Bu dönem gerçekleştirilen toplumsal muhalefet eylemlerini sadece genel seçim öncesi toplumda artan siyasallaşma eğilimleri olarak değerlendirmek eksik olacaktır Bir tarafta seçim hazırlıkları-aday listeleri-anket sonuçları, diğer tarafta Sağlık mitingi, Güvencesizler mitingi, Su mitingi, Eğitim mitingi, Barınma mitingi. Yetmedi; liselilerin adaletsizliğe, haksızlığa karşı dinmeyen öfkesi, “tatmin” olmayışları. Yetmedi; üniversiteli gençliğin yıllardır sürdürdüğü mücadeleyi binlercesiyle birlikte tek bir […]
Bu dönem gerçekleştirilen toplumsal muhalefet eylemlerini sadece genel seçim öncesi toplumda artan siyasallaşma eğilimleri olarak değerlendirmek eksik olacaktır
Bir tarafta seçim hazırlıkları-aday listeleri-anket sonuçları, diğer tarafta Sağlık mitingi, Güvencesizler mitingi, Su mitingi, Eğitim mitingi, Barınma mitingi. Yetmedi; liselilerin adaletsizliğe, haksızlığa karşı dinmeyen öfkesi, “tatmin” olmayışları. Yetmedi; üniversiteli gençliğin yıllardır sürdürdüğü mücadeleyi binlercesiyle birlikte tek bir çatı altında toplaması, merkezileşmesi. Yetmedi; egemenlerin on yıllardır unutturmaya çalıştıkları, mahkûm etmekten yılmadıkları Kızıldere’ye, sahip çıktıklarını Taksim’de haykıranlar.
Bu dönem gerçekleştirilen toplumsal muhalefet eylemlerini sadece genel seçim öncesi toplumda artan siyasallaşma eğilimleri olarak değerlendirmek eksik olacaktır. Ayrıca bu eylemleri basit bir tekrar veya kendiliğindenci bir gelişim olarak da değerlendirmek doğru olmaz. Aslında her eylem kendi içinde farklı ve “yeni” bir dizi özelliği barındırmakta. Bunları görmek, değerlendirmek önümüzdeki dönemin toplumsal muhalefet “yolunu” belirleyecektir.
Yeni dönemin muhalefet eylemlerinin “şifrelerini” çözmeye çalışalım!
“Çok Ses Tek Yürek”
Sağlıkta özelleştirmelere karşı, 16 sağlık örgütünün organizasyonu ile düzenlenen “Çok Ses Tek Yürek” mitingi 30 bin sağlık emekçisinin katılımıyla 13 Mart’ta Ankara’da yapıldı. Bu mitingin en önemli özelliği katılımcı sayısındaki belirgin artıştı. Büyük çoğunluğu ilk kez bir eyleme katılıyordu. Ve bu topluluk içinde göze batan en kalabalık kesim asistanlardan, tıp öğrencilerinden oluşmaktaydı.
2003 yılında AKP tarafından Sağlıkta Dönüşüm Projesi adı altında kamusal sağlık alanının neoliberal politikalara uyumlu hale getirilmesi operasyonu, bütün bu yıllar boyunca tabip odalarının (özellikle solcu doktorlar sayesinde) fiili ve hukuki mücadeleleri ile durdurulmaya/engellenmeye çalışıldı. AKP hükümeti bu süreci gerek yasal düzenlemelerle gerek kısmi/gecici iyileştirmelerle ama asıl olarak doktorlar ile halkı karşı karşıya getirecek propagandayla sürdürdü, sürdürüyor. Ve seçimlerde alacağı oyu hesap ederken büyük oranda, sağlık alanındaki göz boyama uygulamalarına güveniyor. Ancak 30 bin sağlık emekçisinin Ankara’ya yaptığı çıkartma AKP’nin bu planını “aksatacak”. 9 Eylül Üniversitesi Hastanesi’nde 490 asistanın beş gün boyunca sürekli ve kararlı biçimde iş bıraktığı, sağlık bakanının hastaneye gelmesi ve asistanların taleplerinin gerçekleşmesiyle sonuçlanan direniş yeni dönemin dinamiklerine ve tarzına işaret ediyor.
