Muhalefet üretmek diyorlar (manufacturing the dissent), doğrusu muhalefet yontmak olmalı, (shaping the dissent); kastedilen yeni bir muhalefet üretmek değil, aksine var olan muhalefeti, kendi finanse ettikleri sivil toplum örgütleri, insan hakları örgütleri, basın vb. ile yontup şekillendirerek emperyalizmin kuyruğuna takmak. