12 Haziran seçimlerine az bir süre kala partilerin, aday listelerini YSK’ya teslim etmesiyle birlikte siyasi ortam iyiden iyiye hareketlenmişken, BDP’nin desteklemiş olduğu 7 bağımsız isimle birlikte 12 bağımsız milletvekili adayının ve ÖDP’nin YSK’nın almış olduğu kararla seçimlere girmesinin engellenmesi gündeme bomba gibi düştü. Aralarında Hatip Dicle, Leyla Zana, Sebahat Tuncel, Gültan Kışanak, Ertuğrul Kürkçü gibi […]
12 Haziran seçimlerine az bir süre kala partilerin, aday listelerini YSK’ya teslim etmesiyle birlikte siyasi ortam iyiden iyiye hareketlenmişken, BDP’nin desteklemiş olduğu 7 bağımsız isimle birlikte 12 bağımsız milletvekili adayının ve ÖDP’nin YSK’nın almış olduğu kararla seçimlere girmesinin engellenmesi gündeme bomba gibi düştü.
Aralarında Hatip Dicle, Leyla Zana, Sebahat Tuncel, Gültan Kışanak, Ertuğrul Kürkçü gibi isimlerin bulunduğu 12 bağımsız milletvekili adayının adaylıkları, milletvekilli seçilme yeterliliğini etkileyecek eski mahkûmiyetleri bulunduğu gerekçesiyle YSK tarafından veto edilirken, bunun yanı sıra askerlikle ilgili belgelerin eksikliği sebep gösterilerek ÖDP’nin de seçimlere giremeyeceğine karar verildi.
İktidarın büyük önem verdiği seçimlere kısa bir süre kala YSK tarafından keyfi aslına bakarsak siyasi olarak alınan bu kararın perde arkasına baktığımızda, görmeye alışık olduğumuz bir tablo karşımıza çıkıyor.
Doğu bölgesi ve Kürtler üzerindeki egemenliğini arttırmak isteyen AKP’nin, BDP’yi bu noktada güçsüz kılarak tasfiye etme doğrultusundaki çabası KCK operasyonlarıyla son sürat devam ederken, yapılan bu son hamle ile birlikte son haddine varmıştır.
Kürt sorunu başta olmak üzere diğer birçok sorunu esas bileşenlerinin inisiyatifinden kopararak, kendi ideolojik-politik yörüngesi dahilinde çözmeye çalışan AKP’nin bu anti-demokratik tutumunun almış olduğu hal “Faşist Dikta”dan başka bir şeyle ifade edilemez. Tabii bu başlıca nedenlerden sadece birisi; AKP’nin tüm bunları hangi amaçlar için yaptığını, yazının sonunda değineceğim…
Ne YGS Ne LYS Tayyip Girsin Strese…
Milyonlarca gencin bin bir zorluklarla hazırlanarak girdiği YGS’de ortaya çıkan şifre skandalı daha gündemdeki yakıcılığını korurken, Tayyip Erdoğan’ın, bu olayı protesto etmek için İstiklal Caddesi’nde yürüyüş düzenleyen çoğunluğunu Liseli öğrencilerin oluşturduğu gençleri provokatör olarak niteleyip, eğer isteselerdi karşılarına 10 bin kişiyi yığabileceklerini söylemesi, kafalarda “acaba gerçek provokatör kim?” sorularına neden oldu.
Skandalın boyutu bütün çıplaklığı ile ortaya serilmişken gereken yasal işlemleri yapmak yerine kendi kendilerini tatmin eden iktidar kurmayları, bürokratlar ve onların paralı kalemşörleri de bu suça karşı ortak cephede birleşerek, kendi inanç değerlerinin en önemli kaidelerinden biri olan “kul hakkı yememeyi” yıllardan beri yaptıkları gibi yine hiçe saymışlardır.
