“İslami aydınlar ve kadın” konusuna bugün ara verip AK Parti’nin seçim beyannamesi üzerinde duracağız. Başbakan Erdoğan’ın açıkladığı “seçim beyannamesi” 12 Haziran seçimleriyle ilgili bir metin olmanın ötesinde, bize önümüzdeki 12 yılın perspektifini vermektedir. Metinden anlaşılan şunlar: a) AK Parti ve R. Tayyip Erdoğan 2022 (veya 2024) yılına kadar iktidarda kalıp bizi yönetmeyi planlamaktadır. AK Parti […]
“İslami aydınlar ve kadın” konusuna bugün ara verip AK Parti’nin seçim beyannamesi üzerinde duracağız.
Başbakan Erdoğan’ın açıkladığı “seçim beyannamesi” 12 Haziran seçimleriyle ilgili bir metin olmanın ötesinde, bize önümüzdeki 12 yılın perspektifini vermektedir. Metinden anlaşılan şunlar:
a) AK Parti ve R. Tayyip Erdoğan 2022 (veya 2024) yılına kadar iktidarda kalıp bizi yönetmeyi planlamaktadır. AK Parti 2015 seçimlerinde iktidardan düşse bile, “başkan/yarı başkan” veya “cumhurbaşkanı” olması durumunda R. Tayyip Erdoğan devletin tepesinde olacaktır. Erdoğan 2022 yılına kadar mı 2024 yılına kadar mı başımızda duracak? Bunun cevabını Abdullah Gül’ün görev süresiyle ilgili belirsizliğin giderilmesinden sonra anlayacağız. Erdoğan’ın, partisinin zarar göreceğine kesin kanaat getirmesi durumunda tüzüğü değiştirip parti başkanlığına devam etmesi de ihtimal dışı değildir.
b) “Seçim beyanname”si, gerçekte 2023 perspektifinin ana hatlarına işaret etmektedir.
c) Belki de R. Tayyip Erdoğan’ın son başbakanlık dönemi olacak olan önümüzdeki dönemi ‘ustalık’, yani ‘icraat ve reform dönemi’ olarak nitelendirmektedir. 2002-2007 döneminin ‘çıraklık’, 2007-2011 döneminin ‘kalfalık’la geçtiğini söyleyen Erdoğan, aslında bize şunu söylemeye çalışıyor: Geride bıraktığımız iki dönemde istediklerimizi yapamadık. Hem önümüzde aşmamız gereken önemli zorluklar vardı, hem de belki sistemi iyi tanımıyor, mekanizmalarına yeterince hakim değildik. 2011 sonrası dönemde içimizde ukde olarak ne kalmışsa yapacağız.
Bize önemli bir vaatte bulunuyor: Yeni ve sivil bir anayasa. AK Parti listelerinden halkın önüne konulan milletvekili adaylarına baktığımızda, Erdoğan’ın pürüz istemediği anlaşılmaktadır. Diğer bir husus ‘devlet bakanlıkları’ndan çok ‘icracı bakanlıklar’a ağırlık verdiğini söylüyor ki, bu da aynı kapıya çıkar.
Cumartesi günkü konuşma metni bize 2023 hedefi hakkında somut bir fikir veriyor. Öteden beri telaffuz edilen şudur: Cumhuriyet’in 100. kuruluş yıldönümünde Türkiye, dünyanın en büyük ilk 10 ekonomisi arasına girmeyi, ihracatını 500 milyar dolara çıkarmayı hedefliyor. Başından beri benim söz konusu hedefle ilgili üç ihtirazi kaydım var:
1) Her ne kadar Sayın Başbakan, “büyük ekonomi” dışında “ileri demokrasi, güçlü toplum, yaşanabilir çevre/marka şehirler ve lider ülke” kavramlarını öne çıkardıysa da, temelde hedeflenen ekonomik büyümedir. Bunun olmazsa olmaz ilk şartı, ekonominin mali piyasalar ve makro dengelerdeki ‘iyileşmeler’ ötesinde, asıl reel ekonominin iyileştirilmesi ve toplumun gerçek üretici güçlerinin bu hedefe yönlendirilip mobilize edilmesidir. Diğeri gelir bölüşümündeki mevcut adaletsizlik ve bir türlü çözülemeyen işsizlik ve yoksulluk söz konusu hedefe ulaşmayı güçleştirecektir. 500 milyar dolar ihracata ulaşılıp ilk 10 ekonomi arasında yer alınsa bile, Türkiye’yi sesi çıkmayan yoksullardan ve mahrumların ülkesi olmaktan çıkarmaz. Mevcut durumda ‘ekonomik gelişme ve büyüme’ maalesef orta sınıfların ve en alttaki yoksulların aleyhine sürmektedir.
2) Türkiye’nin son derece ciddi bir “toplumsal barış ve sermaye” sorunu var. Kürt sorunu bu barışı bozan can yakıcı konuların başında gelmektedir. Giderek belirginleşen mezhep ayrışmasını da buna ilave edebiliriz. Din ve vicdan özgürlüğü, başörtüsü sorunu çözülmüş değildir. Birinci maddede sözünü ettiğimiz yoksulluğa paralel olarak sosyal sermayemiz zayıflamakta, aile çözülmekte, toplumsal dayanışma etkisini kaybetmektedir. Kısaca 2023 hedefinin en yumuşak karnı toplumsal barış ve sosyal sermaye zayıflığıdır; kendi başına büyüme ve eşitsiz zenginleşme bu sorunları çözemez, aksine daha da azdırır.
3) 2023 hedefinin arka planında entelektüel stok yok denecek kadar zayıftır. Türkiye, artık Batı’da bile şiddetli eleştirilere tabi tutulan Aydınlanma’nın felsefi kaynakları ve kültürel değerlerinin İslam dünyasına taşıyıcısı rolüyle yetinemez. Hem kendine özgü değerlerine dönmeli, hem modern dünyaya şifa verici bir katkı sağlayabilmelidir.