Seçim gününe yaklaştıkça partiler hedef aldıkları seçmen kitlesini etkilemek için yapılması gereken her şeyi fazlasıyla yapmaya başladılar. Seçim dönemlerinde yaşanan bu durumların yabancısı değiliz. Fakat bu seçim süreci, diğer yıllarla kıyaslanmayacak düzeyde farklı özellikler taşıyor. Kasetlerin ortaya çıktığı, saldırgan üslubun baskın bir hal aldığı, çözüm eğilimi içinde seyreden Kürt sorununda, yeniden sıfır noktasına dönülmesine neden […]
Seçim gününe yaklaştıkça partiler hedef aldıkları seçmen kitlesini etkilemek için yapılması gereken her şeyi fazlasıyla yapmaya başladılar. Seçim dönemlerinde yaşanan bu durumların yabancısı değiliz. Fakat bu seçim süreci, diğer yıllarla kıyaslanmayacak düzeyde farklı özellikler taşıyor. Kasetlerin ortaya çıktığı, saldırgan üslubun baskın bir hal aldığı, çözüm eğilimi içinde seyreden Kürt sorununda, yeniden sıfır noktasına dönülmesine neden olacak operasyonların yapıldığı ve bunun sonucunda can kayıplarının yaşandığı bir ortamın sistematik bir şekilde gündemleştiğini görüyoruz. Her çevre kendi cephesinden bu durumu analiz etmeye çalışıyor. Yapılan analizler ağırlıklı olarak iki noktada toplanmaktadır. İktidar sözcülerinin dillendirdikleri ve İslami basında yapılan yorumların ana teması, “derin güçlerin” AKP’ yi akamete uğratmak için “terör” silahını bilinçli bir şekilde devreye soktukları tezine dayanmaktadır. Kürt cephesinden ise, iktidarın bölgede pozisyon kaybettiği için saldırgan tutum takındığı yönünde bir bakış açısının ağırlıklı olarak öne çıktığı görülmektedir. Süreci irdelemekte fayda var.
İktidarın mağdur rolüne bürünüp “derin güçler” tezini ifade etmesi anlaşılır bir durumdur. Derin güçlerin yaptığı dıştan müdahalelerin kendi kâr hanesine yazıldığını bilmektedir. Oysa meselenin izahını derinde değil yüzeyde, hatta iktidarın görünür hedefleri içinde aramak olgusal bütünlük açısından daha verili bir gerçektir. Bu anlamda “derin güçler” tezinin politik manevra olmaktan öte maddi bir geçerliliği bulunmamaktadır.
Öte yandan, AKP’nin bölge illerinde pozisyon kaybettiği için saldırganlaştığı tezi doğruluk içermekle birlikte, meselenin bir kısmını açıklamaktadır. İktidar olmanın olanaklarına ve cemaat desteğine rağmen, Kürt sorununda takındığı geleneksel tutum nedeniyle, bölgedeki gücünü epeyce kaybettiği söylenebilir. Buna rağmen bölgede ikinci politik güç olma durumunu muhafaza etmektedir. Seçim barajı nedeniyle partiyle değil, bağımsız adaylarla yarışmanın avantajıyla, oy oranının çok üzerinde milletvekili çıkaracağını bilmenin rahatlığı içinde davranmaktadır. Hal böyle olunca, sert üslup ve saldırı odaklı tutum almasının nedenlerini başka noktalarda aramak daha gerçekçidir. Bölgedeki kayıpları göze aldıkları, pratik tutumlarından ve takındıkları üsluptan açığa çıkmaktadır. Bu yöndeki karineler kuvvetli şekilde öne çıkmıştır. Irkçı-milliyetçi duygulara hitap ederek, MHP’yi barajın altında bırakmayı ve 100 civarındaki mebusu, oy dağılımı esasına göre, ağırlıklı olarak kendi hanelerine aktarmak çabası içinde oldukları görülmektedir. Kürt sorununda sistemin asli güçlerinden farklı bir yaklaşım içinde oldukları izlenimini vermeye çalıştıkları dönemler olsa da, bu tamamen entegrasyon amacına dayanan bir yaklaşım olarak kalmıştır. Bu nedenledir ki; kendi hesapları söz konusu olduğunda baskıcı yüzlerini açığa vurmaktan bir sakınca görmemektedirler. Hesabın oldukça rasyonel bir hesap olduğu ortadadır.
