Çoğu kez, NEDEN? diye sormaktan kendisini alamaz insan. Değer mi, diye kederlenir… Değer mi üç kuruş daha fazla kazanacağım diye insan hayatını tehlikeye atmaya… Ankara OSTİM’de Şubat ayında meydana gelen patlama sonucu 16 işçi hayatını kaybetmişti. Taraf gazetesinin haberine gore 1 Nisan günü bir firma çalışanı savcılığa giderek meydana gelen olaydan dolayı vicdan azabı çektiğini […]
Çoğu kez, NEDEN? diye sormaktan kendisini alamaz insan. Değer mi, diye kederlenir… Değer mi üç kuruş daha fazla kazanacağım diye insan hayatını tehlikeye atmaya…
Ankara OSTİM’de Şubat ayında meydana gelen patlama sonucu 16 işçi hayatını kaybetmişti. Taraf gazetesinin haberine gore 1 Nisan günü bir firma çalışanı savcılığa giderek meydana gelen olaydan dolayı vicdan azabı çektiğini ve suç duyurusunda bulunmak istediğini bildirmiş. İhbarda bulunan işçi, firmanın tüplere kaçak olarak doğal gaz doldurduğunu ve olaydan sonra depodaki tüplerden durumun anlaşılmaması için de boş bir araziye giderek bütün tüpleri boşalttıklarını söylemiş.
Diğer yandan bugünlerde pek çok evde Tarım Bakanlığı’nın yaptığı bir çalışmada pek çok tanınmış firmanın ürününde zararlı madde bulunduğunu tespit etmesine rağmen bunları açıklamamasının nedeni üzerinde konuşmalar yapılıyor. Bu devletin vatandaşına karşı bir sorumluluğu yok mu, diye öfkeleniyor, göz göre gore çocuklarımızı zehirliyorlar elimizden bir şey gelmiyor, diye yüreğimiz sıkışıyor.
Bu işi yapan patronalara beddua etmekten, devletin vurdumduymazlığına lanet okumaktan başka bir şey gelmiyor elimizden. Çünkü patron aç gözlüdür, devlet işini iyi yapmamaktadır. Patron biraz tok gözlü, biraz Allah’tan korkan biri olsa, devlet biraz işini iyi yapsa bu sorunların hiçbiri yaşanmaz belki de…
Oysa mesele sadece daha çok para kazanma hırsıyla ilgili ya da devletin memurlarının işlerini daha iyi yapmasıyla ilgili değildir. Mesele kapitalist bir işletmenin ayakta kalmasıyla ilgilidir. Eğer öyle yapmazsa varlığını sürdüremez. Çünkü kapitalizm serbest girişime dayanır ve serbest girişim rekabetle sınanır. Rekabet ise her zaman büyük balığın küçük balığı yuttuğu bir kovalamacadan ibarettir. Böyle olunca yanında 30 işçi çalıştıran bir işletme sahibine sigortalı işçi çalıştır, çalıştırdığın sigortalı işçinin sigortasını asgari ücretten gösterme ya da OSTİM’deki patrona tüplere niye kurallara uygun gaz doldurmuyorsun demenin hiç bir manası yoktur.
Çünkü kapitalizm için asıl olan sermaye birikiminin gerçekleşmesi ve devamlılığının sürmesidir. Bunun için ne gerekiyorsa yapılır. Çok üzerine giderseniz “Ne yani işletmeleri kapatalım da millet işsiz mi kalsın? diye tehdit ederler. Kapitalist devlet ise bu süreçte sermaye birikim sürecinin devamlılığını sağlamakla görevlidir. Devlet tek tek şu veya bu patronun para kazanmasıyla ilgilenmez, bir bütün olarak sistemin bekasıyla ilgilenir. Bu yüzden hiç bir zaman etkili bir denetim uygulamaz, bu yüzden sermaye sınıfının devletin koyduğu yasa ve kuralları göz gore çiğnemesine göz yumar, yummak zorunda kalır. Sadece Türkiye’de değil dünyanın bütün ülkelerinde sermaye birikim sürecine en etkili katkı sunan işletmeler moda deyimiyle KOBİ’lerdir. KOBİ’ler adı üzerinde küçük ve orta ölçekli oldukları için kapitalist rekabetin en çok zorladığı firmalardır ve ayakta kalmak için mutlaka “kural dışı” hareket etmek zorundadırlar. Türkiye’deki üretim ve istihdamın %80 kadarının bu tür firmalar tarafından karşılandığını düşündüğümüzde sistemin devamlılığı açısından bu firmaların ayakta kalmasının ne kadar önemli olduğunu anlayabiliriz.
Öyleyse ne olacak? Memleketin selameti için her şeye göz mü yumacağız? Bırakalım patronlar sigortasız işçi çalıştırsın, bırakalım istediği zaman sevsin istediği zaman dövsün, bırakalım şirketler her türlü zararlı gıda maddesini istedikleri gibi pazarlayıp satabilsinler… Aksini söylersek Allah korusun memleketin gayri safi milli hasılası çöker, millet işinden olur, vs.
Bu bakış açısı sermaye sınıfına ve onun hükümetlerine aittir. Oysa işçi sınıfının bakış açısı bunun tam tersini görür. Üretim ve istihdam için üretim araçlarının özel mülkiyetinin şart olmadığını savunur. Zaten bütün mesele de budur. Bunu sorgulamaya cesareti olmayan hiç bir düşünce ne sigortasız işçi çalıştırmayı ne de millete katkılı gıda yedirilmesinin önüne kesin olarak geçebilir.
Kapitalizm hayatın her alanını ticarileştirdikçe devrim ve sosyalizm de artık bir laf olmaktan çıkıp hayatımızın her hücresinin somut bir gerçeği olarak karşımıza dikiliyor. Mülkiyet hırsızlıktır, diyenin aklıyla çok laf yalansız çok mal haramsız olmaz diyenin ruhu hayatı yeniden kurmak için yolumuzu aydınlatıyor.