12 Eylül darbesinden sonra en önemli demokrasi kurumlarından birisi olarak kurulup mücadele sahnesine çıkan Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK) kongreye hazırlanıyor. Kamu emekçilerine neredeyse kölelik koşullarında çalışmanın dayatıldığı, yasalarda yazılı haklarının kullanımının dahi idarecilerin inisiyatifinde olduğu bir dönemde, değişik işkollarında memurların sendikalar şeklinde örgütlenip, önce Kamu Çalışanları Sendikaları Platformu olarak (KÇSP) ortak hareket edip daha […]
12 Eylül darbesinden sonra en önemli demokrasi kurumlarından birisi olarak kurulup mücadele sahnesine çıkan Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK) kongreye hazırlanıyor.
Kamu emekçilerine neredeyse kölelik koşullarında çalışmanın dayatıldığı, yasalarda yazılı haklarının kullanımının dahi idarecilerin inisiyatifinde olduğu bir dönemde, değişik işkollarında memurların sendikalar şeklinde örgütlenip, önce Kamu Çalışanları Sendikaları Platformu olarak (KÇSP) ortak hareket edip daha sonrada konfederasyonlaşmaya gittiği önemli bir örgütlenmedir.
KESK tarihsel olarak bakıldığında oldukça önemli süreçlerden geçmiş, örgütlenmesi pek çok karşı duruşla engellenmeye çalışılmış, büyük zorluklarla karşılaşmış bir mücadele örgütü. Önceleri “memurların da sendikalar şeklinde örgütlenebileceği” iddiası ile ortaya çıkıp, mücadeleye başlandığına “memurun sendikası olmaz”, “devlete karşı mı örgütlenilecek” itirazları öncelikle “memurlar” arasından yükselmiş, dizi dizi yazılar yayımlanmıştır. Memur sendikaları uzun süre var oluş mücadelesi vermiş, “yasanız yok”, “yasadışı örgütler” suçlamaları ile uğraşmış ve hatta kamu emekçilerinin sorunlarını tartışma zemini kurmadan-kuramadan önce kamu emekçilerinin de örgütlenebileceğini anlatmaya ayırmıştır enerjisini ve zamanını.
Bu süreçte, KESK çok önemli mücadeleler vermiş, demokrasiyi ete kemiğe büründürmek için çok büyük direnişler örgütlemiş bir örgüt. Ülkede kamu emekçileri mücadelesine dikkat çekmek, kamu emekçilerinin yaşadığı sıkıntılara dikkat çekmek ve kamuoyu oluşturmak için akıllardan silinmeyecek eylemler yapmış, ağır bedeller ödemiştir. Ülkemizde ilk defa Emek Platformu’nun oluşumuna önderlik etmiş, bilim insanları ile “emek için bütçe” hazırlamış, bu uğurda direnişler örgütlemiştir. Zaman zaman kitleleri ile sokaklarda tazyikli suya maruz kalmış, biber gazı sıkılarak dağıtılabilmiş, zaman zaman yöneticileri sudan gerekçelerle gözaltına alınmış, merkezi eylemlere giderken kazada arkadaşlarını kaybetmenin hüznü-hırçınlığı ile girilmiş alanlara, daha bir kararlı haykırmıştır taleplerini. Örgütünü evi saymış, örgütünü kendine kalkan yapmış üyeleri ile tarihte azımsanmayacak bir yer edinmiş mücadele örgütüdür KESK.
Kamu emekçileri mücadelesinde önemli bir yere sahip olan KESK’in önemli bileşenlerinden birisi ve motor gücü Eğitim Sen’dir. Zira uzun süre gerek merkezi düzeyde bakanlıkta ve gerekse taşrada yerel idareciler, eğitimle ilgili bir karar alırken, eğitim çalışanları ile ilgili karalar alırken “Eğitim Sen” örgütünün tepkisinin ne olacağı düşünülmüş, Eğitim Sen’in tepkisinden kaygı duyulmuştur.
