Çernobil Nükleer Santrali’nde yaşanan kazanın kamuoyuna duyurulduğu 26 Nisan 1986’nın yıldönümünde ülke çapında nükleer karşıtı eylemler yapılıyor. Nükleerin sorgulanmasına neden olan son kaza 11 Mart günü Japonya’da yaşanan deprem ve tsunami sonrası 4 reaktörü arızalanan Fukuşima Nükleer Santrali oldu. Japonya’da yaşayan çevirmen dostumuz İnan Öner’le ailesiyle birlikte geldiği İstanbul’da buluştuk. Öner’le deprem, nükleer kaza ve […]
Çernobil Nükleer Santrali’nde yaşanan kazanın kamuoyuna duyurulduğu 26 Nisan 1986’nın yıldönümünde ülke çapında nükleer karşıtı eylemler yapılıyor. Nükleerin sorgulanmasına neden olan son kaza 11 Mart günü Japonya’da yaşanan deprem ve tsunami sonrası 4 reaktörü arızalanan Fukuşima Nükleer Santrali oldu. Japonya’da yaşayan çevirmen dostumuz İnan Öner’le ailesiyle birlikte geldiği İstanbul’da buluştuk. Öner’le deprem, nükleer kaza ve sonrasında yaşananlar üzerine bir söyleşi yaptık.
O günden başlayalım. Tokyo’da deprem günü kendi yaşadıklarınızdan başlayalım istersen
11 Mart Cuma günü biz evdeydik. 5 yaşındaki oğlum Ekin’le birlikte salondaydık. Öğleden sonra saat 3’e geliyordu. Bir sarsıntı başladı. Biz Tokyo’da sarsıntıya alışığız. Çok sık deprem olur. Fakat bu kez biraz daha sürecek gibi hissettim. Eşimle oğlum masanın altına girdiler. Sarsıntının geçmesini bekledik ama giderek yükseldi. Duvarlarda asılı tablolar, kitaplıklardaki kitaplar, büfeler, raflar, dökülmeye başladı. Neticede bütün eşyalar döküldü ve yıkıldı. Fakat sarsıntı bir süre sonra duruldu. Bir buçuk dakikaya yakın bir sarsıntıydı. Sonra dışarı çıktık diğer apartman sakinleriyle birlikte. Durumu anlamaya çalıştık. Bir saat içerisinde iki artçı deprem oldu. Yüksek şiddette. Biz oradaki radyosu olan insanlardan kuzey doğu bölgesinde büyük bir deprem olduğunu öğrendik. Bir süresonra evimize geçtik. Evi toplamaya başladık. Ondan sonraki iki gün bizim için evi toplamakla geçti. TV’lerde gerçekten büyük bir afet olduğunu gördük. Özellikle çok büyük bir tsunami dalgasının geldiğini öğrendik. Bütün gece boyunca bu sarsıntılar devam etti. 1-1.5 saatte bir şiddetli artçı sarsıntılar oluyordu.
Japonya daha önce de büyük depremler atlatmış bir ülke. Bu denli fazla can kaybının olmasının sebebi ne?
Şimdi zaten biz tsunami görüntülerini gördüğümüzde çok büyük bir oranda can kaybı olacağını tahmin ettik. Tsunaminin yayınlanan görüntülerinde var, dalgalar evleri söküp götürüyor. Evler yapı olarak dayanıklı, dikkat edilirse şekillerinde bir değişiklik olmuyor, fakat dalgalar evi kökünden, temelinden alıp götürdüğü için orayı yok edip yutmuş oluyor. Yoksa, Japonya sarsıntıya karşı dayanıklı olmak konusunda hazırlıklı, toplum da öyle. Fakat bu kadar büyük bir tsunami dalgasının kuzey doğu sahillerine hem de 500 km boyunca geleceğini kimse tahmin etmiyordu. Bunlara yönelik önlemlerin yeterli olmadığı ortaya çıktı. Bence can kaybının bu kadar yüksek olması tsunamiden kaynaklanıyor.
Depremin tabiî ki yaratacağı tabloyu ve etkilerini şimdiden görmek mümkün değil fakat deprem sonrası senin gördüğün, gözlediğin ekonomik, sosyal değişiklikler neler?
