DİSK Sosyal-İş Sendikası BİLGİ Sendika Birimi, iki hafta önce Taraf gazetesi Pazar söyleşisinde “Bilgi’de sendika” hakkında çıkan bir mülakata cevap olarak aşağıdaki yazıyı kaleme aldı. Bu yazı, 2 Mart günü Taraf gazetesi Her Taraf köşesinde yayınlandı. İstanbul Bilgi Üniversitesi’ne bugünlerde işi düşen bir ziyaretçi, kampüse girişte, geldiğinde, belki önce bir güvenlik görevlisiyle karşılaşacak, girip yürüdükçe, […]
DİSK Sosyal-İş Sendikası BİLGİ Sendika Birimi, iki hafta önce Taraf gazetesi Pazar söyleşisinde “Bilgi’de sendika” hakkında çıkan bir mülakata cevap olarak aşağıdaki yazıyı kaleme aldı. Bu yazı, 2 Mart günü Taraf gazetesi Her Taraf köşesinde yayınlandı.
İstanbul Bilgi Üniversitesi’ne bugünlerde işi düşen bir ziyaretçi, kampüse girişte, geldiğinde, belki önce bir güvenlik görevlisiyle karşılaşacak, girip yürüdükçe, belki telaşla koşuşturan bir kat görevlisi fark edecek, bir ofise girerek bir idari çalışanla konuşacak, belki bir hocayla veya bir araştırma görevlisiyle görüşecektir. Hoşgeldiniz! Onlardan biri, birkaçı ‘biz’ olabiliriz. Biz mi? Biz bazı vakit yanlışa düşerek, bazen de doğruyu yaparak, bazı vakit birisine kırılarak, belki bazen de birisini küstürerek, çalıştığımız yere ve arkadaşlarımıza sahip çıkmaya çalışan Bilgi çalışanlarıyız. Bir de grup adımız var; DİSK/Sosyal-İş Bilgi Üniversitesi Sendika Birimi. Genişletilmiş bir birim bu… Sendika merkez ve şube yöneticileriyle, uzmanlarıyla.
Başlıktaki iki soru işareti, ilki sendikacılığa, ikincisi ise Bilgi’de ve/veya üniversitede sendikacılığa karşı duyulan iki kuşkuyu ifade etmek üzere kondu. Bu iki kuşkuya, Bilgi’deki sorunlar karşısında bir şeyler yapmak açıkça gerekirken, sırf, bunun getireceği yükün altına girmekten kaçınan kimselerin vicdan rahatlatmak için öne sürdükleri gerekçeler olarak bakmak haksızlık olur. Burada, sendikacılık hareketiyle ilgili, iki ‘gerçek’ sorun ve soruyla karşı karşıyayız. Sorunların ilki, ücret sendikacılığı, (işsizlik korkusunu istismar ederek iktidar kuran) istihdam sendikacılığı, (ufkunu işyeriyle sınırlı tutan, çıkarını işverenin çıkarıyla bir gören, işyerinin rekabetçi gücünü öne çıkartan) işyeri ve işveren sendikacılığı olarak anılan dar sendikacılık tarzının uğradığı tarihsel başarısızlık ve yarattığı büyük güvensizliktir. Bu listeye, sınıf sorununu statü, kültür, kimlik ve karmaşık iktidar süreçlerinden soyutlayarak ele alan, üyeyi nesneleştiren, ‘indirgemeci’ bir “sınıf sendikacılığı yorumunu” da eklemek gerekiyor. İkinci sorun ise, özellikle, yukarıdaki dar haliyle, sendikacılığın, Bilgi’deki (ve tabii, genel olarak üniversitedeki) karmaşık akademik süreçleri ve ihtiyaçları karşılayacak uygun bir model oluşturamayacağı kuşkusudur.
Yukarıdaki iki kuşkuya verilebilecek bir yanıt, üniversite eğitimindeki ticarileşmenin, kâr amaçlı üniversite şirketlerinin (ABD’de Phoenix, ABD ve Avrupa’da Laureate, vs.) yükselişiyle birlikte, akademik emeğin toplumsal statüsünün gittikçe ‘işçileştiği’dir. Gerçekten de, örneğin ABD’de, ‘tenure’ sistemi (kalıcı, iş güvenceli profesörlük pozisyonu), neredeyse tümüyle erimiş, kampüslar arasında gezgin, okumak araştırmak için gereken vakitten ve takatten yoksun, ‘ebediyen öğretmen’ bir part-time ordusu doğmuş, gidişat tüm bir üniversite fikrini tehdit edecek boyuta ulaşmıştır. Yine de, bizce bu yanıt da yetersiz ve dolayısıyla, bir ölçüde yararsızdır; çünkü politik ekonomik plandaki işçileşme süreçleri, kültür, kimlik ve iktidar ilişkileri planına ‘bire bir’ yansımıyor, kültürü ve kimliği tektipleştirmiyor. Dolayısıyla, cevaplanması gereken, iki soru var: a) Nasıl bir farklı sendikacılık tarzı olabilir?; b) bu tarz, kendisini Bilgi’ye (ve genelde üniversiteye) nasıl uyarlayabilir?. Sorular, tahmin edileceği gibi birbiriyle bağlantılı ve olası cevapların da ortak bir ekseni bulunuyor: Politik ekonomik süreçleri ve bunun farklı emek süreçleri, birikim ve bölüşüm üzerindeki etkilerini ciddiye alan ve fakat bununla yetinmeyip kültürel vicdani çoğulluğu, kimlik çoğulluğunu tanıyan, özgürlükçü, demokratik katılımcı bir model.
