Biz sağlıkçılar genelde insanların en saklı hislerinin ve birçok insanın göremediği anlara tanık oluruz. Bu benim için hep çok özel deneyim olmuştur hayata dair. Hem kendimi, hem dünyayı ve ilişkileri daha bütün olarak görmemi sağlamıştır bu tanıklıklar. Akıp giden hayat ritminin kesintiye uğradığı hastalık anlarında hepimizin çatı katına atıp unuttuğumuzu sandığımız birçok şeyler gibi bazı […]
Biz sağlıkçılar genelde insanların en saklı hislerinin ve birçok insanın göremediği anlara tanık oluruz. Bu benim için hep çok özel deneyim olmuştur hayata dair. Hem kendimi, hem dünyayı ve ilişkileri daha bütün olarak görmemi sağlamıştır bu tanıklıklar. Akıp giden hayat ritminin kesintiye uğradığı hastalık anlarında hepimizin çatı katına atıp unuttuğumuzu sandığımız birçok şeyler gibi bazı davranışlarımızda çıkıverir. İşte bizlerde çoğu özel olan bu davranış ve duygularla işimiz gereği hep iç içeyizdir. Bu karşılaşmalarda hep birbirimizin aynaları oluruz. Acı, stres ve karmaşık duyguların yaşandığı bu anlarda pencereler açabilirsek birbirimize ancak insan kalabiliriz.
Ama öyle bir yerlere sürükleniyoruz ki son zamanlarda ne hekim hekimliğini yapabiliyor, ne hemşire hemşireliğini ne sağlık memuru memurluğunu ne temizlik personeli işini. Bir çembere sokuluyoruz hızla. Ucu tamamen kapalı bu çemberde dön dönebilirsen. Reform diye şirin bir kelimeye sığınanların asıl niyeti sağlığın ticaretleştirilmesinden başka bir şey değil. Bunu iyi bilenler bu iki kavramı özellikle yan yana getirmemeye çalışıyorlar. Ticaret ve sağlık. Bir arada olamaz iki kavram aslında. Biri geldiğinde insanlık diğer kapıdan hızla çıkıyor çünkü
Biz sağlık örgütlerinin tüm itirazlarına rağmen hayata geçirilmeye çalışılan bu sistemde bizler giderek makinelere, hastalar birer banknot, hastanelerde darphane olarak görülüyor.
Yani bizlerden yıllarca öğrendiğimiz tıbbın etik kuralları ve ‘önce insan ve insan sağlığı’ nı önemseyen her şeyi unutmamız bekleniyor. ‘Paran kadar sağlık’ deniyor, hatta diretiliyor bizlere. İnsanların mutlu aile fotoğraflarında yer alacağını söyledikleri ‘Aile Hekimliği Sistemi’ daha şimdiden yamalı birer bohçaya dönmüş durumda.
Sağlık çalışanları giderek farklı statüde ve eşitsizliğin derinleştiği farklı ek ödemelerle neredeyse cezalandırılıyor.
En son Üniversite Hastanelerinde de yürürlüğe giren bu uygulamayla insanlar performanslarına (!) göre ücret alacaklar. Bilimsel, akademik eğitim ha! Oda ne ola ki.Hastalıkları yok etmek ve tedavi için koruyucu önlemler almak için uğraşmak eski bir şarkıyı dinlemek gibi şimdilerde.Ne kadar et o kadar köfte hesabı..
Şimdilerde moda şarkı daha çok hasta daha çok ameliyat hep daha çok.. Eski hastalıklar hortlamış, toplum sağlığı unutulmuş ne gam.
Bizler bu kadar hastaya zaman ayıramadan bakamamanın sıkıntısıyla kıvranırken bir taraftansa az çalıştığımız, fahiş ücretler aldığımız ya da çalışmak istemediğimiz yalanlarıyla boğuşuyoruz. Hatta gazetede yine 7-8 Bin alacağımız haberleri manşetteyken beni arayan babamın telefonunu hatırlıyorum da. Benim hep ayakta çok çalıştığım için üzüldüğünü bildiğim babam ‘İyi iyi kızım en azından 7-8 Bin alacakmışsınız değil mi’ demez mi. Oysa 18 yıllık Diş hekimliğimde bu ücretlerin yanına ben dâhil birçok sağlıkçı arkadaşım yaklaşamamıştır.
Bizler işimizi ekip zihniyetiyle birbirimizle dayanışma içinde değil de, parasal değerlerin öne çıktığı bir zihniyetle yapmaktan son derece mutsuzuz.
Hasta hasta ek ödemesi kesilir diye çalışan çok arkadaşım var. Birbirimize iş yoğunluğundan merhaba bile diyemiyoruz. O kadar hasta bakılıyor ki bazen sedyelerde bazen de iki kişi bir yatakta yatırılarak, bezende koridorlarda sağlıksız koşullarda hasta baktırılıyoruz.
Bizler hala beyazın kirletilmesine karşı duruyoruz. Onurlu, etik kurallar içerisinde mesleğimizi icra etmek için çabalıyoruz. İnsanca yaşayacak ücretler isterken sağlığın ince ticari hesaplara kurban gitmesinde göz yumamayız. Verdiğimiz vergilerden karşılanarak ‘parasız, nitelikli, ulaşılabilir ve eşit’ bir sağlık sisteminin hayata geçmesi için didiniyoruz, didineceğiz.
Bizim bütün bu çabamızı yok sayanlar, görmezden gelenlere Edward Lorenz in ‘Kelebek Etkisi’ teoriyle cevap vermek istiyorum. Kelebeğin kanat çırpmasının atmosferi tümüyle değiştirebileceği gibi bizimde yapacaklarımız ve yaptıklarımız tüm her şeyi değiştirecektir.
Bunun için 13 Mart’ta Ankara yollarında olacağız bir kez daha. Ankara’yı beyaza bürüyeceğiz. Ülkesi için, halkı için çocuklarımız yarınlarımız için kanat çırpıyor olacağız orda. Gökyüzünü yeniden güzel kılmak için gidelim kelebeklerin olduğu yere…
* Serpil Deniz
Manisa SES Şube Başkanı