“Arap Dünyası”nda halklar “artık yeter” deyince “taşlar” da yerinden oynadı; Türkiye’nin AKP hükümeti döneminde, son yıllarda bölgede, büyük enerji ve kaynak harcayarak oluşturmaya çalıştığı ittifaklar sistemi (“sıfır sorun” politikası) çözülmeye, Arap dünyasında lider olma (“Yeni-Osmanlı”) hayalleri de buhar olmaya başladı: Türkiye, NATO üyesi, ABD-AB kapitalizmine (neo-liberal küreselleşmeye -emperyalizme vb) bağımlı bir ülkeydi. Yeri geldiğinde, istese […]
“Arap Dünyası”nda halklar “artık yeter” deyince “taşlar” da yerinden oynadı; Türkiye’nin AKP hükümeti döneminde, son yıllarda bölgede, büyük enerji ve kaynak harcayarak oluşturmaya çalıştığı ittifaklar sistemi (“sıfır sorun” politikası) çözülmeye, Arap dünyasında lider olma (“Yeni-Osmanlı”) hayalleri de buhar olmaya başladı: Türkiye, NATO üyesi, ABD-AB kapitalizmine (neo-liberal küreselleşmeye -emperyalizme vb) bağımlı bir ülkeydi. Yeri geldiğinde, istese de istemese de, ağlaya tepine bu sistemde kendisine verilen göreve “geri dönmek” zorundaydı…
Bu “geri dönüş” şimdilik Türkiye’yi hiç istememiş olsa da Libya’da sonu belirsiz bir sömürgeleştirme projesinin içine düşme noktasına getirmiş görünüyor. Bu durumun getirmeye başladığı ekonomik, siyasi, ahlaki yük yetmezmiş gibi, Türkiye, bir de Suriye üzerinden kendi toplumsal yapısını doğrudan etkilemeye aday bir yerel krizle karşı karşıya kalmak üzere.
Bir tarafta ‘sömürge savaşı’
Libya’da iki hafta önce isyancıları ve “masum sivilleri” (masum olmayan sivillere karışmıyorlar) korumak için, Libya hava sahasını Kaddafi uçaklarına kapatmaktan, Tomahawk füzeleriyle, taarruz helikopterleriyle, A-10 “tank patlatan” uçaklarla yerdeki konvoylara saldırmaya, isyancılara yardım etmeleri için sahaya CIA ajanları indirmeye, “Amaç rejim değişikliği değil”den(!) isyancıları silahlandırma, doğrudan asker indirme, “Libya bölünüyor mu?” tartışmaları noktasına geldik. Bu yüzden, Newsweek (2000-2010) ve Time Magazine (2010-) editörü Fareed Zakaria, “Bu bir tırmanan görev (Mission Creep) olmaya başladı… ABD Libya’yı sahiplenecek mi?” diye soruyordu.
Son günlerde, “ama bunlar BM Güvenlik Konseyi’nin 1973 No’lu kararının kapsamını aşıyor” diyenler çoğalıyor. Ama o kararın içinde de “ne gerekiyorsa” kavramı yer alıyor.
Yine “evdeki hesap çarşıya uymadı” (belki de zaten uymaması gerekiyordu). İki hafta sonunda “ateşkes isteme” noktasına gelen isyancıların bu işi beceremeyeceği belli oldu.
Geçen hafta, izleyebildiğim kadarıyla, savaşa katılmayan Almanya’da Der Spiegel’den, İngiltere’de The Guardian, The Independent, ABD’de muhafazakâr (hatta neo-con) The Wall Street Journal’dan Liberal Los Angeles Times’a kadar, Fransa’da da Le Monde isyancıların dağınıklığını, örgütsüzlüğünü, hatta korkaklığını örnekleriyle anlatarak güvensizlik belirten, demokrasi, insan hakları gibi konulardaki yaklaşımlarına ilişkin, hatta Bingazi’de siyah Afrikalılara yönelik tutuklama, işkence, tecavüz olaylarına bakarak “ya bu kez, bunlar katliam yaparsa” diye soran yorumlar yayımladılar. Şimdi, görünüşe göre bu savaşın nereye gideceği belirsizleşti. Ama sanırım bu yalnızca görünüşte böyle. The Asia Times’tan Pepe Escobar‘ın aktardığı gibi eğer ABD ile Suudi Krallığı, “Libya’ya karşılık Bahreyn” anlaşması yapmışlarsa, sırada, isyancıları silahlandırmaktan sahaya asker indirmeye, oradan Libya’yı paylaşmaya kadar giden bir süreç var.
Bu arada, bugüne kadar Afrika’da kendine bir yer bulamayan ABD’nin Afrika Lejyonuna (Africa Com) Afrika’da bir yer açılmış olacak. ABD Savunma Bakanı Gates ve Amiral Mullen‘in “NATO’yu Libya’da uzun süreli bir savaş bekliyor” öngörüsü (Financial Times) ile Asia Times’tan Ivan Kastev‘in “Kaddafi, Mao gibi yapıyor” (Gaddafi Goes Mao) analizin, bir araya koyunca da karşımıza bir “uzun süreli sömürge savaşı” senaryosu çıkıyor. AKP hükümeti de Türkiye’yi bu savaşa ortak olma noktasına getirmiş (CHP’nin yaklaşımı farklı mı?) bulunuyor.