Burada, küçük, ancak kritik bir noktayı da ekleyelim: Sendikacılık, tarihsel olarak, meslek sendikacılığı ile sektör (Türkiye’deki karşılığıyla, işkolu) sendikacılığı biçimleriyle ve bunların farklı bileşimleriyle gelişmiştir. Türkiye söz konusu olduğunda ise, işyerinden sektöre doğru evrilmiş, bugünkü işkolu sendikacılığı ortaya çıkmıştır. Dolayısıyla, Türkiye’de, mevzuat gereği vakıf üniversitesinde sendikacılık, üniversitedeki üç ana grubun (akademik, idari, destek hizmetleri) hepsini birlikte kapsamakta. Fiiliyatta da bu gruplar içerisindeki ve arasındaki farklılıkları ve ilişkileri ele alacak kompleks ve fakat etkin bir model geliştirmeksizin başarıya ulaşamaz. Böyle bir model, başarılabildiği takdirde, hem devlet hem de piyasa kaynaklı baskıcı iktidar ilişkilerine karşı çıkan, farklı gruplar içerisindeki ve arasındaki eşit insani ilişkileri geliştiren, heyecan verici bir demokratik tecrübe teşkil edecektir.
Bir gazete yazısının bildik sınırları içerisinde, yukarıdaki tespitler ışığında, bazı noktalar üzerinde öncelikle durmak istiyoruz. İlk olarak, Bilgi Üniversitesi Sendika Birimi içerisinde, şu iki konunun, baştan beri birlikte sorunsallaştırıldığını belirtmek istiyoruz: 1) Bir üniversite (ve bir diploma fabrikası değil!) olarak, Bilgi’nin geleceği, nasıl bir modele evrileceği; 2) Üniversite içerisindeki çalışma ve ücret ilişkileri. Bunların ilki, bilimsel politikaları; eğitim ve pedagoji politikalarını, diğerleri arasında burslu, mesela Kuştepeli öğrencilere ve Kuştepe ve Tarlabaşı’ndaki yoksul yerel topluluklara, çocuklar, gençler ve yetişkinlere dönük sosyal sorumluluk politikalarını; üniversitenin özgürlükçü tarzıyla demokratikleşme süreçlerindeki rolünü muhafaza etmeyi ve geliştirmeyi içeriyor. İkincisi ise, üniversite içerisindeki işbölümünü, buna bağlı statü ve iş/meslek tanımıyla ilgili iş yükü, mobbing, stres vb. sorunları, kabul görme/görmeme (recognition/non-recognition) sorunlarını; ücret ve benzeri ödemelerle ilgili sorunları; işin geliştirilmesine katkı imkânına sahip olmak/olmamakla ilgili, yaratıcı öz potansiyelini gerçekleştirme vb. sorunları içermektedir. Bu iki konuyu birlikte sorunsallaştırmak konusunda, Sosyal-İş Genel Merkez ve İstanbul Şube yöneticileri ve (örgütlenme ve iş hukuku) uzmanları tüm imkânlarıyla destek sunuyorlar. Bu iş kolay değil: Farklı birer a) sendika; b) üniversite içi katılımcılık; c) toplu iş sözleşmesi modeli gerektiriyor. Bunlar üzerinde kafa yoran, hayli yol almış, çalışma gruplarımız bulunuyor. Özellikle adım adım ilerlediğimiz toplu sözleşmenin, çalışanlarına hak, bellek ve deneyimlerini giden-gelen yöneticere, üniversite sahiplerine ve değişen siyasi konjönktöre karşı koruyabilecek güvenceye alınmış bir hukuki form olduğunu biliyoruz.
Türkiye’nin yüzünün dönük olduğu sosyal haklar alanında daha uzun bir yol gitmiş tüm ülkelerdeki üniversitelerde sendikal örgütlenmeler (Fransa, Almanya, ABD, Kanada, Avusturya vs. vs) var. Türkiye’de kamu üniversitelerinde deneyimlerinden faydalandığımız, beraber öğrendiğimiz Eğitim-Sen var. Dünyadaki tecrübeler, başarıya ulaşan ve üniversitenin temsil ettiği değerleri başarıyla savunan sendikal örneklerin, yukarıdaki üç öğeyi birleştirebilenler olduğunu gösteriyor. Dünyada kâr amaçlı üniversitelerdeki akademisyenlerin vasıfsızlaşması, alt kademeden başlayarak üste doğru adım adım ‘part-time’ ve ‘online’laştırılması hakkında son on senede ciddi bir de akademik literatür birikmiş durumda. DİSK Sosyal-İş Bilgi Sendika Birimi hem bu tip akademik konulara akademik yaklaşabilen, hem de sendika yapısının sunduğu hukuki ve sosyal imkânların içini bu anlayışla doldurabilen bir sürece imkan sağlıyor. Sosyal-İş Sendikası’nın, dar sendikacılık tarzından uzak, ufuk sahibi ve kapsayıcı bir t
arz için uğraş vermesi, kişisel ve kurumsal bakımdan kendisini uyarlamaya ve geliştirmeye art niyetsiz biçimde açık olması, katılımcı mantığı, hem tek başına sevindirici ve hem de bizler üzerinde çok teşvik edici oluyor.
