ODTÜ’lü genç meslektaşım Coşkun Musluk beyaz minibüse bindirilirken “diktatorya” diye haykırdı. Coşkun Musluk’un sendikası (Eğitim-Sen) ve kurumu (ODTÜ Senatosu) bir bildiri yayımlayarak genç üyeleri ile dayanışma sergiledi. Benim dayanışma çabam da hasbelkader uzmanı olduğum alandan gelsin. Sosyal araştırma yöntemlerinde uzman sayılırım. Bu durumda, örneğin, Coşkun Musluk’un bizzat deneyimlediği adli sürecin metodolojisine eğilebilirim. Soruşturmanın öne çıkan […]
ODTÜ’lü genç meslektaşım Coşkun Musluk beyaz minibüse bindirilirken “diktatorya” diye haykırdı. Coşkun Musluk’un sendikası (Eğitim-Sen) ve kurumu (ODTÜ Senatosu) bir bildiri yayımlayarak genç üyeleri ile dayanışma sergiledi. Benim dayanışma çabam da hasbelkader uzmanı olduğum alandan gelsin. Sosyal araştırma yöntemlerinde uzman sayılırım. Bu durumda, örneğin, Coşkun Musluk’un bizzat deneyimlediği adli sürecin metodolojisine eğilebilirim. Soruşturmanın öne çıkan iki boyutu şimdilik yeterli.
İlkini Mehmet Y. Yılmaz (Hürriyet, 5 Mart) şöyle özetlemişti: “Bu davada bugüne kadar gözaltına alınan isimleri alt alta yazarsanız karşınıza pokerdekine benzer bir ‘beş benzemez eli’ çıkıyor.” İkinci dikkat çeken husus ise şüpheliye ait notlar ya da telefon görüşmelerine dayalı sorgulamalarla ilgili. Basına yansıdığı kadarıyla emniyet ve savcılığın bu metinlerle ilgili soru kalıbı genellikle şöyle: “…şunları söylediğiniz tespit edilmiştir. Bunun anlamı nedir?” Savunma safhası olsa hadi neyse, ama şüphelinin kendi yazılı ya da sözlü eylemine atfedeceği öznel anlamın cezai soruşturmaya ne katacağı meçhul.
Metodolojik irdelemeye geçmeden önce bir parantez açmam gerekiyor. İktidar partisi sözcüleri zaman zaman dile getirirler; “Önceki iktidarlar iktisat ile mühendisliğe önem verdiler, biz ise sosyolojiye”. Doğrudur. Devlet bünyesinde yaratılan paralel bürokrasinin gerçekten de önemlice bir bölümü, belli düzeylerde sosyoloji formasyonuna sahiptir. Bilindiği gibi sosyoloji, sosyal araştırma metot ve metodolojisine verdiği önemle diğer sosyal bilim disiplinlerinden ayrılır. Rejim revizyoncularının sosyoloji ile ilgisi de esas olarak bununla sınırlıdır. Örnek olması bakımından Polis Akademisi Güvenlik Bilimleri Enstitüsü’nün müfredatına bakılabilir. Tüm bölümlerde her iki yarıyılda da zorunlu olan tek bir ders vardır. O da “sosyal bilimlerde araştırma yöntemleri”dir. Bu dersin özellikle lisansüstü bir programda iki dönem ve zorunlu olması, son derece yerindedir. Akademik çalışmalar için gerekli nicel-nitel yöntem ve tekniklerin konu edildiği belirtilen kısa ders içeriği de literatürle son derece uyumludur. Ne denir, darısı sosyal bilim enstitülerinin başına. Parantezi burada kapatalım.
Polis akademisinde yürütülen bir yöntem dersi, doğal olarak suç ve suçluyu konu alan araştırmalara özel bir önem verecektir. Suç gibi ortalamanın dışında kalan, yaygın olmayan bir olgu araştırılırken çoğunlukla kartopu (snowball) örneklem tekniğine başvurulur. Olasılık mantığına dayanmayan bu basit ve etkili örneklem tekniği, kitaplarda genellikle uyuşturucu kullanımı örneği ile işlenir. Uyuşturucu kullananların diyelim sınıf kökenlerini araştırmak istiyorsunuz. Önce uyuşturucu kullanan birine giderseniz; ondan aynı eylemi yapan isimler talep edersiniz; isimden isime şeklindeki yolculuğunuz, araştırma için saptadığınız örneklem kümesi büyüklüğüne erişene kadar sürer.
