Çok değil bir önceki Aktüel Gündem yazısında AKP’nin seçim sürecinde izleyeceği taktiklerinden biri olarak, parlamento dışı siyasal muhaliflerini elimine etmek için yargı operasyonlarının süreceği belirtilmişti. Bununla birlikte yine AKP’nin devlet yapısı içindeki dönüşümlere hız vereceği de eklenmişti. Son on beş günde yaşanan iki kritik gelişme de bu eksenlerde gerçekleştirildi. Ergenekon’un 18. dalgası bu kez Nedim […]
Çok değil bir önceki Aktüel Gündem yazısında AKP’nin seçim sürecinde izleyeceği taktiklerinden biri olarak, parlamento dışı siyasal muhaliflerini elimine etmek için yargı operasyonlarının süreceği belirtilmişti. Bununla birlikte yine AKP’nin devlet yapısı içindeki dönüşümlere hız vereceği de eklenmişti. Son on beş günde yaşanan iki kritik gelişme de bu eksenlerde gerçekleştirildi. Ergenekon’un 18. dalgası bu kez Nedim Şener ve Ahmet Şık’ı da içine alan bir medya operasyonu şeklinde yaşandı. Ve Tayyip Erdoğan, Genelkurmay’a bağlı Türkiye’nin en yüksek kapasiteli elektronik istihbarat ve dinleme üssü olan ve ‘Bayrak Garnizonu’ olarak da bilinen GES Komutanlığı’nın MİT’e bağlanması için çalışma başlattı. (“Bayrak Garnizonu”nun tarihsel açıdan iki kritik önemi var: Menderes döneminde Sovyetlere karşı istihbarat toplamak için ABD tarafından kurulmuş olması ve 12 Eylül faşist darbesinin planlama ve harekât üssü olması.)
Ergenekon hakkında artık iyice netleşmiş olan sonuçlar üç başlık altında toplanabilir:
1. Ergenekon olarak adlandırılan yargılama sürecinin, kontrgerillanın tüm faaliyetlerini açığa çıkarma ve kontrgerillayı tamamen tasfiye etme operasyonu olmadığı (ki devrimciler bunu başından itibaren söylemişti) son gözaltı “dalga”sıyla bir kez daha kanıtlandı. 18 ayrı operasyon dönemi yaşandı; 300’e yakın kişi soruşturuldu; 100’den daha fazla kişi cezaevinde tutuklu bulunuyor. Bunlar arasında zaten ipliği pazara çıkmış Veli Küçük gibi askerler, Kemal Kerinçsiz gibi siviller, Doğu Perinçek gibi siyasiler bulunmasına rağmen Çevik Bir gibi askerler, Oral Çelik gibi siviller, Süleyman Demirel gibi siyasiler bulunmuyor. Soruşturulan olaylar içinde Balyoz, Sarıkız gibi hükümeti devirmeye yönelik darbe planları bulunmasına rağmen 1 Mayıs 1977 katliamı, Vedat Aydın suikastı, Sivas katliamı bulunmuyor.
2. Yine aynı süreç kanıtlamaktadır ki kurumsal faşizm, ağırlık noktası ordudan çıkarılarak MİT ve polis eksenli yeniden yapılandırılmaktadır. MGK Genel Sekreterliği’nin biçimi değiştirilip işlevi sınırlandırılırken Başbakanlığa bağlı olan MİT’e yeni olanaklar sunulmakta, polise yeni görev tanımları yapılmaktadır. Polislere askerlik hizmeti kaldırılarak polisin askerden hiçbir biçimde etkilenmemesi sağlandı. Paralı askerlik projesi AKP’lilerden oluşan ayrışmış birlikler organize etme biçimine dönüştü. Devlet Güvenlik Mahkemeleri kaldırıldı; ama yerine Özel Yetkili Mahkemeler yapılandırıldı. Askerle doğrudan bağlantılı Nusret Demiral, Nuh Mete Yüksel gitti, doğrudan bağlantılı olduğu yer, zaten belli olan Zekeriya Öz, Osman Şanal geldi.
3. Ve AKP eliyle yürütülen bir ABD operasyonu olan tüm bu süreç, aynı zamanda, AKP’nin “dönemsel ihtiyaçlarına” yanıt verecek şekilde ilerlemektedir. Bu dönemsel ihtiyaçlar bazen gündem değiştirme, bazen hedef gösterme, bazen gözdağı verme, bazen rakiplerin sayısını azaltma şeklinde olabiliyor. İçinde bulunduğumuz seçim döneminde ise doğrudan AKP oyları düşünülerek uygulanmakta. (Bu arada “yargı ile hükümet ayrı işliyor”, “biz yargının işine karışmayız” gibi safsataları zaten dikkate almamak gerek.) Oy hesabından doğru bakıldığında AKP’nin bu kadar “büyük tepki” çekeceğini bilmesine rağmen bu yeni “dalga”ya girişmesi aslında çok anlaşılır. Çünkü AB üyesi ülkelerin vatandaşları ve temsilcileri Türkiye’deki seçimlerde oy kullanamıyor. Ayrıca AKP, CHP’nin ve MHP’nin kemik kitlesinin kendisine, ne yaparsa yapsın oy vermeyeceğini de biliyor. Dolayısıyla “yeni dalga”, Tayyip’in “ucube, içki yasağı” adımlarını atarak başlattığı milliyetçi-muhafazakar (gerici) kitleyi hedefleyen seçim döneminin devam taktikleri.