Eğitim sistemimizin piyasanın kaderine terk edilmesiyle birlikte, bilimsel temelden uzaklaştırılması ve büyük bir sektör konumuna gelen özel dershanelerin özellikle son süreçle birlikte bit yeniği gibi çoğalarak gençlerin içine sokulduğu haksız rekabet ortamında, zorunlu bir uğrak yeri haline getirilmesi, uzunca değinilmesi gereken ayrı ve önemli bir konudur.
Kısaca devam edersek; bin bir fedakârlıklarla çocuklarını okutmak için canını dişine takan ailelerin sırtına gereğinden fazla yük bindiren bu eğitim sisteminde başarılı olmanın yolu cemaatin dershanelerinden geçiyor. İşi şansa bırakmamak için ebeveynlerin bu konuda yönlendirici olması gerekiyor(!)…
Recep Tayyip Erdoğan’ın Ankara’da ihtişamlı bir gösteriye dönüştürerek açıkladığı “Türkiye-Hazır-Hedef 2023” başlıklı seçim bildirgesine de değinmeden geçemeyiz.
Cumhuriyetin 100. yılına dönük olarak gerçekleştirmeyi planladıkları projeleri kamuoyuyla paylaşan Tayyip Erdoğan’ın, kısa vadede en çok önem verdiği ve 2011 yılı seçim beyannamesinin bir numaralı projesi olarak nitelendirdiği “Yeni Anayasa Projesi” aslında yakın dönemde olup biten birçok gelişmenin esas nedenini oluşturmaktadır.
Yukarıdaki satırlarda BDP’nin desteklediği bağımsız Milletvekilli adaylarının, adaylıklarının niçin veto edildiğini ve kararın siyasi boyutunu kısaca açıklamıştık. Lakin BDP’yi siyaseten güçsüz kılıp tasfiye etmenin dışında, bu olan bitenlerin esas nedenini, yeni meclise saklanan anayasa değişikliği için gerekli çoğunluğun sağlanamaması ihtimalinden büyük kaygı duyan AKP’nin, işini şansa bırakmama noktasında “her yol mubahtır” anlayışı oluşturmaktadır.
İktidara geldikleri süre zarfından beri adım adım devletin birçok aygıtını ele geçirerek kendi yörüngeleri dahilinde re-organize eden iktidarın oluşturduğu bu yeni oligarşik yapının tam anlamıyla hayat bulmasının önündeki engeller birer birer ortadan kalkarken, son dönemeçte baskıyı ve şiddeti hukuksuzluğun her türlüsünü kullanarak orantısız bir şekilde arttırması, gelinen noktanın vahametini ve önümüzdeki seçimlerin, iktidar için ne denli önemli olduğunu gösteriyor.
Seçimlerden ne gibi bir sonuç çıkacağını şu an için kestirmek çok zor. Anketlere dayanarak bir yorumda bulunacak olursak; AKP’nin bu seçimlerde de birinci parti olacağını görmekteyiz. Fakat bunun niteliği de çok önemli. Tek başına iktidar olmak da AKP’yi tatmin etmeyecektir. Bahsettiğim gibi AKP’nin kısa vadedeki mikro hedefi, anayasayı tek başına değiştirebilecek çoğunluğa erişme üzerine kurgulanmıştır. İktidar bütün planlarını bunun üzerine yapmaktadır. Bu yüzden kendi aleyhlerine işleyen durumlarda saldırılarını daha da arttıracaklardır. Bütün direncimizle seçimler öncesinde AKP’nin politikalarını ve kısa-uzun vadede gerçekleştirmeyi düşündükleri projeleri teşhir etmek zorundayız.
Ve esas görev de seçimler sonrasında bizleri bekliyor… Sosyalist solun siyasi arenada bir özne olarak yer alabilmesi ve toplumsal meşruiyetini kitleler üzerinde hissettirebilmesi bugün için hayati bir önem taşımaktadır. İçinde bulunduğumuz konjonktürde de bunun yolu ilkeli bir güç birliğinden geçmektedir. Seçimler öncesi sağlanamayan bu birliktelik seçimler sonrası oluşacak tablonun niteliği ne olursa olsun sağlanmak zorundadır. Gerçekçi olursak tek kurtuluş yolumuz budur…