Akademinin çalışkan talebelerinin suç araştırmasında öğrendikleri örneklem tekniğini sorunsuz bir şekilde suç kovuşturmasına adapte ettikleri anlaşılıyor. Bunu yaparken de hayli bilimsel çalıştıklarını düşünüyor olmaları, kuvvetle muhtemeldir. Her yeni dalgada “daha durun bakalım, bu aysbergin görünen yüzü” şeklindeki değerlendirmelere bakılırsa, örneklem kümesi büyüklüğü de bayağı “hareketli”. Askeri bürokrasi örneğinde, evrenin %10’u nispetine ulaşan örneklem büyüklüğü gibi bir durumun, gazeteciler, siyasiler, akademisyenler, öğrenciler, STK’lar vb. için de gerçekleşmesi bekleniyor. Bir yöntemci olarak belirtmeliyim ki, %10 gibi istatistiki bakımdan anlamlı bir büyüklük söz konusu ise o durumda, kartopu tekniğini bırakıp basit tesadüfi örneklem tekniğine geçmek daha anlamlı olacaktır. Akademinin çalışkan öğrencilerinin bunu bileceği varsayıldığında, önümüzdeki gözaltı dalgalarında tesadüfi örneklem tekniğinin de devreye girmesi sürpriz olmayacaktır.
Gazetelere yansıyan sorgu metinlerine bakıldığında, nicel kartopu örneklemiyle başlayan sürecin nitel analiz teknikleri ile tamamladığı görülüyor. Bu tercih, sosyal araştırma literatüründeki yeni açılımlara da son derece uygun. Günümüzün ana akım yaklaşımı; insan eyleminin nedensellik ilişkisi içinde açıklanamayacağını, zira öznel anlam yüklü olduğunu, dolayısıyla da eylemdeki deruni manayı ele geçirecek bir araştırma stratejisini benimsemek gerektiğini ileri sürer. Hermeneutik ya da yorumsamacı metodoloji olarak da bilinen bu görüş, post modern aşı ile yetkinleşmiştir ve yaygın olarak kullanılmaktadır. Örneğin Soner Yalçın’a “içimiz dışımız Ergenekon haberi oldu, bu haberi de Mehmet Y. Yılmaz yazsın” mealinden bir sözüyle ne kastettiği soruluyor. Sözün düz anlamı (literal) ortada, Soner Yalçın da bunu dile getiriyor. Ama karşınızdaki hermeneutiği kullanan biri ise ettiğiniz sözünüz literal değil deruni manası önem taşıyacaktır. O da zaten iddianame metni olarak önünüze konacaktır. Bazen hermeneutik analiz sonuçları sorgu sırasında da dile gelebilmektedir. Nitekim Nedim Şener’e “Soner Yalçın’la yaptığınız telefon konuşmasını ‘gözlerinden öperim’ diye bitirdiğiniz tespit edilmiştir. Bu ifadeden aranızda derin bir muhabbetin olduğu anlaşılmaktadır” mealinden şeyler de söylenebilmiştir.
Yaşanan sürecin metodolojik irdelemesiyle ulaştığım sonuca göre, aşırı doz yöntem bilgisiyle donanmış birimler, izler ve gözaltına alırken kartopu tekniğine, sorgularken de hermeneutiğe başvurmaktadır. Bu çıkarsamayı absürt bulanlarınız olacaktır. Oysa burada sadece süreç rasyonalize edilmeye çalışılmıştır. Bu hali bile bir Zaytung metnini andırmaktaysa, müsebbibi bu satırların yazarı olmasa gerektir. Her neyse bu analizin kimi yan çıktıları da bulunuyor. Örneğin Ahmet Şık henüz yayımlanmamış çalışmasının İmamın Orduları şeklindeki başlığını İmamın Sosyologları olarak değiştirebilir. Tabii önce, entelektüel kapasitesini kitap adı komiserliği sınırlarına çeken Etyen Mahçupyan’a danışmak şartıyla.
Gelelim bu analize içeriden yöneltilebilecek en temel eleştiriye. O da şu: Tamam, ilgili birimlerin yöntem bilgileri iyi; lakin bu bilgiyi akademik çalışmalarda değil de mesleklerinde kullandıklarında, kartopu örneklemi ‘cadı avına’, hermeneutik analiz de ‘engizisyon’ sorgularına dönüşmez mi? Bu itiraz buradaki analizle çelişmeyeceği gibi güçlendirir de. Zira hermenutik yöntem, evet günümüzün ana akım yaklaşımıdır, ancak, köken olarak Ortaçağ kiliselerinde yaygın olarak kullanılmıştır; hem kutsal metin tefsirlerinde hem de engizisyon pratiklerinde. Üstelik ilgili birimlerin teolojik dünyaları düşünüldüğünde, bu itiraz bize sadece akademik bilgiden mesleki pratiğe geçişin neden bu denli kolay ve sorusuz olduğunu da gösterir. Fazlasını değil.