KESK ve Eğitim Sen uzun süre hem nicelik olarak ve hem de nitelik olarak kamu emekçileri örgütlenmesinde önde yer almış, lider konumunu yürütmüştür. Bugün ise nitelik farkını pratikte ortaya koymak zor olmakta, sayısal olaraksa zaten en son sıradadır.
İşte böyle bir örgüttür KESK; yukarıda kısaca ve çok genel hatları ile tarihinden söz ettiğimiz KESK örgütü, düşünülmedik bir nedenle ve ilk kez olağan kongresine altı ay kalara olağanüstü kongreye gitti ve bu kongre sonrasında olağan kongresine hazırlık yapıyor.
KESK mücadele sürecinde zaman zaman ciddi geri düşmeler, üye kayıpları yaşamış, öngörüsüz davranışlarına bağlı olarak, gerilemelere sebep olan yöneticiler bu gerilemelerde kaynaklı olarak olağanüstü kongreyi düşünmemiş ama, mücadeleden düşmüş olan KESK’te şu aralar mücadeleden başka bir şey tartışılmaktadır, neden sonuç değerlendirmesi yapmadan.
KESK örgütü bugüne kadar kongre süreçlerinde, hem kendi içerisinde ve hem de toplumda hareketlenmelere olanak sağlardı, olağan eylemleri olağanüstü bir performansla yükselir, toplumun tüm kesimlerinin dikkatlerini üzerine çekerdi, ancak bu kongreye bir sessizlik, bir içe kapanmışlıkla gidiyor. Öyle ki nerede ise bütçe eylemleri gelenekselleşmiş olan KESK bu dönemde bütçenin mecliste görüşüldüğü süreçte bile sessizliğini bozmadı-bozamadı. Cılız seslerin dışında alışık olduğumuz eylemleri ile çıkmadı toplumun önüne, tamamen içe kapanmış durumda hazırlanıyor kongresine, daha çok iç tartışmalarla ilerleyen bir kongre süreci görülüyor.
Peki neden böyle oldu?
KESK örgütünün yukarda çok genel olarak anımsatmaya çalıştığımız mücadele tarihine baktığımız zaman, bu mücadelelerin tesadüfen olmadığını, kendiliğinden gelişen bir süreç olmadığını ayrıca bir çabaya gerek kalmadan görebiliriz. Öncelikle KESK bir ilkeler bütünü olarak ortaya çıkmış, mücadele kararlarını kitleleri ile alan ve önemli eylem kararları öncesinde sendika merkez yöneticilerinin il il tüm ülkeyi dolaşıp, kitlenin nabzını tuttuğu, kitleyi eyleme hazırladığı, ve eylem kararlarını kitlelerle aldığı, kararlı, sapmayan-yalpalamayan bir örgüt görürüz. Bu dönemde KESK’te yönetici olmak ateşten gömlek giymek gibidir, yöneticiler aile bütünlüğünü zorlayarak yöneticilik yapmıştır, yorucu bir iştir.
İşte bu dönemde KESK de diridir, toplumun tüm kesimlerinin dikkatleri üzerindedir, beklentileri vardır KESK’ten, “bir şeyler yapılacaksa KESK yapacaktır”. Ancak geldiğimiz noktada KESK artık umut var eden, umudu sıçratan örgüt görüntüsünü verememektedir. Acaba bu durum neden böyle oldu?
Yukarıda KESK in bir ilkeler bütünü olduğunu belirttik, bu ilkeler esasen KESK’i KESK yapan ilkelerdir. Nedir bu ilkeler?
Öncelikle KESK, baktığımız zaman doğasına uygun olarak, hem kendi içerisinde hem ülke yönetiminde bir demokrasi örgütü, katılımcılığı savunan bir örgüttür. (KESK tüzüğü madde 4-5). Tüm önemli kararlarını azami düzeyde kitlelerinin katılımı ile almayı öngörmekte ve sağlamaya çalışmaktadı. Bu nedenle işyeri temsilciler kurulları ve işyeri toplantıları prensiptir.
