Seçim barajını aşacak bir “Yüzde 10 Cephesi”nin tercih edilmeyip yine bir cephe fikrinden vazgeçilmeden “bağımsız aday cephesi” taktiğinin benimsenmesi ve bir kez daha denemeye değer bulunması, ancak “devletle ilk kez bir ciddi müzakere fırsatının yakalandığının” düşünüldüğü bilindiğinde anlaşılabilir. Anlaşılabilir, fakat doğru bir taktik olduğu konusunda hemfikir olmak kolay değildir Kürt hareketinin 2011 seçimlerine bağımsız adaylarla […]
Seçim barajını aşacak bir “Yüzde 10 Cephesi”nin tercih edilmeyip yine bir cephe fikrinden vazgeçilmeden “bağımsız aday cephesi” taktiğinin benimsenmesi ve bir kez daha denemeye değer bulunması, ancak “devletle ilk kez bir ciddi müzakere fırsatının yakalandığının” düşünüldüğü bilindiğinde anlaşılabilir. Anlaşılabilir, fakat doğru bir taktik olduğu konusunda hemfikir olmak kolay değildir
Kürt hareketinin 2011 seçimlerine bağımsız adaylarla katılması sadece ve sadece tarihin tekrarı olacaktır. Oysa 2007 seçimlerinden bu yana çıta yükselmiştir ve bugün bağımsız aday taktiğiyle ancak çıtanın altından geçilebilir.
BDP sözcülerinin “seçim barajını anlamsız kılacak bir kampanya yürütüleceği ve Meclis’e daha güçlü gelineceğini” açıklamaları, seçim propagandasına ait olmanın dışında bu gerçeğin vurgulanmasıdır: 20 küsur milletvekilliği kazanılacağı bilinmekte ama yeterli görülmemektedir; oy oranını arttırmak, hatta barajı geçmeyi sağlayacak kadar arttırmak başarı ölçütü olarak değerlendirilmektedir.
Gerçekten de bugün gelinen noktada seçim barajını aşmaya yönelik olmayan her türlü seçim taktiği kısır, hatta işlevsizdir.
Meclis’te olmanın işlevi?
DEP’in SHP çatısı altında Meclis’e girmesinden sonra Kürt hareketi defalarca bağımsız adaylarla Meclis’e girme taktiğini uygulayabilir ve başarılı olabilirdi. O tarihten sonraki tüm yerel seçimlerde ve 2007 genel seçimlerinde elde edilen başarı bunun kanıtıdır. Siyasi değerlendirmeler bu taktiğe 2007 milletvekili seçimlerinden önce başvurulmasını engellemiştir kuşkusuz. Bu taktiği hayata geçirmeye cüret etmek dahi güç meselesiydi ve aynı zamanda siyasi dengeleri gözetmeyi ve yoklamaların sonucunu değerlendirmeyi gerektirmiştir. Seçilecek bağımsız milletvekillerinin korunamayacağının bilindiği bir ortamda (her ne kadar yine gücünüze bağlı olsa dahi) onların reddedilmeyip kabul göreceğine dair bir işaret de önemliydi. Nitekim bu işaret -tüm o Cumhuriyet Mitingleri, linç girişimleri, sanal muhtıra ve sahici TÜSİAD reddiyesi- sürecinde burjuvazi ve AKP’nin askeri bürokrasiye geri adım attırabildiği tarihi dönemeçte gelmiş ve 22 Temmuz 2007’de Meclis’te “umutlanmıştık.” Fakat bu işaret sadece Meclis’e giriş için verilmişti ve içkin olarak Meclis’e tabi olmayı şart koşmuş oluyordu. Bu şart yerine getirilmediğinde umutların Meclis’teki varlıkları reddedilecekti.
