Bünyem sağlamdır. Kolay hasta olmam. Zaten iş yaşamının güvencesizliklerle örüldüğü bu düzende, işvereni kızdırmadan -yani mümkünse hiç hasta olmadan- çalışmak zorundayım. Kalın giysiler, bilumum vitamin takviyeleri ve organikliği kendinden menkul doğal ürünler ile korunmaya çalışıyorum… Ama mevsim bahar ve değişken hava şartlarının etkisiyle hastayım… Doktora gitmeyi sevmem, hastane kokusu daha bir hasta ediyor sanki beni. […]
Bünyem sağlamdır. Kolay hasta olmam.
Zaten iş yaşamının güvencesizliklerle örüldüğü bu düzende, işvereni kızdırmadan -yani mümkünse hiç hasta olmadan- çalışmak zorundayım.
Kalın giysiler, bilumum vitamin takviyeleri ve organikliği kendinden menkul doğal ürünler ile korunmaya çalışıyorum…
Ama mevsim bahar ve değişken hava şartlarının etkisiyle hastayım…
Doktora gitmeyi sevmem, hastane kokusu daha bir hasta ediyor sanki beni.
Belki de kötü bir sonuçla yüzleşme korkusu bu. Mantıki açıklaması yok elbette.
Aradan geçen birkaç günde daha kötü hissediyorum kendimi. Artık direnmekten vazgeçmeli ve tıbbi bir muayeneden geçmeliyim. İnadın yararı yok.
“Kapısına düşmeyeyim ama yokluğunu da görmeyeyim” dediğim hastaneye koşuyorum.
Burada güvende olacağım, modern tıbbın güvenli ellerine, huzur içinde teslim olabilirim…
Kapsamlı bir muayeneden geçmeli, doktorumun uyarılarını dinlemeli, ilaçlarımı almalıyım.
Zaten doktorumun şifa dağıtmaya adanmış ruhunun yayacağı enerji iyileşmeme yetecektir.
İşte buraya dek yazdıklarım, benim öngörülerim…
Daha doğrusu olması gerekenler…
Ama ne yazık ki, yaşanan durum bir hayli farklı…
Doktorun yanına girmek için bekleme sürem bitti ve yanındayım.
Yorgun ve bezgin olduğu her halinden belli.
Şikâyetimin ne olduğunu soruyor. Anlatıyorum. İki nefes alma, iki öksürme, iki kelam dert anlatma derken önündeki kâğıda birkaç tahlil ve bir ciğer röntgeni yazıp uzatıyor.
“Yaptırın, bakalım sonuca” diyor.
“Bu kadar mı?” diyorum.
“Evet” diyor. Toplasanız 5 dakika.
Odadan çıktım hastalardan biri söyleniyor. “Nasıl muayeneydi anlamadım, adam şöyle bir baktı, iki tahlil yazdı sepetledi beni. Eskiden para falan da vermezdik. Bir de para vereceğiz. Hem buraya, hem de eczaneye.”
Demek hislerimde yalnız değilim. Cebimdeki parayı kontrol ediyorum. Umarım yeter.
Hastane koridorunda endişeyle dolaşıyorum. Mutsuzlukları yüzlerinden okunan hemşireler ve oraya buraya koşturan bezgin asistanların telaşı ile geriliyorum.
Bir tanesi söyleniyor. “Hastanenin angaryasını yapmaktan bıktım. Benden başka adam yok mu, saatlerdir uyumadım abi, bitkinim.”
Ölmekten bahseden bir hasta… Bitkin bir asistan… Bezgin bir doktor… Ve endişe içindeki ben…
Hastanede umutlar adeta çökmüş…
Neden?
Çünkü AKP “Sağlıkta Dönüşüm Programı” adı altında adeta bir çöküş programı uyguluyor.
Performans yöntemiyle, baktıkları hasta başına puan alma dayatmasıyla karşı karşıya bırakılan, hastasını gönül rahatlığıyla muayene edemeyen doktorlar mutsuz…
Sağlık hizmetini “kelle hesabı”na indirgeyen bu programla, eğitim alma haklarını kullanma olanağı dahi bulamayan, üstüne üstlük nöbet sonrası izinlerini kullanamayan ve 33 saat aralıksız çalıştırılan asistan doktorlar mutsuz…
Sağlık hizmetlerinden ücretsiz olarak yararlanma hakları, muayene ücreti ve katkı payı ödemeleriyle gasp edilen, bu çöküş planında huzur içinde muayene olma hakkından mahrum bırakılarak, hasta değil, kazanılacak puan yerine konan, “sana paran kadar sağlık yeter” diyen yöneticiler elinde hayatıyla adeta dalga geçilen onlarca hasta mutsuz…
Böylesi bir ortamda ben nasıl mutlu olabilir, şifa bulabilirim?
Puan ve Hipokrat yemini arasına sıkıştırılmış doktorun, saatlerce uykusuz bıraktırılıp köle gibi çalıştırılan asistanın beni yeterince muayene edeceğine, doğru teşhis koyacağına ve tedavi önerilerinde bulunabileceğine güvenebilir miyim? Hayır!
Hastalığımı unutturdu bu manzara bana. Bir şey yapmalı…
Ama daha kısa bir süre önce kamusal sağlık hakkının neoliberal politikalara ve taşeron sistemine kurban edilmesine tepki gösteren, 30 binlere varan doktor, asistan, hemşire, sağlık çalışanı ve birçok kesimden duyarlı insanla gerçekleşen eylemde bu uygulamaya karşı “Çok Ses, Tek Yürek” olmamış mıydık?
Memleketin dört bir yanında asistan doktorlar meydanlara çıkıp, “Performans uygulaması ile asistan eğitimi geri plana atılıyor”, “Aralıksız 33 saat çalışarak ne kendimize ne de hastalara faydamız olmuyor” diye isyan etmemişler miydi?
Yönetenler, “Sağlık Haktır! Satılamaz!” diyen bu sağlık emekçilerini ve sağlık hakkının gasp edilmesine tepki gösteren hastaların feryadını duymadılar mı?
Büyük bir olasılıkla, 19-20 Nisan tarihlerinde sağlık emekçilerinin tüm yurtta, özel ve kamu ayrımı olmaksızın greve gideceklerinden de bihaberler.
Anlaşıldı… Duymuyor, görmüyor, bilmiyor, hissetmiyorlar…
Biz boşuna “Bu sistem hastalıklıdır!” demiyoruz…
Hadi o zaman yönetenler, hastane koridorlarında yerinizi bir an önce alın.
Görünen o ki; hasta, pardon, “puan” olma sırası sizde…