Başta zaten depremin ilk günleri Japonya’nın gıda ve diğer tüketim mallarının tedarik sistemi çöktü bir bakıma. Tekrar kurulmaya çalışılıyor tabiî. Bütün bölgede ciddi sorunlar söz konusu. Fakat şunu belirtmek lazım Japonya’da deprem belki bu kadar büyük bir sıkıntı yaratmazdı, büyük bir depreme karşı insanlar hazırlıklı çünkü. Esas sıkıntıya sokan Fukuşima nükleer santralinde meydana gelen kaza oldu. Nükleer santralin reaktörü durdurma sistemi devreye girdi. Fakat ondan sonra devreye girmesi gereken soğutma sistemi enerji sağlanamadığı için devreye girmedi. Ciddi bir nükleer afet meydana geldi. Bundan ötürü Tohoku denen kuzey doğu Japonya ve Kanto denen ve Tokyo’yu da içine alan bölgede – ki Japonya nüfusunun neredeyse yarısının yaşadığı bir alan- büyük bir afet yaşıyor. Bu sosyal, ekonomik boyutlarıyla hesaplanamamış olan, ama bütün Japonya’yı etkileyen bir durum.
Kıyaslamak doğru olmaz ama genelde biz de böyle durumlarda yıkılan evler daha çok özensiz yapılan yoksulların yaşadığı evler. Veya ekonomik açıdan düşündüğünüzde bu gibi afetlerin yoksulluğu derinleştirici etkisi oluyor. Japonya için de benzer bir şey söylemek mümkün mü? Bu durumun sınıfsal ekonomik etkisi olmuş mudur?
Şimdi doğrudan doğruya depremin yarattığı bir maliyet var. Günlük yaşamı sürdürmek anlamında bir maliyet var. Bu maliyet tabiî ki yoksullar açısından daha derin yaşanacaktır. Japonya’da da farklı bir şey olmuyor. Ama ben depremin etkilerinin daha geniş olduğunu düşünüyorum. Aslında belki diğer insani olaylarla ve olgularla biraraya getirdiğimizde dünyanın yaşadığı uygarlık krizinin daha apaçık bir şekilde ortaya çıktığı bir an olarak depremi görmek mümkün. Çünkü insanlar Tokyo’da öyle bir kentsel yapıda yaşıyorlardı ki tamamen mevcut enerji kaynaklarına bağımlıydılar, alternatifi yok diye düşünüyorlardı. Şimdi alternatifler üzerine düşünmeye başladılar. Çünkü depremden sonraki günlerde gıda konusunda bile marketlerde sıkıntı yaşandı. Süt, yumurta, ekmek, pirinç gibi ana tüketim maddelerinin dağıtımında sorunlar yaşandı. Bu sorunların bir kısmının hala devam ettiği söyleniyor. İnsanlar araçlarını hareket ettirmek için gerekli benzin bulamıyorlar. Hala bu sıkıntılar devam ediyor duyduğumuz kadarıyla.
Fukuşima nükleer santralinin kullanılamaz hale gelmesinden ötürü Tokyo elektrik firmasının verdiği elektrikte azalma söz konusu. Bu yüzden Japonya’da 50 yıldır ilk defa, Tokyo ve çevresinde planlı elektrik kesintisi uygulanıyor. Toplum buna hazır değil. Toplum buna göre örgütlenmediği için çeşitli sıkıntılar yaşanıyor şu anda.
Fukuşima’da yaşanan arıza sadece enerji sıkıntısına yol açmadı sanırım, toplumsal olarak nükleer santrallerin sorgulanması söz konusu mu? Nükleer şu an gündelik hayatta kaygıları belirleyen bir sorun mu?