KESK idari atamalarda işyerinde çalışanların seçimi ile idari oluşumu savunan bir örgüttür. Her türlü atama ve özlük haklarının korunmasında adalet-hukuk prensibi ile hareket edilmesini savunan bir örgüttür.
Tüm vatandaşlar için parasız, bilimsel demokratik eğitimi savunmakta, tüm vatandaşlar için parasız sağlık hizmetini savunmaktadır. KESK tüm kamu hizmetlerinin halka parasız ulaşması gerektiğini savunmakta ve bu yönde öncelikle üyelerini bilgilendirmekte, etkinlikleri ile kamuoyunda bu konuda bilgilendirmekte-etkilemekte olan bir örgüttür.
Ülkede her türden demokrasi karşıtı girişim KESK in tepkisi ile karşılaşmakta, bu tepkiler pasif-edilgin değil, aktif kitlesel tepkiler şeklinde olmaktadır.
Hukuksuzluğa uğrayanların, haksızlığa uğrayanların, adalet arama-yardım bulma kapısıdır KESK.
Yukarıda kısaca ve genel olarak hatırlamaya-hatırlatmaya çalıştığımız bu ilkeler KESK içerisinde kitlelerle paylaşıldığı dönemde, KESK örgüt olarak diri, mücadeleci olduğunu görüyoruz. 14 Mart eylemleri, Ankara yürüyüşleri vb. bu dönemlerde örgütleniş, kitleler soğuğa-kışa- zora rağmen bu dönemlerde mücadeleyi yükseltmiştir. Bu dönemde KESK heyecan yaratmıştır.
Peki, KESK bu ilkelerinden vazgeçti mi? Yazılı belgelerinin hiçbirisinde bu ilkelerden vazgeçtiği yönünde bir düzenleme yok. Elbette KESK bu ilkelerini koruyor, zaten üyelerinin büyük kısmını bu durum üye olarak tutuyor, umut oluşturuyor. Ancak fiili durum farklı.
Maalesef fiili durum tartışmalıdır, zira bu ilkeler sendika içerisinde ete kemiğe bürünemiyor, üyeler arasında ciddi olarak tartışılmıyor-bilinmiyor.
Birkaç örnek verecek olursak;
KESK katılımcılığı savunan bir örgüttür demiştik, bunun yürümediğini görüyoruz.
Önemli bileşenlerinden birisi olan Eğitim Sen şu günlerde olağan kongre sürecine girmiştir. Tüzük gereği işyerlerinde “kongre” yapmaktadır, ancak bu hiçbir yerde işlememektedir.
Sendikalarda var olan “sendikal dinamikler” kendilerini “sınıfın temsilcisi” “sınıfın sözcüsü” ilan etmiş, kitlelerle birleşmek, sendikal görüşlerini- mücadele anlayışlarını kitlelerle paylaşmak yerine, buyruklarına uyulmasını ummuşlardır.
Üyelerin zorlaması ile birkaç okulda kongreye benzer bir durum yaşanmışsa da, okullarda kongreler sadece “delegelerin” ve “işyeri temsilcileri”nin seçimi ile sınırlıdır. Öyle ki bu durumda üyelerin adaylık başvuru sürecinde salonda bulunmadığı ve kendisini mülk sahibi sayan bazı “grup” temsilcilerinin onları aday olarak listeye yazdıkları görülmüş, üyeler işyerinde kimlerin delege olacağına karar veremeyecek kadar iradesiz sayılarak ceplerine konulan listelere oy vermeleri sağlanmıştır. Bazı üyeler “aday gösterme” listelerinde adlarını gördüklerinde öncelikle şaşırarak karşılamışlardır.
