Türkiye Cumhuriyeti Devleti 19 Aralık 2000’de – hayatları devlet güvencesinde olması gereken – 30 devrimci tutuklu ve mahkumu öldürdü. Ayrıca iki asker de, gene güvenlik güçlerinin silahlarından çıkan kurşunlarla ve/veya devlet şiddetiyle can verdi. Bütün ölümler öldürülen veya bir biçimde katliamdan sağ kurtulmayı başaran tutuklu ve mahkumların üzerine yıkıldı (bu yıkma işlemini devlet ve onun […]
Türkiye Cumhuriyeti Devleti 19 Aralık 2000’de – hayatları devlet güvencesinde olması gereken – 30 devrimci tutuklu ve mahkumu öldürdü. Ayrıca iki asker de, gene güvenlik güçlerinin silahlarından çıkan kurşunlarla ve/veya devlet şiddetiyle can verdi. Bütün ölümler öldürülen veya bir biçimde katliamdan sağ kurtulmayı başaran tutuklu ve mahkumların üzerine yıkıldı (bu yıkma işlemini devlet ve onun basındaki kalemleri itinalı bir dayanışma ile kotardılar). 2011 itibarı ile söz konusu katliamın bile bile, alternatif çözümler gözardı edilerek gerçekleştirildiği devletin kendi belgeleriyle kanıtlandı. Aslında zamanın İçişleri Bakanı Saadettin Tantan malumu daha o günlerde ilam etmişti (1).
Operasyon, katliamcıların basındaki meddahları olmasa bu kadar ölümcül, kanlı ve şeytanî kotarılamazdı şüphesiz. Şimdi gelin, devlet güçlerinin havsalaya sığmayacak bir terbiyesizlikle ‘hayata dönüş’ / Tufan adını verdiği söz konusu operasyon gerçekleştiğinde gazete köşelerinde yer kapmış yazarların/gazetelerinin ne buyurduğuna kısa kısa göz atalım. Yalanları tarihe not düşmekte, yalanları yazanların adını hiç unutmamakta fayda var, benzer katliamların önünü almak için… Dahası söz konusu yazarların bugün sözde laikçi, fethullahçı, akp’li, chp’li vb. kanatlarda yer almalarının onları birbirlerinden hiç de farklı kılmadığının anlaşılmasına hizmet etmek amacıyla yazıldı bu yazı.
Uzun bir yazı olacak, kusura bakmayın…
“Sahte Oruç Kanlı İftar” (Milliyet’in manşeti, 20.12.2000; o zamanki yayın yönetmeni Mehmet Yakup Yılmaz)
“Nihayet…” (Tamer Korkmaz, o zamanki Zaman gazetesi şimdi Yeni Şafak gazetesi yazarı, 21.12.2000)
Bayrampaşa Cezaevi’nde bazı koğuşlara tam dokuz yıldır girilemiyordu… Cezaevi değil, derebeylikti Bayrampaşa; adeta ‘kurtarılmış bölge’ idi…
…
Bir anlamda, devletin giremediği ‘kendine has kanunları olan bir otel’di!
Örgüt liderlerinin balık besledikleri ‘havuz’ dahi vardı. Bir sonraki aşama, galiba ‘olimpik yüzme havuzu’ydu!
Bazı koğuşlarda ise, ördek besleniyordu…
Ölüm oruçları başlamadan hemen önce Bayrampaşa Cezaevi’nde düzenlenen törenin görüntülerini izlediğinizde, orasının bir cezaevi olduğunu tahmin etmeniz çok zordu…
Çünkü, cezaevinden ziyade, Spor ve Sergi Sarayı’nda yapılan bir tören vardı, sanki karşınızda!
*
Ölüm oruçlarının kumanda merkezi olan Bayrampaşa başta olmak üzere, birçok cezaevine devlet, uzun bir aradan sonra, nihayet müdahale etti…
Mahkumlar kalaşnikofla karşılık verdi!
*
İyice laçka olan cezaevlerine müdahale elzemdi. Devlet, müdahalede çok gecikmişti…
“Yeni Aktörlere Yeni Çözümler” (Hüseyin Gülerce, 21.12.2000; Zaman gazetesi yazarı, hâlâ yazıyor.)
Gerçi hükümet, can bedeli ödenmeden bir sonuç alınması için ciddi bir çaba içinde oldu. Ama gençleri kurban seçenler, kararlarını çoktan vermişlerdi.
“Bir daha asla!” (Enis Berberoğlu, 20.12.2000; Hürriyet gazetesi yazarı)
Adalet Bakanı’nın 1991 yılından bu yana devletin giremediğini itiraf ettiği Bayrampaşa’daki ölüm oruçlarına müdahaleye çalışan polis ve askere Kalaşinkof’la ateş açıldı. Sürpriz mi, hayır… Buyrun okuyun:
”Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk, Bayrampaşa Cezaevi’ndeki (yedi kişinin öldüğü) olaylardan sonra sayım ve arama yapıldığını belirterek, aramalar sonucu, 6 adet 9 mm’lik tabanca, 3 telsiz telefon, 3 cep telefonu, 61 adet mermi, 18 adet adaptör, 21 paket esrar maddesi, 6 adet bali ve 116 adet de hap bulunduğunu bildirdi.” (Anadolu Ajansı, 21 Eylül 2000)
Not: Aynı yazar, belki de yazdığı yazıdan mahçup olarak devlete de sözde mesafe koyduğu bir yazı yazmış, 22.12.200’de.