Bu “yeni dalga”yla birlikte iki değil daha fazla kuş da vurulmuş durumda. Şık ve Şener’in cezaevine tıkılmasıyla birlikte “basın camiasında” korku ve panik en üst düzeye çıktı. Hard diskler siliniyor, kağıt imha makineleri aralıksız çalışıyor. Artık gözaltına alınamayacak hiçbir gazeteci yok. Hadi bu seçim döneminde AKP kitlesini etkileyebilecek haber yapın, AKP aleyhine atıp tutun bakalım! Bunların yaşandığını “bilmeyen” Tayyip tüm pişkinliğiyle “cezaevlerinde cinsel istismardan bile tutuklu olan gazeteci var (o da son kararla salıverilen Hüseyin Üzmez) ama gazetecilik suçundan dolayı kimse yok” diyor.
“Yeni dalga” CHP’yi de yeniden karıştırdı. Deniz Baykal’a “Varan 2” girişimine Kılıçdaroğlu’nu da bulaştırdılar. Akıllarda kalan “Gürsel Tekin’in başını çektiği bir grup CHP’li sansasyon kovalıyor” oldu. Ve aynı dalgaya MİT de Dış Operasyonlar Daire Başkan Yardımcısı Kâşif Kozinoğlu ismiyle eklendi.
Binbaşı rütbesi ile Özel Kuvvetler Komutanlığı’ndan emekli olan Kozinoğlu, Çakıcı’nın Yargıtay’daki davasını, Yargıtay Başkanı Eraslan Özkaya aracılığıyla takip ettiği iddiasıyla açılan davada 5 ay hapis cezası alarak MİT tarihine böyle bir iddia ile suçlanan en üst düzey görevli olarak geçmişti. Afganistan’daki General Dostum’un yakın dostu Kozinoğlu halen Pakistan’da “görev”de. Yani “yeni dalga”yla vurulan kuşlardan biri de MİT’in yeniden yapılandırılması (tasfiye-terfi) süreci. Zaten Zekeriya Öz’ün operasyon düğmesine basmasından birkaç gün önce Ankara’da MİT’in de katıldığı üst düzey siyasi toplantıların yapılması, bu sürecin sonuçlarının göze alındığının göstergesidir.
Bu arada devletin yeniden yapılandırma sürecinin önümüzdeki dönemde kimlerle işleyeceğinin işaretleri de yavaş yavaş gözükmekte. Eski İstanbul Valisi, yeni Kamu Güvenliği Müsteşarı Muammer Güler ve Emniyet Genel Müdürü Oğuz Kağan Köksal AKP’den milletvekili olmak için görevlerinden istifa ettiler. Geçen yıllar içindeki tutumları şimdi çok daha iyi anlaşılabilir oldu; ve bu potansiyel İçişleri Bakanlarına biçilen misyon da.
Yukarıda sayılan nedenlere rağmen devrimcilerin, Ergenekon olarak adlandırılan yargılama sürecine mesafeli durmasının nedeni ise yargılananların büyük bölümünün eski de olsa kontrgerillanın aktif parçalarından olması ve hiçbir şart altında bu şahıslarla yan yana gözükmek bile istenmemesidir. Bu hassasiyet siyasal duyarsızlık değil, tam tersine siyasal onurdur. Mesafeli durmanın bir diğer nedeni ise solun güçsüzlüğüdür. Sol, aktörleri oynak, karanlık ve ilkesiz bir düzleme müdahale edebilecek araçlara ve pozisyona sahip değil. Böyle bir düzlem, solu sürecin öznesi değil, başkalarının (başka süreçlerin) nesnesi yapma riskini büyük ölçüde içermektedir. Bu hassasiyetler tersten, AKP’nin solu bu sürece taraf etmesini engellemiştir. AKP’nin tezgahına sadece besleme liberal solcular “düşmüştür”. Onlar da son dönemdeki gelişmelerle birlikte “cehennemin dibini” görene dek düşmeye de devam edecekler.
Devrimcilerin siyasal tutum alışını belirleyen asıl mihenk taşının sınıf çelişkileri (savaşı) olduğu hatırda tutulursa, Ergenekon saflaşmasının ülkedeki yönetenler ve yönetilenler arasındaki sınıf mücadelesinin “doğrudan” bir parçası olmadığı rahatlıkla görülecektir. Bu durum ise bu süreci elbette ki görmemeyi, yok saymayı değil, bu sürece nereden ve nasıl müdahale etmek gerektiğini gösterir.
