tutmamak gerek. Benim karar duruşmama katılanlar oldu. Basın Konseyi Başkanı Orhan Birgit, TGC ve TGS yetkilileri, Uluslararası Basın Enstitüsü’nün temsilcileri duruşmamı izledi. Kendilerine ayrıca teşekkür etmek istiyorum. 3 Mayıs Gazetecilere Özgürlük Kongresi’nde divandan duruşmama çağrı da yapıldı, bu konuda da teşekkür ettiğimi söylemek isterim. Cezam üzerine Ruşen Çakır, NTV’deki programına davet etti, duyarsız kalmadığı için ona da teşekkür ederim.
Son dönemde basın meslek kuruluşlarının aldığı tavrın geçmişe göre olumlu olduğunu kabul etmek gerekir, ama tutuklu gazeteciler sıralamasında dünya birincisi olan bir ülkede maalesef yetersiz.
Aldığınız cezaya geri dönersek, şimdi ne olacak?
Yargıtay’a itiraz ettik. Avukatımın tahminine göre bir yıla yakın sürebilirmiş itirazın incelenmesi. Orada cezanın iptal edilmesini umuyoruz. Bu arada İsveç Parlementosu, aldığım ceza nedeniyle 9 Haziran’da beni İsveç’e davet etti. Oraya katılmayı da düşünüyorum. Bir hafta kalıp Türkiye’deki durumu anlatacağım. Bir de bazı aydınların aldığım cezayla ilgili bildiri hazırlama girişimi olduğu duyumunu aldım, ancak konuyla ilgili çok bilgim yok.
Ben bu aşamadan sonra kendimi düşünce ve ifade özgürlüğü savunucularına, memleketin onurlu aydınlarına, işçilere-emekçilere emanet ediyorum. Düşünce özgürlüğünü savunduğunu söyleyen herkesin bu davayı, cezayı tartışmak zorunda olduğunu düşünüyorum. Şimdiye kadar nasıl basın ve düşünce özgürlüğü için mücadele ettiysem, bunu sürdüreceğim.
Sendika.Org