Bununla birlikte sağlık mitinginde bir araya gelen topluluğun farklı kesimlerinin ve bu kesimlerin ağırlıklı taleplerinin de altı çizilmeli. Doktorların büyük ölçüde statü ve maddi kayıplar üzerinde yoğunlaştıkları, öğrencilerin çok ciddi gelecek endişesi taşıdıkları ve mitingin önemli bir kitlesini oluşturan diğer sağlık emekçilerinin ise asıl tepkisinin güvencesizliğe ve taşeronlaştırmaya karşı geliştiğini görmek gerek. Tüm sağlık emekçilerinin yaptıkları “iş”in aynı zamanda topluma karşı bir sorumluluk taşıdığı bilinci ise ortak arka plan.
Mitingin en önemli eksikliği ise “sağlık hakkına” sahip çıkması gereken geniş halk kesimlerinin, “hastaların” alanda yerini almamış olmasıdır. Kamusal sağlık alanının neoliberal politikalara uyumlu hale getirilmesi operasyondan sadece sağlık emekçileri etkileniyor olmasa gerek.
Kaderlerini güvencesizliğe karşı mücadelede birleştirenler
3 Nisan’da ise Ankara sokaklarında “güvencesizliğe ve taşerona karşı çıkanlar” yürüyordu. Devrimci Sağlık-İş’in girişimiyle 20’nin üzerinde emek ve meslek örgütünün çağrıcılığını yaptığı ve bir o kadar da örgütün desteklediği miting, kendi kategorisinde bir dizi “ilk”i gerçekleştirdi. 4-5 binlik sayısına rağmen şimdiye kadar “bu hedef”e yönelen en güçlü tepkiyi oluşturdu. Ayrıca konfederasyonları bir araya getirmeden ancak konfederasyonlar (DİSK, TÜRK-İŞ, KESK) bünyesindeki sendikalardan ve meslek örgütlerinden oluşan geniş bir zemin yarattı. (Bu arada güvencesizlik temelinde gerçekleşen bir mitingin en mağdur muhataplarını örgütleme zemininde yeralan Genel-İş’in sürecin dışında özenle kalmasının nedenini birilerinin -mesela genel başkanının- açıklaması gerek). Ayrıca eğitim alanında yaşanan derin güvencesizleştirme sürecine ve var olan dinamiklere rağmen Eğitim Sen’in bu süreçte aktif yer almadığının görülmesi gerek. Ontex, PTT, Casper, Kampana Deri, DESA Deri, taşeron sağlık işçileri, Sabiha Gökçen çalışanları gibi halen direniş sürdürenlerin miting alanında bulunmaları, bundan sonraki sürecin olması gereken gerçek öznelerine ve büyütülmesi gereken asıl kitlelerine işaret etmesi bakımından önemliydi.
Kuşkusuz bu miting önemli bir başlangıç ve önümüzdeki yıllar boyunca sürecek mücadelenin hangi eksende ve kimlerle sürdürülmesi gerektiğinin işaret fişeği. Karşı safta hedef artık iyice beligin; AKP ve başta tekelci sermaye olmak üzere irili ufaklı tüm sermaye grupları, güvencesiz ve taşeron çalıştırmayı bir bütün olarak “özümsemiş” durumdalar. Artık “kavga” etmeden başarının kırıntısına ulaşılamaz.
Aynı safta bulunanlar için ise bu “iş”in öznesinin, korunaklı yapılarda tüneyenlerin ve eski tarz sendikal anlayışa sahip olanların olmayacağı/olamayacağı artık tamamen kesinleşmiş durumda. 1980’de nüfus 42 milyon, sendikalı sayısı 2 milyon 500 bindi; bugün nüfus 72 milyon sendikalı sayısı 650 bin. Bu verileri sunup suçluyu egemenler ilan etmek, işin kolay yanı. Bu durumu değiştirme niyetinin en önemli göstergesi ise böylesi bir mitingin örgütlenme çabalarına bakılarak bulunabilir. Bürokratik, ezbere dayalı, kişisel hesap peşinde koşanlar başka türlü kullanılır mı bilinmez ama yeni dönemin mücadele ve örgütlenme sürecinde ancak takoz olabilirler. Yeni dönemin bir şablonu yok ama hedefi, sistematiği ve yaratıcı dinamizmi olanlar her zaman yeni yollar bulurlar.