Tayyip ve AKP için seçim sürecini Ergenekon benzeri gündemlerle geçirmekten daha uygun bir tercih olamaz. Ergenekon sürecinin ezilenleri ilgilendiren (varsa) her parçasına bağımsız özneler olarak müdahale etmek kaçınılmazdır. En az bunun kadar kaçınılmaz olan ise sınıf mücadelesinin güncel karşılığı olan hak mücadelelerini “ana eksen” olarak yükseltmektir.
Bu bakımdan içinde bulunduğumuz dönemde devrimci mücadele çizgisi iki eksen etrafında oluşacaktır. Birincisi, AKP iktidarının faşist uygulamalarına, gerici baskılarına ve emekçi halka yönelik sınıfsal saldırılarına karşı direniş eksenidir. Bu noktada AKP’nin geriletilmesi önemli ve doğru bir amaçtır. Ancak bundan anlaşılması gereken “ana amaç” AKP’nin sayısal çoğunluğunun azaltılması değildir. AKP’nin izlediği neoliberal politikalara, yeniden yapılandırdığı kurumsal faşizme ve gerici toplum mühendisliği projelerine karşı halkta ortaya çıkan direnme eğilimlerinin ülke çapında yaygın bir muhalefet hareketi olarak örgütlenmesidir.
İkincisi ise, gerek iktidara karşı direniş mücadelelerinde, gerek bahar dönemi yükseltilecek toplumsal muhalefette ve gerekse seçim sürecinin özgül politik atmosferinde halkın hak mücadeleleri için ileri mevziler kazanmak devrimci mücadelenin ana eksenini oluşturuyor. AKP iktidarını asıl zorlayacak olanın, emekçi halkın, yoksul halkın gündem ve taleplerinin olacağını söylemeye gerek bile yok. İçinde bulunduğumuz süreç bu eksende gelişecek bir toplumsal muhalefet için geniş olanaklar sunmaktadır. Yıllardan sonra ilk kez gazeteciler sokağa çıktı. AKP operasyonlarının Ahmet Şık ve Nedim Şener’e genişletilmesi bu kesimlerde ve toplumsal muhalefette ciddiye alınması gereken bir duyarlılık oluşturdu. Kentsel dönüşüme karşı barınma hakkı mücadeleleri hiç gündemden düşmüyor. Ege Mahallesi’nde kazanımlarla sonuçlanan ulaşım eylemleri Edirne’de üniversiteli gençlik tarafından sürdürülüyor. Hekimler sağlıkçıları Ankara’ya çağırıyor. Bahar dönemi Birleşik Metal İş’in örgütlediği metal işçilerinin grevleriyle ısınacak. Devrimci Sağlık İş’in başlattığı güvencesizliğe karşı mücadele çağrıları ve Ankara’da güvencesizliğe karşı yapılacak miting Türk İş içindekiler de dahil pek çok sendikada ilgi uyandırmaya başladı…
Ancak en önemlisi, bütün bu hareketlerin ortak öznesi olan “kadın militanlığı” yeni bir tarihsel misyonla toplumsal muhalefetteki yerini alıyor. AKP gericiliğiyle birlikte kadın düşmanlığı ve kadının yeniden ikinci sınıflaştırılması belirgin bir sıçrama yaşıyor. İktidar olanaklarıyla her geçen gün daha da büyüyen İslamcı gericilik, toplumsal hakimiyetini kadının ezilmesi üzerine inşa ediyor. İslamcı liberal iktidar, erkek egemenliğinin geleneksel baskı aygıtlarını kendi iktidarının da temeli haline getiriyor. Neoliberal sermaye politikaları, kadınları, güvencesiz yaşam ve güvencesiz çalışmanın en dip toplumsal katmanlarına dönüştürüyor.
İşte tam bu noktada, “yükselen kadın militanlığı” için kuvvetli bir inisiyatif alanı ortaya çıkıyor. AKP iktidarında somutlaşan gericiliğe ve neoliberalizme karşı hak mücadelesi eksenli özgül bir kadın hareketi çizgisi oluşuyor. Bu çizgi, bahar döneminde ve hemen ardından seçim sürecinde, kadınları, AKP gericiliğine karşı toplumsal muhalefetin en hareketli öznelerine dönüştürüyor. Ev içi görünmez emeğin karşılığını istemek için yapılan eylemler, talep edilen sosyal güvence, kadına yönelik şiddet vakası ile karşı karşıya kalınan her durumda gösterilecek her türden duyarlılık, AKP’nin ırkçı, erkek egemen, gerici fikir ve uygulamalarının teşhiri önümüzdeki dönem her zamankinden fazla anlam kazanacak. Eşit, özgür ve onurlu bir hayat bütün kadınların hakkıdır. Bunu söylemenin anlamlı olduğu her yer kadınlar için mücadele ve eylem alanıdır. 8 Mart’ta boş kalmayan meydanlar baharın nasıl geçeceğinin habercisidir.