Nitekim “Bin Umut Adayları” 2009’a kadar iki yıl boyunca Meclis’te yok sayılmışlardır. Sadece MHP değil AKP bile “umutlarımızın” elini sıkmamıştır. 2009’daki yerel seçim öncesi dağıtılan kömüre, buzdolabına, çamaşır makinesine rağmen Kürt hareketi iktisadi-siyasi çıtayı aşıp yerel yönetimlerde yeni bir zafer elde ettiğinde, uzatılan o elin bükülemediği anlaşıldığında vekillerimiz Meclis’te kabul görmüşlerdir. Arzuhan Yalçındağ Doğan başkanlığındaki TÜSİAD’ın DTP’yi ziyaretinde burjuvazi, titreyen elini, istemeye istemeye Kürt hareketine uzatmak zorunda kalmıştır.
2009 yerel seçimleri sonrasında gelinilen bu nokta “açılımın” başladığı ve bittiği yerdir. Yani “açılımın” kendisi budur. Anayasa Mahkemesi’nin “Bin Umut Adaylarını” Meclis’te grup oluşturabilecek sayıda tutması “kabulün” ve “açılımın” sınırlarını belirlemiştir. Artık işleyen tek şey zamandır.
Asimilasyon meclisten başlar
Çünkü egemenler hiçbir adım atmamaktadır. Habur olayının ardından top egemenlere geçmişti ama onlar topu kesip oynamamayı tercih etti ve patlak topu Kürt hareketinin önüne bıraktı. Artık oyalamak esastır, zamanın işlemesi ve zamanla Kürt hareketinin çözülmesini ve bölünmesini beklemek esastır. KCK operasyonu Meclis dışında hareket edilmesinin müsamaha görmeyeceğinin ilânıdır. Sınır sayıda tutulan bir Meclis grubu, siyaset üretimine sadece Meclis çatısı altında izin verileceğinin ve bu siyasetin de burjuvazinin ve bürokrasinin işine gelip gelmeyeceğine bakılacağının sert ve tehditkâr uyarısıdır. Demokratik Toplum Kongresi taslağının maruz kaldığı tepki ve bu tepkinin dili, başka bir izâha ve kanıta gerek olmadığının göstergesidir.
Ayrıca “açılımın” diğer ayağındaki Türkler de, Kürtlere taviz verilmediği konusunda (siyasilerin yapmacıklığını ele veren abartılı çıkışmaları ve gösterileri eşliğinde) ikna edilmiş ve yatıştırılmıştır: Bugün, kahramanları Kürt olan romanlar yazılmakta ve Kürtçe konuşulması “olağan” karşılanmaktadır. Hatta herhangi bir toplantı ya da mecliste -konuşmacı MHP’li bile olsa- birkaç kelime Kürtçe konuşmak adetten hale gelmiş ve sükse yapma vesilesi olmuştur. Fakat diğer yandan örneğin anadilde eğitim talebi liberalinden muhafazakârına, (kimi) komünistinden solcusuna kadar geniş bir siyasi yelpaze tarafından, sert bir reddedilişle karşılanmaktadır. Kısacası Kürtçe konuşulmakta fakat konuşturulmamaktadır.
Taviz verilmediğinin bir göstergesi olarak başta AKP olmak üzere burjuvazinin ve bürokrasinin temsilcilerinden kimse çıkıp bir şey önermemektedir. “Açılım” içi bomboş sayfalarla dolu koskoca bir klasördür, salt “açılım” sözcüğü kadardır ve “açılımın” içeriğinin doldurulması Kürt hareketinden beklenmektedir. Hatta bir yandan egemenlerin baskısı diğer yandan sol-liberal ve kimi sosyalistlerin akıl vermesiyle Kürt hareketi buna zorlanmakta ve itelenmektedir. Dayatılan böylesi yöneliş Kürt hareketinin taleplerini mevcudun sınırına kadar çekmesi anlamına gelecektir. Yani siyasi asimilasyon!
Meclis’teki gelecek: Tekrar yorar
2011 seçimlerine yine bağımsız adaylarla ve yine 20 civarında milletvekili hedefiyle girecek olan Kürt hareketini ve bir nefes demokrasi isteyenleri bekleyen tehlike asimilasyondur. Seçim sonrasında egemenler, Meclis’te son iki yıldır uygulanan oyalama taktiğini devam ettirecekler ve bekleyeceklerdir. Zamanları var ve zamanla yenmeyi umut ediyorlar.