Bu durum öğretmenlerden beklenen asgari niteliklere aykırı olduğu gibi, esasen öğretmenlik mesleğine yönelik de saygısızlık ve değersizleştirmedir. Zira “Beden, zihin, ahlak, ruh ve duygu bakımlarından dengeli ve sağlıklı şekilde gelişmiş bir kişiliğe ve karaktere, hür ve bilimsel düşünme gücüne, geniş bir dünya görüşüne sahip …” bireyler yetiştirmesi beklenen öğretmenler ancak bu nitelikleri kendilerinde barındırırlarsa öğrencilere de kazandırabilirler.
Bu güne kadar kimlere “oy” vereceği cebine konulan “en iyi aday” listeleri ile tembihlenmiş üyeler-delegeler tarafından nasıl bir irade tecelli ettiği ve bundan sonrada ettirileceği tecrübeyle sabittir. Ortada nasıl mücadele edileceğine dair tek kelimelik bir açıklama yoktur.
Seçim sonrasında oluşan işyeri temsilcileri, işyerlerinde toplantı yapıp üyelerin iradesini yansıtmak yerine, merkezden alınmış “eylem” kararlarını üyelere dikte eder-duyurur konuma gelmiştir. Kitlelere ihtiyaçlar sorulmamış, nedenler açıklanmamıştır.
Ülkemizde yaşanan “anayasa referandumu” sürecinde bütünlüklü bir tavır sergilenememiştir. Referandum sürecine ilişkin yapılmak istenen değişiklikler, emek hareketi için ne getirip ne götüreceğini değerlendirmek, bu durumu geniş kitlelerle tartışmak yerine, toplu görüşme sürecinde KESK genel başkanının “toplu görüşmeyi referandum sonrasına bırakmayı” teklif etmesi ya da Eğitim Sen genel başkanının “ben evet derim, öbürü hayır der, beriki boykot der” diyerek aktif bir tartışmanın gerisinde kalıp tutum almamayı seçmesi, örgütü tutum belirleme yönünde tartışmaya yöneltmemesinin nasıl değerlendirileceği ya da Milli Eğitim Şurası’na boş çantayla gidip “boykot” açıklaması ile şuradan çekilmenin hükümetle olan mesafe açısından nasıl değerlendirilmesi gereği tartışılmamıştır. Daha da kötüsü bütün bunların “işyeri kongrelerinden” başlayan bir süreçle tartışılması, aklın yol bulması ve sendikanın “bundan sonrasına ilişkin yol haritasını” belirlemeye katkısı açısından tartışılması gerekiyordu; ama işyerlerinde kongreler yapılmadı, “seçimler yapıldı”.
Eğitim Sen örgütü, okullarda idarecilerin seçimle belirlenme ilkesini pratikte terk etmiştir. Siyasal iradenin “sınavla idareci seçimi” yapılacağı duyurusuna karşı ilkelerini açıklamak yerine, “idareci sınavına hazırlık kursları” düzenlemiş, idareci atamalarında kendince “önemli” gördüğü işyerlerinin idarecilerinin belirlenmesinde etkili olmaya çalışmıştır. Öyle ki dikkatle bakıldığında atanması için çaba sarf edilen bu idarecilerin sendika içerisinde etkili olan dinamiklerin yakın bulduğu idarecilerdir. Bu durum demokrasi mücadelesi veren Eğitim Sen örgütünün giderek idarenin iradesinden pay almak için çaba sarf ettiği düşüncesine neden olmaktadır.
Tüm kamu hizmetlerinin halka parasız verilmesini savunan KESK ve Eğitim Sen, okullarda para toplanmasını adeta seyreder konuma gelmiştir; öyle ki bu konu kamuoyuna kendiliğinden yansıdığı halde sessiz kalmıştır. En son Yozgat ilimizdeki “aidatını yatırmayan anasınıfı öğrencisi okula alınmadı” haberi sadece bir haber olarak kalmıştır. (Pek çok örnek verilebilir.)
