Aslında sadece AKP değil, devletin 80 yıllık politikası Kürtlerin toplumsal yaşamını İslamize ederek siyasi taleplerini bu yolla bertaraf etmeye çalışmak oldu. PKK’nin Türkiye sosyalist hareketinin içinden filizlenmesi ve günümüze sağlam bir sekülerlik devreden Marksist kökleri bu duruma bir tepki olarak görülmelidir Kürt sorununun çözümü konusunda Kürt hareketinin siyasi liderleri, Kürt aydınlar ve en olgunlaşmış hali […]
Aslında sadece AKP değil, devletin 80 yıllık politikası Kürtlerin toplumsal yaşamını İslamize ederek siyasi taleplerini bu yolla bertaraf etmeye çalışmak oldu. PKK’nin Türkiye sosyalist hareketinin içinden filizlenmesi ve günümüze sağlam bir sekülerlik devreden Marksist kökleri bu duruma bir tepki olarak görülmelidir
Kürt sorununun çözümü konusunda Kürt hareketinin siyasi liderleri, Kürt aydınlar ve en olgunlaşmış hali Demokratik Toplum Kongresi olan sivil toplum kuruluşları geçtiğimiz 30 yıl içinde çeşitli modeller geliştirdiler. Önemli bir kısmı uygulama konusunda, daha az bir kısmı ise teorik olarak sıkıntılı olsa da nihai çözüm modeline giden yolda hepsi de çok önemli bir yere sahiptir zira model geliştirme süreci bir deneme-yanılma yolu olarak değil, beyin fırtınası olarak değerlendirilmelidir. İşte bu sürecin olgunlaşmış sonucu olan Demokratik Özerklik, hem teorik hem de uygulama olarak aksaklıkları en aza indirilmiş model gibi görünüyor. Dünyanın farklı coğrafyalarından ve farklı tarihselliklerden, aynı zamanda bu coğrafyanın özgün koşullarından beslenerek geliştirilen demokratik özerklik, elbette kusursuz bir model değil ama üzerinde tartışma ve geliştirme yapılmasını hak ettiğini düşünüyorum. BDP’li milletvekilleri, Kürt ve Türk aydınlar ve halkın katılımıyla periyodik olarak toplanan Demokratik Toplum Kongresi, demokratik özerkliğin hayata geçirilmesi için dünyanın en meşru hak talebi yöntemlerinden olan sivil itaatsizlik kararı alarak Kürt coğrafyasında bir dizi eylemlilik başlattı.
Tam bu noktada, Fransız düşünür Gilles Deleuze‘ün, iktidar ve direniş konusunda ettiği kelamı hatırlatmak istiyorum: “İktidar hayatı hedef aldığında, hayat iktidara direniş olur.”
Bu memlekette hüküm süren iktidarın on yıllardır doğrudan Kürt halkının hayatını hedeflediğini söylemek abartı değil, çıplak bir gerçeği dile getirmektir. Bir insanın toplumsallaşmasının ve kamusal alana dahil olmasının en temel yolu olan dilin kullanılmasını yasaklayan iktidar, aslında o dili konuşan insanın kamusal hayata, dolayısıyla hayata dahil olmasını engellemiş olur. Hayatı hedef alınan insanın ise o hayatının bizzat kendisini iktidara yönelik bir direniş odağı haline getirmesi meşru ve kaçınılmazdır. Örnekse, mahkemede Kürtçe savunma yapmak isteyen KCK tutuklularının tavrı, hayatı hedef alan iktidara karşı o hayatı direnişleştirmektir.
Aslında Kürtlerin var oluş mücadelesinde sivil itaatsizliğin yeri yeni değil. Daha önce de zaman zaman Andımız ve İstiklal Marşı‘nın okunmasının reddi gibi birtakım sivil itaatsizlik eylemleri yapılıyordu ancak hâlihazırdaki eylemler dizisi bugüne kadar yapılmış en geniş çaplı hareketi hedefliyor.
Bu eylemler dizisinin en tartışılanı kuşkusuz ki Cuma namazları konusunda yapılan eylemdi. Bilindiği üzere DTK’nın çağrısı üzerine Kürt illerinde halk, devletin atadığı imamların değil, kendi geleneksel imamlarının arkasında namaz kılmaya, hutbe ve vaazları da Kürtçe dinlemeye başladı. Bu konudaki tartışmanın ekseni, Kürt hareketinin mücadele hattını dinsel motivasyonlara kaydırma ihtimalinden doğan endişe. Ancak bu konuya din açısından bakmak sanıyorum ki bizi faydasız bir tartışmaya sürükler. Burada dini teoloji ve iman yönüyle değil, iktidarın bir hükmetme enstrümanı olarak işaretlemek ve tartışmayı bu minval üzerinden yapmak gerektiğini düşünüyorum.