Kesinlikle öyle. Nükleer santraldeki ilk patlamadan sonra farkına vardık. 11 Mart Cuma günü deprem oldu. 12 Mart’ta Japon hükümeti sözcülerinin yaptığı açıklamada böyle bir tehlikeye işaret etmiyorlardı. Fukuşima ile ilgili çeşitli söylentiler dolaşıyor, birçok kaynaktan farklı açıklamalar geliyordu. Fakat hükümet, bu durumun kontrol altında olduğunu ve herhangi bir endişeye gerek olmadığını söylüyordu. Ertesi gün 13 Mart’ta büyük bir patlama meydana geldi. Fakat Japon devlet televizyonunda izlediğimiz bilgi almaya çalıştığımız o süreçte maalesef 5 saat kadar bu patlamanın teyidi de yapılmadı. Patlama görüntüleri TV’lerde, internette dolaştı, bazı özel kanallar yayınladı. “Bu nedir?” diye sorulduğunda da şu anda kontrol ediyoruz, kontrol altına almaya çalışıyoruz gibi cevaplarla geçiştirildi. Bunun daha da büyüyeceğini biz kendi imkânlarımızla, internetten, tanıdığımız mimar ve tasarımcı arkadaşlarımızdan aldığımız uyarı ve bilgilerle fark ettik. Ve ben kendi adıma ertesi gün, pazartesi günü, 14 Mart’ta biran evvel Tokyo’dan ayrılmak gerektiğini fark ettim. Hemen bunun için girişimlerde bulundum. Aynı gün ikinci patlama meydana geldi. Yani bizim aslında geceden itibaren kendi kendimizi harekete geçirmemiz doğru bir davranıştı. Ne oldu? Biz Tokyo’dan daha güneye Osaka’ya doğru hareket ettik. O gece ve ertesi gün (15 Mart Salı günü) yeni patlamalar, yeni yangınlar yaşandı. Kaza büyüdü. Aslında çok da bilmiyoruz radyoaktivite nedir, radyasyonun tehlikeleri nelerdir? Bunlar çok iyi bilinmiyordu. Bu bir kaç haftada Japon toplumunun bununla ilgili çok şey araştırdığını, öğrendiğini gözlüyoruz.
Nükleeri çok fazla kullanan ülkelerden birisi. Bu ka
dar nükleer enerjinin yaygın kullanıldığı bir ülkede bu konuda ve olası bir kaza durumunda bir önlem planının olmaması ya da halkın daha önce bilgilendirilmemesi neden? Japonya için nükleer santrallerde küçük kazalar olduğu ve rapor edilmediği de söyleniyor.
Atom bombası deneyimini yaşamış bir ülkede Japonya’nın bu kadar nükleer reaktör bulundurması, hem de bu kadar çok deprem yaşanan bir ülkede bulundurmasının nedeni şu anda sorgulanan bir şey. Nükleer santrallerin yapım sürecinde buna karşı olan çok insan olmuş. Fakat maalesef bunlar dikkate alınmamış. Şimdi de bir bakıma bu kazanın etkisiyle yeniden değerlendirilmeye başlandı. Şunu söyleyeyim Fukuşima nükleer santralinde ilk patlamanın olduğu 1 No’lu reaktör Japonya’da kurulan ilk nükleer reaktörlerden biri. O bakımdan kazanın sembolik anlamı çok büyük Japon toplumu açısından. İlk yapılanların ilk yıkılanlar olması gibi bir algılama söz konusu. Öte yandan çok şiddetli bir deprem yaşandığını unutmamalıyız. Buna rağmen binalar ayakta kaldılar. Reaktörlerdeki radyoaktif tepkimeyi durduracak kontrol çubukları planlandığı gibi deprem anında devreye girdiler. Radyoaktif tepkimeyi durdurdular. Buraya kadar sorun yok. Sorun bunların soğutma sistemiyle ilgili. Elektriğin kesilmesi. Elektrik kesilince acil durum önlemi olarak devreye girmesi gereken dizel motorlu jeneratörlerin tsunami dalgasıyla işlemez hale gelmesi. Bunu beklemiyorlardı. Yani oradaki kurulu motorları işlemez hale getirecek kadar güçlü bir tsunaminin öngörülememesi bu kazaya neden oldu diyebiliriz. Görülen o ki diğer sistemlerde yeterli olmadı. Fakat, kazayla başa çıkılabilmesi için reaktörlerin soğutulması gerekiyor. Normal bir reaktörde bile bu soğutma işleminin tamamlanmasının aylar aldığı gözönünde bulundurulursa, deprem ve tsunami etkisiyle işlemez hale gelmiş bu reaktörlerdeki sorunların çözülmesinin aylara, hatta yıllara yayılacağı ortada.
Kehanette bulunmanı istemiyorum ama bu nükleer enerji konusunda yaşananlar, tsunami sonrası ortaya çıkan yıkım tablosu ve en nihayetinde ortada yaşanan bir toplumsal travma var. Bunun toplumsal muhalefet açısından bir etkisi olur mu? Bu konuda kendi gözlemlerinden yola çıkarak muhalefetin nükleer enerji gibi konularda ortaya koyacağı genel eğilim ne olur sence?