Kürt meselesinin çözüm trendine girdiğine dair algıları besleyen gelişmelerin yaşandığı, iktidar ve devleti üst düzeyde temsil eden heyetlerin İmralı’da dolaysız görüşmeler yaptığı bir ortamdan, çatışmanın öne çıktığı bir duruma gelinmesini, sadece oylarını birkaç puan artırma gayretlerine bağlayamayız. Hesabın daha büyük bir hesap olduğunu söylemek mümkündür.
Şöyle ki;
Sistemin ve iktidar partisinin politik beklentileri, önceki dönemlerden daha farklı bir muhtevaya bürünmüştür. Her şeyden önce, yapılacak seçim iktidar olma yarışının çok ötesinde anlamlar içermektedir. Sistem yeniden yapılanma ihtiyacını iliklerine kadar duymaktadır. Yeni anayasa talebi bu ihtiyacın dolaysız ifadesi olmaktadır. Yeni anayasanın nasıl bir muhtevada şekilleneceği güçler dengesine bağlıdır. Koparılan fırtınanın nedenlerini biraz da burada aramak lazımdır. İktidar, süreci kendi inisiyatifiyle götürmek istemektedir. Anayasayı dilediği rahatlıkta yapabilmesi, yeter sayıda milletvekili çıkarmasına bağlıdır. İktidarını sürdürmesi ve muktedir bir güç haline gelmesi buna bağlıdır. Son günlerde ortaya çıkan gelişmelerin bu hesapla yakından alakalı olduğunu düşünmeye yetecek kadar veri mevcuttur. Bu hesapların diyetini maalesef Kürtler ödüyor. Kürt meselesi, sistemin hem kamburu hem kendini yeniden ürettiği beslenme kaynağıdır. Çözülmediği sürece bu özelliği devam edecektir. Bunun pratikteki karşılığı; güncel politik hesapların Kürtler üzerinden görülmesi ve maalesef bunun da batıda toplumsal bir tabana tekabül ediyor olmasıdır. Son zamanlarda bölgedeki uygulamalara baktığımızda, demokratik bir ülkede olmayacak şeylerin gündelik uygulama haline geldiğini görmekteyiz. Sıkıyönetim dönemlerini aratmayacak şeyler yaşanıyor. Ülke hızla baskı dönemlerindeki gibi “zor” zırhına bürünmekte; şiddet-baskı, sorun çözmenin temel öğesi haline gelmektedir.
N.Poulantzas’ın, ‘Faşizm ve Diktatörlük’ başlıklı yapıtında belirttiği, “Faşizm sakin bir gökyüzünde birdenbire kopan bir sağanak gibi gelmez” sözünü çağrıştıran faşizan gelişmelerin mayalandığı bir sürecin içine girdiğimizi düşündürecek çok sayıda gelişmeyi iç içe yaşıyoruz. Gramsci, “tarafların birbiriyle yenişemeyip, kaotik siyasal ortamın doğduğu” durumlara atıfta bulunarak, faşizmin aşamalı şekilde yerleşeceğine dair dikkat çektiği uygulamaları epeyce zamandır yaşıyoruz. Bu temelde, analizlerin gündelik söylemin dışında, olgunun tüm boyutlarını hesaba katacak derinlikte yapılmasının önemi bir kat daha artmıştır. Yaşadığımız şeyleri 13 Haziran sonrası ile ilişkili değerlendirmek durumundayız. Bu da yetmez, süreci demokratik bir eşikte tutmaya yönelik hamleleri yapmak bir o kadar önem kazanmıştır. Demokrasi güçlerinin zihinsel karışıklıktan, organsal dağınıklıktan kurtulmalarını dürten çok sayıda gelişme ortaya çıkmışken; tarihsel vebalin altında kalmamak için “dikkat” diyorum!