Kardeş derelerin mitingi
Ankara bu dönemin en yoğun hafta sonunu ise 9-10 Nisan’da yaşadı. 9 Nisan’daki “Doğanın ve yaşamın talanına hayır” mitingi de kendi alanında bir ilkti. “Derelerin Kardeşliği Platformu, Munzur Koruma Kurulu, Suyun Ticarileştirilmesine Hayır Platformu, Bursa Su Platformu, Sinop Nükleer Karşıtı Platformu, Mersin Nükleer Karşıtı Platformu, Yeşil Gerze Koruma Platformu, Fethiye Saklıkent Koruma Platformu, Perisuyu Koruma Platformu, Çanakkale Çevre Platformu, GDO’ya Hayır Platformu, 3. Köprü Yerine Yaşam Platformu, Hasankeyf Yaşatma Girişimi, EGEÇEP ve Çiftçi-Sen’in çağrıcılığını yaptığı miting, örgütlenmesinde inisiyatif alan Derelerin Kardeşliği Platformu için artık yeni bir ufuk yaratmıştır. Artık ufukları ne Karadeniz ile sınırlı kalabilir ne de dar grupçu zihniyetin çıkmaz sokaklarında körelebilir. Ayrıca bu miting “Doğanın ve yaşamın talanına hayır” tüm örgütlü güçleri bir araya getirmiş ve bundan sonraki bir araya gelişler için bir yol ve zemin tanımlamıştır. Farklı konularda ve farklı mekânlarda olsalar da artık bu bileşim, birbirinin “aynılığını” bilerek yürüyecek. Ve ortak düşman yine tüm çıplaklığıyla karşılarında duruyor olacak; AKP ve tekelci, girişimci sermaye. Ve bir de “yancı” düşmanlar var; büyük medya patronları ve çalıştırdıkları “elemanları”.
Bu patronlar yan iş olarak enerji alanına sarkıyorlar ya, artık körün gördüğünü görmezler, sağırın duyduğunu duymazlar. Ancak tüm bunlara karşı duracak bireysel direnç bile artık daha güçlü.
Eğitim hakkı mitingi
10 Nisan’da ise Halkevleri Eğitim Hakkı Meclislerinin “Eğitim Mitingi” vardı. Bu miting, bu kadar yoğunluğun arasında sayısal çoğunluğundan ziyade eğitim hakkı mücadelesinin içeriğinin genişletilmesi ve işaret ettiği örgütlenme modeli açısından değerlidir ve ilktir. Bilindiği üzere eğitim hakkı mücadelesi, uzunca bir süredir hak mücadelelerinin önemli bir başlığı olmasına rağmen sıkıştığı içerik, eğitimin parasız olması hedefi idi. Bu hedef de neredeyse sadece parasız kayıt hakkına indirgeniyordu. Oysa onlarca gerekçe uydurularak toplanan paralara karşı, “parasız eğitim” talebi eğitim hakkı mücadelesinin sadece bir yönü, diğer yönleri ise parasız beslenme, parasız ulaşım, bilimsel-katılımcı müfredat oluşturmak (zorunlu din dersine karşı çıkmak, anadilde eğitim istemek), güvenceli-kendisini sürekli geliştirme olanaklarına sahip öğretmen talebidir. İçeriğini bu hedeflerin oluşturduğu mücadelenin örgütlenme bileşimi ise “öğrenci-öğretmen-veli”den oluşan sacayağıdır. Bu üçlünün oluşturduğu en geniş düzlem yani eğitim hakkı meclisleri aynı zamanda yeni bir örgütlenme modelidir.
