Türkiye’nin tüm derelerinde hummalı bir çalışma var. Tüm derelere şantiye kurulmuş durumda. 2003 yılında düzenlenen bir yönetmelik ile Türkiye’nin tüm dereleri “halka arz edildi”. Böylelikle Türkiye’nin en büyük özelleştirilmesi sessiz sedasız ve bedavaya yapıldı. Ama bu satışın etkileri pek de sessiz sedasız olmuyor. Hidroelektrik santrallerin (HES’lerin) yapımı, firmaların insafına bırakılmış durumda, hükümet ise hiç üzerine […]
Türkiye’nin tüm derelerinde hummalı bir çalışma var. Tüm derelere şantiye kurulmuş durumda. 2003 yılında düzenlenen bir yönetmelik ile Türkiye’nin tüm dereleri “halka arz edildi”. Böylelikle Türkiye’nin en büyük özelleştirilmesi sessiz sedasız ve bedavaya yapıldı.
Ama bu satışın etkileri pek de sessiz sedasız olmuyor. Hidroelektrik santrallerin (HES’lerin) yapımı, firmaların insafına bırakılmış durumda, hükümet ise hiç üzerine almadığı denetimin sorumluluğunu da özel sektöre bırakmanın hazırlığında. Bazı derelere devletin kurulları, “sit alanı, çivi bile çakamazsın” diyor yine aynı devletin yürütmesi “sit olduğu şimdi mi aklınıza geldi” diyor yeni yasa düzenleyerek sit alanı olarak tanımlanan derelere HES yapmanın önünü açıyor.
Tüm Türkiye’de yaklaşık olarak 2300’ün üzerinde HES yapımı söz konusu. Basına ve kamuoyuna genelde sadece Doğu Karadeniz’e nehir tipi HES’ler yapılıyor diye yansısa da Türkiye’nin tüm derelerine Nehir tipi ve Baraj tipi HES’ler yapılıyor. Özelleştirme kapsamında yapılacak projelerin toplamı Türkiye’nin şu andaki hidroelektrik kurulu gücünden fazla.
2003’ten bu yana yapılan Nehir tipi ve Baraj tipi HES’lerin güvenliği de artık tartışma konusu. Tamamı denetimsiz özel sektörün insafına bırakılarak yapılmış HES’ler talandan başka sorun olarak da önümüzde duruyor. Denetimsizlik ayrıca çevre katliamının koşulunu yaratmış, dere ekosistemlerinin vahşice katledilmesine neden olmuş durumda.
HES sürecinde yaşanan talan tüm temel hizmetlerde de gündemde. Tüm illerin elektrik dağıtımı özel sektöre devredildi bile. Yeni yapılacak tüm yollar, demiryolları yap işlet devret vb özelleştirme yöntemleri ile yapılıyor. Bu da su, elektrik, ulaşım gibi tüm temel hizmetlerin pahalanması şirketler için en karlı sektörlere dönüşmesi anlamına geliyor. Tüm demokratlar, aydınlar yıllarca enerji de yenilenebilir enerji olarak HES’leri, ulaşımda da demiryollarını savundular. Ancak bugün özelleştirmeler yoluyla HES’ler de ve demiryolları da yoğun bir biçimde yapılıyor. Eski dönemin bakış açısıyla bu projeleri savunmak yani yapılan HES’leri sadece yenilenebilir-yeşil enerji demiryollarını akılcı ulaşım biçimi olarak değerlendirmenin koşulu kalmadı. Yani bu dönem yeni politikaların geliştirilmesi artık bir zorunluluk.
Hazırlıksız yakalanmanın acemiliği ile eski dönemin politikalarını sürdürmek ciddi sıkıntılar içeriyor. Bugün HES’ler ya da demiryolları yapılış amacından, rantsal paylaşım yapısından ayrı tutularak sadece teknik olarak değerlendirilemez. Eski dönemin söylemleri ile örneğin karayollarına karşı demiryollarını önerdiğiniz dönemlerdeki gibi HES’leri savunamazsınız. Demiryollarına, eskiden karayollarına kategorik olarak karşı olduğunuz gibi karşı olmanızın koşulları kalmamış durumda. Benzer bir durum HES’ler için de geçerli. HES’lere kategorik olarak karşı olmak hem bir tutarsızlık hem de tartışmayı yanlış mecralara çekme riski var. Enerjiye ihtiyacımız yok söyleminin de kentlileri ve teknik insanları kavramama ve hükümetin politikalarına yakınlaştırma riski var. Bugünkü HES tartışması sadece teknik, sadece çevre, sadece enerji ya da sadece politik bir tartışma değil. Bugünkü HES tartışması bunların hepsi. Bu nedenle yeni dönemin politikaları eski dönemin sloganlarıyla karşılanamaz duruma gelmiştir. Yeni tarz ve yeni politikalara olan ihtiyaç her geçen gün yöre halkını da kentlileri de daha çok sıkıştırmaktadır.
Direnen dereler birbirinden biraz da habersiz mücadele sürdürüyor kendi dilini oluşturuyor. Bu mücadeleyi ortak zeminde buluşturmak ancak ortak bir politik mücadele ile mümkün gibi. Sermaye’de “sivil toplum örgütleri” ile zihin bulandırmaya çoktan başlamış durumda. Bugün hangi söylemleri kullanırlarsa kullansınlar vadisine deresine çivi çaktırmayan her mücadele oldukça anlamlı. Dünyanın çevreye en zararsız HES’leri bile yapılsa yöre halkının olurunu almayan hiçbir projenin meşruluğu yok. Ancak mücadeleyi bir adım ilerisine taşımak için mücadele çizgisini ve politikasını belirlemeye ihtiyaç var. Kendiliğinden farklı olarak yürütülen derelerdeki mücadelelerde tek ortak söylem suyumuzu sattırmayacağız söylemi. Bugün HES’lere karşı yapılan mücadelede herkes herkesle yan yana gelebilmeli ancak turnusol kağıdı suyun özeleştirilmesine karşı duruşta renk vermeli. Ortak politika geliştirme noktasında hak mücadelesinin HES’lere tesir etmesi artık bir zorunluluktan öte bir ihtiyaç.
Bugün barınma hakkı mücadelesi farklı coğrafyalarda ortak mücadele çizgisinde yürümekte. Barınma hakkı mücadelesi çok kişinin bakışını değiştirdi, daha fazla da değiştirecek gibi. Barınma hakkı mücadele tarzı ile HES mücadelesini de değiştirecek gibi. Barınma hakkı mücadelesinin gücü mücadelesine kattığı, değiştirdiği yoksul gecekondu sahipleri ile artıyor. Barınma hakkının başarısı, rant için değil halk için kentsel dönüşüm; biz de buraların güzelleşmesini istiyoruz gibi söylemlerde. Kentlisi, köylüsü, mühendisi, mimarı barınma hakkı mücadelesinin destekçisi. Barınma hakkı mücadelesi teknik ile asla kavga etmiyor. Çünkü barınma hakkı mücadelesi halk için kentsel dönüşüm diyor.
İşte bu nedenle HES’lere Barınma Hakkı Mücadelesi gerek. Tüm vadileri, Dikmen Vadisine, Arızlıya dönüştürmek gerek. Yani HES vadilerine su hakkı mücadelesi gerek. Yüzyıllar boyunca yanı başında akan derenin suyunda yöre halkının su hakkı var unutmamak gerek.
* Salih Armağan
İnşaat Mühendisi