Eğitim kurumlarında VELİ DER’lerin örgütlenmesi için enerji sarf etmek yerine “okul aile birliklerinde” etkili olmaya çalışılmış, okullarda para toplamayı red eden öğretmenler idarecilerce “okulda işleri aksatan öğretmen” muamelesi görürken, yalnız bırakılmıştır.
Milli Eğitim Bakanlığı müfredat programlarını değiştirirken, programın özünü-felsefesini-hedeflerini irdelemek yerine kitaplardaki imla hataları ile uğraşılmıştır. Milli Eğitim Şurasına katılan Eğitim Sen Genel Başkanı, orada tartışmalarda ışık tutup, tarihsel görevini yerine getirmek, tarihe not düşmek yerine şuradan çekilmiştir.
KESK genel başkanı kitleleri bilgilendirmeden, eyleme hazırlamadan, Toplu Görüşme masalarını terk etmiş, (Elbette bir yöntemdir, ancak kitleyle karar alıp, kitleyle terk edersen.) sonuca hiçbir etki yapamamıştır. KES’teki bu yalpalamaya neden olan anlayış, anayasa değişikliğine dair referandum sürecinde de ne anlama geldiği belirsiz ve utangaç evet olarak anladığımız “yetmez ama evet” yalpalaması da bu sürecin bir parçasıdır.
İlimizde Abbas Güçlü, genel başkanla birlikte güya “eğitimin sorunları” konulu panele katılmış ve Eğitim Sen tarafından organize edilen seminerde “parasız eğitim” talebini kıyasıya eleştirmiştir.
Üniversitelerde her türden demokratik çıkış acımasızca eleştirilip, toplum önünde linç edilirken (ODTÜ ve İstanbul üniversitesinde yaşananlar ibret vericidir.) KESK kendi iş kolundaki bu gelişmelere seyirci kalmıştır.
Yukarıda hemen akla gelen birkaç örneğe yer verdik. Bu gelişmeler maalesef KESK içerisinden bir grubun ayrılarak başka bir örgüt kurmasına (KAMU İŞ) yol açmış, geri kalanlarda zaman içerisinde ilkelere yönelik duyarlılığını yitirmiştir-yitirmektedir.
Bu dönemde örgütten ayrılanların durumu- nedenleri ciddi olarak incelenmek, nedenleri ortadan kaldırmak için arayışa girmek yerine, suçlanmış, sırt dönülmüştür. Ancak bugün KESK’ten ayrılarak oluşmuş olan Eğitim İş sendikasının üye sayısı yirmi binleri aşmıştır.
Peki neler yapılmalı? Çözüm için ilk adımlar neler olabilir?
Yazımızın başlarında, kongreye gitmekte olan KESK’ in tarihsel durumu ile, içinde bulunduğu süreci ve bu süreçteki çelişkileri anımsatmaya- anımsamaya çalıştık. Bu gün gelinen aşamaya baktığımız zaman KESK’e ve özelliklede KESK in ortaya çıktığı, KESK’ i ortaya çıkaran ilkelere ne kadar ihtiyaç olduğu görülmektedir.
Zira KESK örgütünün ortaya çıktığı durumla yaşanılan durumu kıyasladığımız zaman, ülkedeki durumun daha da vahim ve mücadelenin yükseltilmesi gereği ortadadır. Çıkmakta olan yasaları, yapılan yasa hazırlıklarını anlamaya çalıştığımızda, gerek çalışanların özlük hakları ve gerekse halkın cumhuriyet tarihi süresince ve cumhuriyetin sağladığı kazanımların giderek kısıtlandığı-kısıtlanacağı görülmektedir.
Okullarda laik eğitim anlayışına yönelik müdahale örneklerinin hızla çoğalması, para toplama konusunda devlet okulları özel okullarla rekabet halinde olması, okullarda “haremlik-selamlık” uygulamaları, çalışanların özlük haklarının sürekli sınırland
ırılması vb. bakıldığında esasen yeni bir şekle, yeni bir toplum modeline gidiş olduğu ve müfredat programındaki değişikliklerle bu hedeflenen toplumun biçiminin belirlemeye çalışıldığı görülmektedir.