“Halkı anlasalardı böyle olmazdı!” (Fatih Altaylı, 20.12.2000, o zaman Hürriyet gazetesi yazarı, bugün Habertürk gazetesini yönetiyor)
Devlet belki de yıllar önce yapması gerekeni yaptı. Cezaevlerine girdi.
Ben bu yazıyı yazarken, henüz cezaevlerine hákim olamamıştı, ama operasyon mutlaka tamamlanacak. Geri dönüşü olmayan nokta aşıldı.
Hele hele güvenlik kuvvetlerine cezaevi içinden açılan Kalaşnikof ateşiyle 2 güvenlik görevlisi şehit olmuşken.
“Pause düğmesi” (Ertuğrul Özkök, 22.12.2000, Hürriyet Gazetesi yazarı)
HAYATA DÖNÜŞ
Bir terör örgütünün en çok korktuğu şey işte bu bağımsızlaşma duygusudur.
Dün dizleri üzerinde, koğuştaki liderlerin tahakkümünden kaçmaya çalışan mahkûmları gördüğümde bunları düşündüm.
Hükümetin bu operasyona verdiği, ”Hayata Dönüş” adı dün gerçek anlamını buldu.
O fotoğraflarda, o karelerde, yüzlerdeki o korku ve sevinçte.
İşte bu yüzden F tipi cezaevlerinde gerekli düzeltmelerin yapılması ve uluslararası standartlara ulaştırılarak mahkûmların buralara yerleştirilmeleri önem kazanıyor.
“Devletin Üslubu, STÖ’nün Üslubu” (Ertuğrul Özkök, hızını alamamış ki 23.12.2000’de bir iktidar güzellemesi daha yazmış)
BAKAN GİBİ BAKAN
Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk.
Cezaevi olaylarının başından beri Adalet Bakanı’nı izliyorum.
Genç gazetecilerin en provokatif sorularına bile hiç tahrike kapılmadan sakin bir şekilde cevap veriyor.
Sadece şehit jandarma çavuşu ve eri için başsağlığı dilemiyor.
Müdahale sırasında ölen mahkûmların ailelerine de başsağlığı diliyor.
Ölüm oruçlarının başından itibaren üzerinde büyük bir kamuoyu baskısı vardı.
Kamuoyu derhal müdahale edilmesini istiyordu.
O ise ikna yolunu tercih etti.
PKK ile masaya oturmayan devlet, cezaevindeki mahkûmla anlaşabilmek için arabuluculara ”yetki verdi”.
Sırtında kamuoyunun muazzam nefesini hisseden bakan günlerce bekledi.
Bundan 30 yıl önce, Kızıldere’de taş üstünde taş bırakmayan asker günlerdir koğuş kapısında anons yapıyor.
Liderlerini bile sıyrıksız yakalayıp, F tipine koydu.
Genç gazeteciler sordu:
”Ölenlerin hepsi yakılarak mı öldürüldü?”
Evet diyebilirdi. Ama ”Yarısı öyle ama henüz kesin raporları almadım” dedi.
“Devlet uyandı!” (Güngör Mengi, 20.12.2000, Sabah gazetesinin başyazısı)
Terör, kanla beslenen bir canavar.. Dışarda masum insanların içerde de kendi çocuklarının kanını içerek yaşıyor.
Tüyler ürpertici bu gerçekle, cezaevlerine yönelik operasyonda dün bir kez daha yüz yüze geldik.
İki ay önce cezaevlerinde başlayan ölüm oruçları, devlet ve toplum düzenini tehdit eder boyutlara ulaştığında Başbakan, “birilerinin düğmeye bastığını” söylemişti.
Ama devlet otoritesini egemen kılmak için basılması gereken düğmeye basan olmadı.
Ölüme tapan tarikatlar gibi ele geçirdiği insanların yaşama hakkını gaspeden terör örgütünü bu hükümet, sırf ölümler olmasın diye muhatap bile kabul etti.
F tipi cezaevlerinin açılışını süresiz erteleyecek kadar taviz verdi.
Ama terörle pazarlık edilmeyeceği gerçeği nihayet bir kez daha görüldü. Daha fazla beklemek, devletin kendini inkârı olurdu.
İnsan yakma emri
Dün sabah girişilen harekât, Adalet Bakanı’nın dediği gibi “insan hayatını kurtarma operasyonu”dur..
Başbakan Ecevit’in dediği gibi “Bu mücadele, teröristleri kendi terörizmlerinden koruma ve kurtarma girişimi”dir..
“Terör İftarı” (Ahmet Tan, 22.12.2000, eski Sabah gazetesi yazarı ve DSP milletvekili)
Kahraman iki erimizin şehit olduğu cezaevleri operasyonunda, çok sayıda terörist de su yolunda kırıldı. Keşke bazılarımız, orucun bu türüne karşı biraz daha az dikkatli olsaydı. F tipini g