Seçimleri kazanacak 20 civarındaki bağımsız adayın Meclis’teki işlevi 2009-2011 döneminden farklı olmayacaktır. 2011 sonrasında en az 4 yıl daha mevcut pat konumunu koruyacaktır egemenler. Siyasi bir hamle yapmayacak birtakım ekonomik müdahaleler ve ayartmalarla Kürt hareketini orasından burasından tırtıklamaya çalışacaklardır. Sanatçı, aydın ve sanayi odası temsilcilerini temsil yeteneği olanlar olarak göstermeye çalışacak, siyasi kariyer vaat edecek, bir başka Kürt seçeneği olarak sunacaktır. “Siyaset üretmek” onlar tarafından sadece rakibin geri adım atması olarak anlaşılmaktadır artık ve bu adımın “umutlarımızdan” gelmesi beklenecektir.
Meclis grubu oluşturacak bağımsız adayların Meclis’i propaganda amaçlı kullanmaya başlaması durumunda -başka bir alan bırakılmayacaktır çünkü- bu kez grup oluşumu engellenmeye çalışılacaktır.
Kısacası son iki yılın tekrarı yaşanacaktır önümüzdeki dört yıl içinde. Fakat diğer yandan burjuvazinin elindeki Meclis çoğunluğu ve tek parti hükümeti salt Kürt hareketine değil başta işçi sınıfı hareketi olmak üzere tüm toplumsal muhalefet odaklarına karşı saldırısını yeni bir aşamaya taşıyacaktır. Çünkü önümüzdeki yıllarda ekonomik krizin şiddeti artık “teğet geçti” sahte iyimserliğine izin vermeyecektir. Burjuvazinin 2011’de hayal ettiği Meclis krizin tüm yükünü burjuvazi dışında herkese paylaştırmayı hedefleyen ve aman vermeyecek bir Meclis olacaktır ve 20 bağımsız vekil bu yapıyı değiştiremeyecektir.
Ayrıca Ufuk Uras’ın geçmiş dönem başarımı (performansı) hiç de iyi bir örnek olmamıştır ve benzer bir konumda kalacak yeni bir 20 milletvekili örn
eğinin yaşanması gelecekte bağımsız adaylarla seçime katılma taktiğinin kitleler nezdinde meşruiyetini ortadan kaldıracak ve taktik sahiplerine siyasal desteği ciddi oranda düşürecektir. Kitleler tekrarı sevmez. Başarı getirmemiş senaryonun tekrarlanacağını duyurmak umut vermez. 2007’de bağımsız adaylar taktiği geç uygulanmış olsa dahi doğruydu. 2011’de bu taktik bir tekrardır ve son dört yılın tekrarından başka bir şey getirmeyecekse başarısız sayılacaktır ve 2015’te bu taktiğin yüzüne bakan bulunamayacaktır.
“Seçim barajını anlamsız kılmak”
2011 seçimleri sonrasında Kürt hareketi bağımsız adaylar taktiği sayesinde şüphesiz Meclis’te yer alacaktır fakat Meclis’teki varlıklarına tahammül ancak “açılımın” içeriğini doldurmalarıyla orantılı olacaktır.
Bağımsız aday taktiğinin ve Meclis’e girmenin önceki dönemden bir farkının olmayacağı ve bu taktiklerin kısır kaldığı Kürt hareketi tarafından da görülmektedir: “Seçim barajını anlamsız kılacak bir kampanya” ancak seçim barajının aşılmasına yetecek kadar oy anlamına gelir, yani yüzde 10 oranında oy, yani ancak 50 milyon seçmenin sandığa giden yüzde 80’i arasından yüzde 10’unun oyu, yani 4 milyon ve/veya biraz üstü. Bunun altındaki oy seçim barajını anlamsız kılmaz. Ayrıca bu oy miktarına bağımsız aday taktiği ile ulaşılmasını beklemek de fazla iyimserlik olacaktır.