İlginç olan Japonya’da muhalefeti toparlayan kesim 2009 sonunda iktidara gelmişti. 50-60 yıllık Japonya’daki liberal demokrat parti iktidarına karşı duran Japonya Demokratik Partisi iktidara yeni gelmişti. Bu bakımdan aktüel politik anlamda nasıl bir durum gelişir bilemiyorum. Onu göremiyorum fakat şöyle diyebilirim, Tokyo’dan ayrılmadan hemen önce Tokyo’da gördüğümüz görüntü büyük kent yaşamının, megakent yaşamının veya Japonya’nın model olarak ortaya koyduğu yaşam tarzı artık giderek geçerliliğini yitirecektir. İnsanların hem enerji hem de yaşam tarzı anlamında daha başka model arayışlarına gireceği bir işaret olarak görüyorum. Daha doğayla uyumlu, daha toplumsal ilişkilerin farkında bir yaşam belki. Çünkü Tokyo’da çok genç insan sürekli almaya alışkın oldukları nesnelerin raflarda olmadığını gördü. Bunun nedeninin kendilerinin hiç gitmediği bir yerde yaşanan bir hadise olduğunu gördü. Bu Tokyo’nun sosyo-psikolojik ortamını sarsan bir durum. Tabii hızla gelişen düşünceler, tartışmalar da oldu. Bunlardan biri Japonya’nın güneyinde bulunan ve eski başkent olan Kyoto ve eski ticari merkez olan saka bölgesinin ve çevresindeki bölgenin daha öne çıkması. Çünkü Japonya’nın içinde olduğu sıkıntılar daha fazla çaba harcanması gerektiğini gösterdi.
Olan olaylara bizde şaşırıyoruz. Örneğin 14 Mart’ta Almanya, büyükelçiliğini Tokyo’dan Osaka’ya taşıdı. Ve birçok ülke büyükelçiliklerini güney kentlerine taşıdı. Tokyo’nun başkent işlevlerini bir süreliğine de olsa yitirdiğini gözlüyoruz. Orada tam anlayamadığımız, tanımlayamadığımız bir durum yaşanıyor. Bu radyasyon, radyoaktif tehlike nereye kadar gidecek onu da bilemiyoruz şu anda. Bizim Tokyo’dan ayrılmamızı abartılı bulan arkadaşlarımızda oldu. Ama şimdi bakıyoruz bir hafta önce Tokyo yerel yönetimi hamile kadınlar ve 1 yaşından küçük çocukların şehrin içme suyundan yararlanmamalarını tavsiye etti. Gerçi daha sonra Tokyo Valisi kameralar karşısında su içerek güven tazelemeye çalıştı ancak kaygıları gideremedi. Japonya’da olağanşeyler değil bunlar. Çeşme suyu normal içme suyuydu. Bu durumda ne olacak insanlar ihtiyaçlarını nasıl karşılayacaklar, yaşantılarını nasıl sürdürecekler hiçbir şey görünmüyor.
Örneğin, radyasyondan ötürü insanlar evlerinden çıkmamaya gayret ediyor. O yüzden insanlar sabah erkenden gidip marketlerden ne alabilirlerse alıp stokluyorlar. Hükümet stoklama davranışına karşı önlem düşünüyor. Birkaç gündür okuduğumuz haberlere göre buna bir sınırlama getirmekten bahsediliyor. Bu Tokyo’da akla gelmeyecek bir şey. Karne sistemine geçmek demek. Bu güne kadar asla olumlanmayan bir planlı tüketim manzarası ortaya çıkar. Fakat gerçek ihtiyaçlar karşısında etkili önlemler alınması gerekiyor. Japonya bu krizi bir tür kapitalizm eleştirisi yoluyla aşmak yönünde davranırsa bunun tüm dünyaya etkisi olacaktır.
Öyle ya da böyle bu afet sonucu nükleer santraller konusunda duyarlı bilim adamlarının ve politikacıların yıllardır yapageldikleri uyarıların yerinde ve haklı uyarılar olduğu ortaya çıktı. Her ne kadar durumu normalleştirmek -ve normal göstermek- üzere çaba harcanıyor olsa da Fukuşima’da radyoaktif madde sızıntısı devam ediyor. Bu denli riskli bir teknolojiyi tüm sıkıntılarıyla birlikte gelecek kuşaklara devretmenin etik bir sorun teşkil ettiği de açıktır. Güneş, rüzgar ve benzeri kaynakların kullanıldığı alternatif enerji teknolojilerinin geliştirilmesinin kaçınılmaz olduğunu söyleyebiliriz.