Kızıldere eylemi
Son dönemin en “ilginç” gelişmelerinden biri ise 30 Mart’ta “vuku buldu”. Kızıldere anmaları uzun yıllar boyunca Ankara’daki mezarlık ziyaretleri dışında ya dar korsan gösteriler ya da salonlarda gerçekleştirilen paneller şeklinde yapılıyordu. Sadece bu biçimlerle sınırlandırılması ise siyasi iktidara, zaten on yıllardır unutturmaya çalıştıkları, mahkûm etmekten yılmadıkları Kızıldere’yi savunanları gayri meşru ilan etme ve hukuki yaptırımlara tabi tutma olanağını daha kolay sağlıyordu. Ancak yıllar sonra (39 yıl) yaklaşık bin kişi, tarihine onuru olarak sahip çıktığını Taksim’de gösterdi. Bu sonucun oluşmasında çağrıcıların art niyetsiz yaklaşımının etkisi olduğu kadar, örgütlenmesinde izlenen yöntem ve dar grup çıkarlarını tamamen aşan bir zihniyet çok etkili olmuştur. Bu da bir “başlangıç”tır ve önümüzdeki yıl yani 40. yılı çok daha “görkemli” olacaktır. Ve egemenler kendi yasallıkları ile devrimcilerin meşrulukları arasındaki uçurumun derinliğine bir kez daha şaşarak baktılar, bakmaya da devam edecekler!
Cemaatin yaktığı ateş
Bu dönemin beklenmedik “ateş”ini ise ÖSYM, ÖSYM içinde yuvalanmış cemaat nüveleri yaktı. Her türlü toplumsal etiği, her türlü hukuki kuralı uyulması gereken değil, aşılması gereken bir engel olarak gören cemaat ilişkileri yine iş başındaydı. Kendisinden olmayana hiçbir değer vermeyen cemaatçiler, 1,5 milyonun üzerindeki lise öğrencisinin emeği ve geleceği üzerinden tezgâh kurabilme “hakkının” kendilerine bahşedildiğine inanıyorlar. Ancak bu sefer ki “Yandaşı Geçirme Sınavı”nı ellerine yüzlerine bulaştırdılar. Durumun vahametini ilk fark eden Abdullah Gül oldu, aklınca durumu kurtarmaya çalıştı, “tatmin olmuşmuş”. Ancak hava değişimi yaramış olmalı ki kısa sürede durumu fark etti, çark etti, savcılara havale etti. Medya da durumun vahametini anladı, aklı selim davranmaya yöneldi; “işgüzarlık varmış ama kopya yokmuş”. (Hatta Taraf’a göre hiçbir şey yokmuş). Ancak birileri ne laf dinledi, ne söz dinledi. “Azıcık” inisiyatif geliştirilen her yerde binlerce liseli sokaklara döküldü; haksızlığa, emeklerinin ve geleceklerinin çalınmasına, “AKP’nin adaletine” karşı. Ve sokağın özgürlüğünün tadını alanlar, bunu kolay unutmazlar. “AKP’nin adaleti”, 15-20 yaşındaki bu kuşağın bilincinde derin izler bırakarak bu toplumu geleceğe, 2023’e taşıyacak!
AKP için işlerin iyi gittiği söylenemez. Emperyalistlerin masasından kalkıp ülke içine bir türlü yoğunlaşamayan Tayyip için yurtdışında işler “arapsaçı”na döndü. Yurtdışından ilk ciddi kitlesel protesto Libya’dan geldi. Tutarsız, popülist politikaların tek başarısızlık örneği elbette sadece Libya olmayacak. Sırada, asıl büyük sorun Suriye bekliyor. Ülke içine oyalansınlar diye attığı “başkanlık” tartışması ise asıl olarak AKP’lilerin taraflaşmasına neden olmakta. Zaten ülke “eş başkanlık sistemi”yle (Cumhurbaşkanlığı-Başbakanlık, Abdullah-Tayyip) yönetiliyor. Tabii bir de illegal Fethullah mevcut. Ancak onun da işleri bu dönem iyi gitmiyor. “Maaşına zam, işine son verilen” Zekeriya Öz’e hayıflanmakla meşgul. Ne yazık ki en iyi taktisyenler bile stratejik hedeflerden sapabiliyor!
Liselerde yaratılan depremin ise AKP için sonucu sadece seçimlerde olmayacak. 1,5 milyon hanede doğrudan bıraktığı tortu başta Fetullahçılara olmak üzere tüm AKP’lilere yönelecektir. AKP’ye yönelecek tepki elbette ki bununla sınırlı değil; Sağlık mitingi, Güvencesizler mitingi, Su mitingi, Eğitim mitingi boşuna yapılmadı ya. Ve yapılacak olanlar da boşuna yapılmayacak ya…