Eğer doğrudan barajı aşmak amaçlansaydı, seçim taktiğinin kendisi bu olsaydı, ortada somut ve belirgin bir hedef bulunacak ve üstelik bu hedef iki yönlü getiri vaat ediyor olacaktı:
Birincisi şüphesiz en az 55-70 arası milletvekiliyle Meclis’te ihmal edilemez bir güçle yer alınacaktı. Ayrıca “açılımın” içeriğinin doldurulması için egemenler “umutlarımızı” zorlayamayacak ve bizzat kendileri bu işe soyunmak zorunda kalacaklardı.
Daha da önemlisi sadece bir siyasi rakip olarak ele alınsa bile AKP ciddi oranda geriletilmiş olacaktı. Malum, AKP, Kürt illerinden yüzde 5 civarında oy ile 50 civarında milletvekili çıkarmaktadır. Yani sadece AKP’yi durdurmak için CHP’ye oy verenlere dahi ikinci bir seçenek sunulmuş olacaktı.
Tüm bunların dışında baraj geçilmese ve yüzde 9-8 oy oranında kalınsa dahi ne kadar güçlü olunduğu gösterilmiş ve (bu kez BDP kurmaylarının kast ettiği anlamda) “seçim barajını anlamsız kılan bir oy oranına” ulaşılmış olunurdu. Kuşkusuz bu, Meclis’te temsilcilerimizin olmaması anlamına gelirdi fakat bu kadar yüksek oy oranına rağmen girilemeyen Meclis’in meşruluğu sorgulanırdı. Oysa bağımsız adaylarla girildiğinde, alınan oy miktarının işaret ettiği daha en az 20-25 milletvekilliğinden mahrumiyet asla konuşulmamaktadır.
Seçim ve seçimden sonra
Yüzde 10 barajını geçmeye odaklanmış bir taktik benimsenmediğinden bunun üzerinde daha fazla durmaya gerek yok. Seçim barajını aşacak bir “Yüzde 10 Cephesi”nin tercih edilmeyip yine bir cephe fikrinden vazgeçilmeden “bağımsız aday cephesi” taktiğinin benimsenmesi ve bir kez daha denemeye değer bulunması, ancak “devletle ilk kez bir ciddi müzakere fırsatının yakalandığının” düşünüldüğü bilindiğinde anlaşılabilir. Anlaşılabilir, fakat doğru bir taktik olduğu konusunda hemfikir olmak kolay değildir.
Kürt hareketinin parlamenter siyaset düzeyini dengelemek ve bu düzeydeki müzakereleri daim kılmak için alternatif bir iktidar yaratma gayreti içinde olduğu gözlemleniyor. Bu stratejiye güvenerek bir seçim taktiği benimsenmesi de gayet makul. Fakat bu, BDP’yi “cumhuriyetten dışlanan her kesimin, herkesin partisi” kılma amacını ve çabasını sekteye uğratır. Çünkü bu strateji sadece “yerel”deki güce ve bu gücün yerelde ikili iktidar yaratabileceği beklentisine dayanmaktadır. Yerel için uygulanabilir olduğuna şüphe yok ve buna güvenildiği de çok açık fakat yereldeki beklentinin genele sirayeti imkânsız (Aksi devrimci bir durumu işaret eder). Dolayısıyla Meclis’te yalnız kalındığında yerelle sınırlanmak stratejinin kaderi olacaktır. Diğer yandan yerelde yüzde yüz başarı beklenmiyor ki Meclis’e dair taktiklere gerek duyuluyor, müzakere fırsat biliniyor. Kısacası bağımsız aday cephesi genele ait stratejiye uygun değildir.
Eğer büyük şehirlerde veya daha genel bir ifadeyle Türkiye çapında “bağımsız aday cephesi” taktiği uygulanacaksa sosyalist hareket yine de bu taktiği desteklemek zorundadır. Tabii eğer kendi kaderini tayin hakkını savunmak sözde kalmayacaksa. Hatalı bir karar alındığı düşünülüyorsa bile o hatanın içinde yer almak gerekir yoksa o hatadan dolayı en az zararla çıkılmasının önüne geçilemez.