Öte yandan, Gerek Sosyal-İş Sendikası, gerekse Bilgi’deki aktivistler arasında, yansızlık ve bağımsızlık sorunu, gerçekten de, baştan beri büyük bir hassasiyetle ele alınan bir husus. Hem devletin, hem piyasanın, hem de diğer siyasi yapıların iç siyasetinden bağımsız kalarak, Bilgi’de karşımıza çıkan somut sorunlara somut, eşitlikçi ve dayanışmacı çözümler geliştirmeye çalışıyoruz. Sırtımızdaki yegâne yük kendi vicdanımız, aktivist, üye ve çalışanlar olarak birbirimize bakan gözlerimiz, söylenen sözlerimiz. Ve tabii, bir de şu tuhaf talihiyle, Bilgi Üniversitesi! Üniversitemizi savunmak, korumak, geliştirmek istiyoruz. Hayır, ‘işyeri sendikacılığı’ yaptığımızdan değil. Bu üniversite, çalışanlarımızın sonsuz emeğiyle, çabasıyla ortaya çıktığından. O, Üniversite’nin eğitim ve araştırma performansını da, ‘üniversite’ yapısının geleceğini de kendine tasa eden hocaların, yapılan pek çok işin arkasında olup işleyişte her şeyi ayakta tutan idari personelin, Santral İstanbul kampüsünde, restorasyonda, çalışmış, eski elektrik santralinin kazanlarının asbestini sökmüş temizlik personelinin eseri. Ad koymak illa ki gerekiyorsa, ’emek ve bellek sendikacılığı’ yapmaya çalışıyoruz.
Bilgi’de arzu ettiğimiz şey, tekelci ve tekleştirici bir birlik değil; birbirini olduğu gibi kabul eden, bu hâliyle çoğulluğu veri alan, temel esprisi katılımcı demokrasi olup insanın özerkliğini, saygınlığını ve adaleti esas alan bir ‘beraberlik’. Hocaların işten çıkartılmasına, Santral’de kontrollü kapıya, bina ve bilgisayarların teslim alınmasına, bir lisansüstü programa yapılan müdahaleye, kârlılık hesabıyla veya sırf düşüncesizce, heterodoks teori karşıtlığıyla bölüm kapatmaya, pek çok bölümce kurgulanması uğruna yıllar harcanmış, alternatif perspektiflerle dolu bir müfredatın iç dengelerini bozmaya, burslu öğrenci oranlarını indirmeye, destek personelin taşeronlaştırılmasına, araştırma görevlilerinin burslu öğrenci statüsüne indirgenme planlarına ve Üniversite’de, alttakileri ezerek üsttekiler açısından ‘sıhhi’ çalışma ortamı kurmak isteyenlere, Türkçe ve Hazırlık’ın birikimli hocalarına yapılan akademik ‘alt’ sınıf muamelesine, temizlik ve güvenlik görevlilerini korkutarak ve çektikleri para sıkıntısından dolayı sendika üyeliğinden istifa ettirmeye çalışan idari amirleri kollayanlara, part-time hocaların aldığı üç kuruşa ‘serbest piyasa şartları böyle’ diyerek göz dikenlere, insanın, kedi ve köpeğin huzur ve emniyet içerisinde yaşadıkları bir kampüse demir kapı koyup, gazeteciyi ve Bilgi dostu destekçiyi içeri sokmayanlara karşı, Bilgi’yi Bilgi olmaktan çıkartacak, öğrenci ve mezunlarımızın lisans, yüksek lisans, doktora derecelerini değersizleştirecek stratejik planlara karşı…
Akademide sendikanın mümkün ve hatta gerekli olduğunu, “akademik porno skandalı” göstermediyse ne gösterebilir. Üniversite yönetimi sansasyon peşindeki medya tarafından yönlendirilirken, akademi için gerekli olanı örgütlü olarak seslendiren yalnızca Bilgi Sendika Birimi’ydi: Etik Kurul. Sendikalaşma hâlâ işyeri ve ücret sendikacılığı ekseninde görüldükçe ve Bilgi’deki örgütlenme sürecinin bu konudaki tartışmalara getirdiği yeni açılımlar gözardı edildikçe o üstüne titrenilen akademik hiyerarşi ve rekabet koşulları muhafaza edilse bile, ortada muhafaza edilecek bir “akademi” kalmayacak.
DİSK/Sosyal-İş Sendikası BİLGİ Sendika Birimi