Arkadaşımız Ayşenur Arslan‘ın önceki günkü ‘Medya Mahallesi’ programının konuğu arkadaşımız Tuğrul Eryılmaz, 68 kuşağından günümüze ulaşmış bir gazeteci arkadaş olarak özeleştirisini yapıyordu… Radikal gazetesi basılarak Ahmet Şık‘ın basılmamış ‘İmamın Ordusu’ kitap taslağının yok edilmesi eylemi sürecinde orada bulunan gazeteci arkadaşların, benzeri yaşanmamış olayın şaşkınlığında, birkaç kare fotoğraf çekmenin ötesinde seyirci kalmalarının çok yanlış olduğunun altını […]
Arkadaşımız Ayşenur Arslan‘ın önceki günkü ‘Medya Mahallesi’ programının konuğu arkadaşımız Tuğrul Eryılmaz, 68 kuşağından günümüze ulaşmış bir gazeteci arkadaş olarak özeleştirisini yapıyordu… Radikal gazetesi basılarak Ahmet Şık‘ın basılmamış ‘İmamın Ordusu’ kitap taslağının yok edilmesi eylemi sürecinde orada bulunan gazeteci arkadaşların, benzeri yaşanmamış olayın şaşkınlığında, birkaç kare fotoğraf çekmenin ötesinde seyirci kalmalarının çok yanlış olduğunun altını çiziyordu. Hukukta, yasalarda yeri olmayan yayımlanmamış kitap taslağının yok edilmesi eyleminde gazetecilerin bir duruşunun olması gerektiğinin altını çizdi. Toplumun yaşadığı büyük baskı, korkunun gazeteciler üzerindeki etkisinin yansımasının sadece genç arkadaşlarımızı değil, geçmişin hak arama kültüründen gelmiş arkadaşlarımızı da bir biçimde teslim aldığının bir yansıması olarak değerlendirdi.
Tuğrul Eryılmaz içimizde insan hakları, demokrasi, özgürlükler, gazetecilik etiği, değerlerinde, savunulmasında tepki verme, eylemlere katılmada her dönem önde arkadaşlarımızdan biridir. Genel yılgınlığa, teslim oluşa ilişkin özeleştirisi öylesine içtenlikliydi ki… Gazeteciler için kırılma noktasından geçtiğimizin de ipuçlarını veriyordu… “Yetti gayri” noktasını geçmiştik, özeleştiri, çıkış noktaları arayıp bulma sürecine girmiştik… Elimde olmadığı için içim burularak Ahmet Şık’ın basılmamış kitabının ham kopyalarından birinin arkadaşlarımızdan birinin elinde kalmış olmasını diledim. Geçmiş deneyimlerimizle, kopyayı saklayabilmiş arkadaşlarımızdan herhangi birinin kopyayı sanal dünyanın verdiği teknik olanaklar içinde yurtdışına göndermesini, oradan servisle ülkemiz ve dünyada, sanal ortamda yüz binlerin okumasını sağlayacak biçimde yayılmasını diledim…
Aynı saatlerde arkadaşımız Ertuğrul Mavioğlu‘nun ailesi ile Silivri yolunda olduğunu, Ahmet’in kitabının sanal ortamda yayımlanacağını bilmenin rahatlığının yüzüne yansımasını gözlemlediğini bilemezdim… Benim aklıma gelen, Özal‘ın Türkiye’ye gelen Çernobil radyasyon bulutunu saklatması, araştırma yasağı koyması sürecinde, elimde çay, toprak, gıda maddeleri ürünleri, Berlin’de tahlil yaptırmak üzere yola çıkma deneyimimle ilişkili, aklın yolundan geçen, gazetecilik refleksiydi… Şık’ın yakın çevresinden üretilen, kitabı okumuşların akıllarında kalanlardan bir özeti içeren metne herkesin imza atması kampanyası şıktı, ama eksikti… Medyanın uzun yıllar üzerimize çöken iktidar-patronaj baskısından daha belirleyici, gazetecilik kimliğinde yandaş-yalakalık yarışı, kirlilikten arınmak, uyanmak kolay olmayacaktı…
Dün sabah haberlerde ayrıntıları ile sanal itaatsizlik eyleminin boyutlarını izlerken; üzerlerine ağır baskılar uygulanmış, sindirilmiş gazetecilerin, enkaz altından sağ çıkma, ayağa kalkma çabalarını, küçük küçük katkıları ile ortaya çıkan dik duruşu görmenin sevinciyle… gazeteciliğin kimliği, onuru, sorumluluğu adına umutlarımı tazeledim…
Ahmet, polisler arasında götürülürken, Fethullah cemaati örgütlenmesi içerikli kitap çalışması bağlantılı tutuklanmasına tepki olarak ‘Dokunan yanıyor’ demişti. Sanal itaatsizlik eylemi bütününde, arkadaşlarımız, 298 sayfalık kitap taslağı metnine önsöz olarak arkadaşımızın; suskunluğun, korkunun ecele faydası olmayan durum vaziyetlerimizi çok çıplak anlatan kendisinin kaleme aldığı önsöz metnini eklemişler. Adını çok daha düşündürücü, anlamlı olarak “Dokunan Yanar” yapmışlar..
Bilişim teknolojisinin ağlarında okumak isteyenlerin önlerine düşen kitabı tıklayanlar bir günde yüz binlere varmış. Okuduklarını dünkü gazete köşelerinde paylaşan, suç ortaklığını üstlenen arkadaşlarımız bir çırpıda onlarla… İletişim ağlarında dayanışma ile birçok siteye birden düşen kitabın, elindeki metne uyduğunu söyleyen Aydın Engin arkadaşımız tanık… Gazeteciler meslek ilkeleri adına ayıplı duruştan silkinmeye doğru anlamlı bir duruşu sergiliyor. Çorbada tuzu olan herkese selam…
Çağımızda insan hakları, demokrasi, basın özgürlüğü önündeki en etkin tuzaklarda, silahlı güçten daha etkin medya gücünün kullanılmasında… Türkiye rejimi demokrasi olarak tanımlanan ülkeler içinde en gerilerde bir yerlerde… Medya patronaj sermaye dağılımı, doğrudan yandaş, cemaat, holding ilişkilerinin bütününde iktidarın denetimle susturdukları olarak paylaşılmış bir yapılanmanın bir başka örneği yok. Yıldız gazeteci, marka olmanın varlık yolu, bir biçimde kimlik satışı, görünen, gizlenebilen hizmet yarışı olunca bizdeki vahim tablo ortaya çıkıyor.
AKP iktidarları, rejimin eksen kaymasında kendilerine rol biçmiş cemaatler, iki dönemdir tüm demokratik kurumları ele geçirme icraatlarında medyayı kullanabilmenin rahatlığında aykırı seslere giderek daha tahammülsüzler. Hele de referandum, rejimin ekseninin kaydırılmasında, yargı bağımsızlığının kırılmasında dönemeç 12 Eylül’den sonra üslup iyice sertleşti… Olup bitenleri basın özgürlüğü, hukuk devleti, yargı bağımsızlığı, Ergenekon davası kapsamında mantıklı tartışabilmek olanaksız…