Anayasa değişikliği için yapılan halkoylaması için başvurulan boykot taktiğine dair siyasetin genel seçimlerde de devam ettirileceği anlaşılıyor. Dolayısıyla büyük şehirlerden çok Kürt illerindeki 2,2 milyon boykot oyunun arttırılmasıyla sınırlı bir hedefin bulunduğu aşikâr. Bu hedefin göç alan illere ne derecede yansıtılmak istendiğini henüz çok belirgin değil fakat seçim gününe 3 aydan daha az bir süre kalmasına rağmen bir canlılığın gözlenmemesi umutlu olmayı güçleştiriyor.
Bununla beraber sosyalist-komünist bileşenler bir bütünlük içinde bağımsız aday cephesinde yer alıp gelecek için daha güçlü bir alternatif olmanın yeni tohumlarını serpebilirler. Bu bileşenlerin tek tek seçim kampanyası gerçekleştirmesinden daha verimli ve umut içerikli olacaktır. Tek tek ne kadar oy alındığı biliniyor; bunu kaç yüz adet arttığını öğrenmeye kimin ihtiyacı var? Artışın olması başarı olarak mı değerlendirilecek? Peki, düşüş olduğunda ne diyorsunuz?
“Seçim barajını anlamsız kılacak bir seçim kampanyası” ancak ve ancak sosyalist-komünist bileşenlerin katılımı ve gayretiyle mümkündür ve bu gayret ancak “seçim barajını anlamsız kılacak bir oy oranı” amaçladığında ve buna inanıldığında zirve yapabilir. “Umutların” İstanbul, İzmir ve Ankara’daki oy miktarı 1 milyon civarındadır, sosyalist-komünist bileşenler topyekûn hareket ettiğinde bunu önemli ölçüde aşabilir ve diğer şehirlere sirayet ettirebilirler (barajı aşmaya yönelik bir kampanya olsaydı kolaylıkla 2 milyon oy hedeflenebilirdi). 2007’de bunu daha küçük ölçeklisi başarılmıştı: Evet, başka bir seçim kampanyası da mümkün!
DTP’nin kapatılması sırasında sine-i millete dönmemek ne kadar “müzakere fırsatını” kaçırmamaya yönelikse bugün “bağımsız aday cephesiyle” seçime girmek de o denli fırsatın kalıcılığına yöneliktir. Fakat egemenler tarafından “açılımın” içeriği asla doldurulmayacaktır ve “fırsat” çoktandır tehlikeye dönüşmüştür. Seçilecek bağımsız adaylar tehlike fark edildiğinde ya da büyüdüğünde mesaiye gidecekleri adresi değiştirmeye hazır olmalıdırlar, ne de olsa meclis kendini ifade edebildiğin seçmenini dillendirebildiğin yerdir.
Bu yazı daha önceki yazılarımda ele aldığım “Yüzde 10 Cephesi”ni ele aldığım daha önceki iki yazının devamı olarak kaleme alınmış fakat Kuzey Afrika devrimlerinin gündemi belirlediği günlerde yayınlanmamıştı. BDP’nin seçime bağımsız adaylarla gireceğini açıklamasından sonra bu yazının “yüzde 10 oy oranına” ulaşmanın aritmetiğini işlediğim kısımlarını çıkardım ve bazı küçük ekleme, değişlikler yaptım. Aynı gün, 17 Mart 2011 tarihli Radikal gazetesinde Tahran Erdem “BDP seçime parti olarak girerse barajı geçer” başlıklı yazısında “Yüzde 10 Cephesi”nin hesabını kitabını apaçık bir şekilde yapıp BDP’ye “bağımsız aday cephesinden” vazgeçmesi çağrısı yapmıştır. Bir siyasetçi ve istatistikçi olarak Tarhan
Erdem AKP’yi durduracak yegane seçeneğin seçim barajını aşacak olan BDP’nin Kürt illerinde AKP’ye nal toplattıracak olması gerçeğini çok iyi bilmektedir. BDP’nin hâla fırsatı var ve asıl “fırsat” budur.
Tarhan Erdem’in yazısı için:
http://www.radikal.com.tr/Default.aspx?aType=RadikalYazar&ArticleID=1043170&Yazar=TARHAN&Date=17.03.2011&CategoryID=99