Bu durumda kongre sürecinin iç çekişmelerden çıkarılıp, gerçek bir sendikal mücadelenin örgütleneceği sürece evirmek mümkündür. Bunun için yapılacaklara-yapılması gerekenlere dair değerlendirmelerimiz şunlardır.
İlimizde Eğitim Sen içerisinde faaliyet gösteren bazı sendikal anlayışların, yönetimi kurma ve mücadeleyi örmek için etkinlikler yaptıkları bilinmektedir, bu durum elbette ki doğal ve zorunludur. Bununla beraber böyle bir çaba içerisinde olanlar, yönetimleri oluştururken aritmetik işlemlerle, yönetimde yer alacakların sayıları üzerinden değil ciddi bir mücadele programı düzenleyerek ilan etmeleri, hem sendika kongreleri sürecinde sağlıklı tartışmalara olanak sunacak, hem de ilkesiz tartışmaları önleyecektir. (Maalesef işyeri kongreleri için bu fırsat kaçırılmıştır.) Aksi takdirde yapılan çalışmalar, grupsal var oluş ve yöneticilerin sosyal doyum aracı olmaktan ileri gidemeyecektir. Ayrıca bu süreçte sendika içerisinde yine tatsız, değersiz, “sen-ben” , “şucu-bucu” tartışmaları devam edecektir.
Bunun İçin
•İlke olarak sendika sürecine ilişkin samimi özeleştiri yapılmalıdır, KESK içinde bulunduğu sürece kendiliğinden gelmemiştir.
•Sendika içerisinde kendi başına oy kullanma becerisini elde edememiş-ettirilmemiş, sendika kültüründen, sendikada etkinlik yürüten, mücadeleye önderlik etmek isteyenlerin kimler olduğundan habersiz üyelerin-delegelerin ellerine verilen listelerle “sayı hesabı” üzerinden kurulacak yönetimler örgütü ileriye taşıyamazlar. Bu durum bireye olduğu gibi mesleğe yönelik saygısızlıktır. İşyerlerinde bu saygısızlık yarışa yapılmıştır.
•Sendika yöneticileri sendikada “abi” rolünden vazgeçmeli, KESK içerisinde mücadelenin komutanları değil, mücadele için, özlük hakları ve demokratik yaşama dair, gelmekte olan tehlikeleri öngörebilen, kitleleri vaktinde uyaran, bilgilendiren, irade oluşturan ve bu iradeyle hareket eden bir yapı oluşturulmalıdır.
•Bugüne kadar unutulmuş-unutturulmuş olan ve KESK i KESK yapan ilkeler açığa çıkarılmalı, irdelenmeli bu ilkelerle hareket edilmelidir
•KESK için KESK mücadelesi için en önemli dayanak, işyeri örgütlülüğüdür, bu örgütlülük içerisinde İşyeri Temsilciler Kurulu gerçek kimliğine kavuşturulmalıdır. İşyerlerinden düzenli toplantılar ve raporlar istenmelidir. Sendikada komisyon çalışmaları, eğitim ve örgütlenme faaliyetleri düzene konmalı ve süreç iyi işletilmelidir.
•Ülkede özellikle konfederasyona bağlı örgütlerin işkollarında görülen antidemokratik uygulamalara anında tepki gösterilmeli, bu tepki tüm ülkede kamuoyu etkileşimine açılmalıdır.
Yoksa “inadına KESK” vb sloganlarla insanları örgütte uzun süre tutmak mümkün olmayacaktır. İnsanlar insanca yaşama taleplerine yardım edecek başka kurumlar-örgütler arayışına düşürülmemelidir.
Saim Erdoğan – Çorum Eğitim-Sen üyesi