Bu tarafta ‘zaman ayarlı bomba’
Libya’da olanlar orada kalabilir; hatta Türkiye hükümeti, “ben çekiliyorum” deme cesaretini bile bulabilir. Ama Türkiye ile yaklaşık 800 km. sınırı olan Suriye, bulaşması kaçınılmaz, felaket olasılıklarıyla burnumuzun dibinde.
Kuzey Afrika’yı sarsan ayaklanmalar dalgası 18 Mart günü, “yok, burası farklı” iddialarına, Beşşar Esad‘ın Wall Street Journal’da Ortadoğu liderlerine “halkınızın sesine kulak verin” gibisinden öğütler dağıtmasına karşın Suriye’ye ulaştı. Bugüne kadar da Suriye’de yaklaşık 100 protestocu yaşamını yitirdi. Bu olaylar karşısında, nihayet “çok önemli” bir konuşma yapmak için perşembe günü televizyona çıkan Esad’ın, yeni reformlar açıklamak yerine halkı tehdit etmesi düş kırıklığı yarattı. Ancak, Esad’ın başka bir şey yapması da olanaklı değildi. “Felaket” senaryoları da işte bu olanaksızlıktan kaynaklanıyor.
Ortadoğu’da uzun yıllar çalışmış bir CIA görevlisi olan Robert Baer‘in çarşamba günü Financial Times’ta işaret ettiği gibi, “iktidardaki Alevi kesim (nüfusun yüzde 12’si-EY), sokaklardan (Sünni, nüfusun yüzde 65’i -EY) gelen talepler karşısında taviz veremez. Eğer verirse iktidarda kalamaz… Ordu tümüyle Alevilerin elinde olduğundan, bu koşullarda Suriye ordusuz kalır. Ondan sonra artık soru, bir iç savaşı önlemek için ‘Batı müdahale edecek mi?’ye dönüşür.”
Bu nedenlerle, ilk kez ABD, İran ve İsrail’in, Esad’ın iktidarda kalmasından yana olduğu görülüyor. Zaten, Hillary Clinton da Esad’ın “Reform yanlısı bir lider” olduğunu düşünüyor. Evet, Esad reform yapıyordu ama bunlar onun rejiminin dibini oyacak özellikler de taşıyordu. İsyan dalgasının gelmesiyle, Suriye değişmeye başladı; bu değişimin ekonomik, sınıfsal özellikleriyse suların durulmayacağını düşündürüyor.
Beşşar Esad Londra’da göz doktorluğu alanında okurken 2000 yılında, babasının ölümünün ardından devlet başkanı oldu. Kısa bir süre sonra da ekonomik liberalleşme yönünde adımlar atmaya başladı. Tel Aviv Üniversitesi Moşe Dayan Merkezinden Paul Livni, Suriye’deki gerginliklerin arkasındaki sosyoekonomik etkenleri araştıran çalışmasında (29 Mart), bu reformlardan, özelleştirmelerden en çok ordunun Alevi kökenli komuta kademelerinin ve Sünni iş çevrelerinin yararlandığına işaret ediyor. Bu süreçten en çok, devlet desteklerinin kaldırılmasından dolayı, 2007-08’deki büyük kuraklığın da etkisiyle (rejim petrole verdiği desteği kaldırınca kuraklığın ortasında petrolün fiyatı bir günde yüzde 300 artmış), kır küçük üreticileri, 2008’de yüzde 17’ye ulaşan enflasyonun etkisiyle de kentteki ücretliler kesimi zarar görmüş.
Yaklaşık 1 milyon 100 bin kişi kırlardan kentlerin etrafındaki varoşlara göç etmiş. Şimdi bunlar sokakta ama Livni, bu Alevi ordu – Sünni burjuvazi ittifakı bozulmadan rejim düşmez diyor.
Eğer rejim kontrolü yitirmeye başlarsa, Alevi-Sünni çatışmasının geçmişteki gibi çok kanlı biçimler alması, bunun Türkiye’nin bugünkü ikliminde yankılanması, nüfusun yüzde 10’unu oluşturan Kürtlerin, korunmak için Türkiye ve Irak’taki Kürtlerle birleşmeyi denemesi gibi olasılıkların gündeme gelmesi neredeyse kaçınılmaz görünüyor. Eşşark el Evsat’ın aktardığına göre Suriye’deki gerginlikler Lübnan’ı etkilemeye başlamış: Hizbullah, Sünni ağırlıklı “Gelecek” hareketini, Suriye’deki muhalefete silah ve kaynak göndermekle suçluyor.
Kısacası Suriye sınırda zaman ayarlı bir bombaya benziyor. Patladığında parça tesirinden kurtulmak olanaklı olmayacak…