AKP hükümetinin Kürt sorunu konusunda temel politikasının din kardeşliği çerçevesinde birleşmek olduğu konusunda kimsenin kuşkusu yoktur sanıyorum. Aslında sadece AKP değil, devletin 80 yıllık politikası Kürtlerin toplumsal yaşamını İslamize ederek siyasi taleplerini bu yolla bertaraf etmeye çalışmak oldu. PKK’nin Türkiye sosyalist hareketinin içinden filizlenmesi ve günümüze sağlam bir sekülerlik devreden Marksist kökleri bu duruma bir tepki olarak görülmelidir. Nitekim PKK’nin ilk olarak, bölgede devletin cemaat-tarikat ağı içerisinde yer alan şeyh ve ağalarla mücadele etmiş olması bu açıdan anlamlıdır. Kürtlerin, devletin atadığı resmi ideoloji taşıyıcısı ve cemaatlere angaje imamların arkasında namaz kılmayı reddetmesi devletin ve AKP’nin İslamizasyon politikasına bir tepki olarak okunmalıdır. Cuma namazlarına bir kere gitmiş olan biri bilir ki hutbelerde sürekli olarak birlik bütünlük edebiyatı yapılır; Allah’a, devlete, polise, askere güç vermesi için yakarılır.
İngiltere’nin İrlanda’ya acımasızca saldırdığı dönemlerde Katolik kiliselerinde Tanrı’nın İngiliz devletine, polisine ve askerine güç vermesi için dua edildiğinde İrlandalıların ayinleri terk ettikleri ve İrlandalı sosyalistlerin bunu destekleyip teşvik ettiği bilinir. Benzer şekilde, Latin Amerika’daki devrimci mücadelelere Katolik papazların katıldığı herkesçe bilinen ve çoğunlukla takdirle karşılanan bir gerçektir. Bunları dinselleşme üzerinden değil, iktidarın dini bir baskılama aracı olarak kullanması üzerinden tartışmak gerekir
Sivil itaatsizlik iktidarın her türlü aracına ve kurumuna yönelik yapılmalıdır. Bundan yaklaşık 500 yıl önce sivil itaatsizliğin manifestosu denebilecek “Gönüllü Kulluk Üzerine Söylev” adlı kitabı yazan Etienne De La Boetie kitabın bir yerinde şu cümleyi kullanır: “Halk tirana itaat etmekten vazgeçerse o tiranın hükümranlığı, kaidesi alınmış Rodos heykeli gibi düşüp parçalanır.”
Sivil itaatsizliğin yaratıcı yıkıcılığı buradan gelir işte. AKP ve Tayyip Erdoğan’ın “sivil cumalar” konusundaki saldırgan tepkisi anlaşılmaz değil aslında. Bugüne kadar bütün eylemlilikleri terörist olarak damgalayan AKP, sıradan insanların iktidarın kurumlarına itaat etmeyi reddetmesinin kendi açılım politikalarının iflas bayrağını göndere çektiğinin farkında. Kürt coğrafyasında kurmak istediği hegemonya için halkın rızasını İslam üzerinden imal etmeye çalışan iktidara karşı halkın rıza göstermeyi reddetmesi, muktedirleri moral çöküntüye uğratıyor.
Sosyalistlerin, söz konusu din olduğunda birkaç kere düşünüp konuşmaları çok doğal ancak yukarıda da belirttiğim gibi meseleyi dini boyutundan çok iktidara karşı mücadele boyutuyla düşünmek gerekiyor. Ayrıca, hâlihazırda AKP’ye karşı en önemli direniş odaklarından biri olan Kürt hareketinin öncülüğündeki sivil itaatsizlik eylemlerinin AKP ve onun politikaları üzerinde yaratacağı tahribatın sosyalistlere verimli mücadele kanalları açacağı muhakkak. Türkiyeli sosyalistlerin hem demokratik özerkliği hem de sivil itaatsizliği bu eksen üzerinden tartışması gerektiğine inanıyorum.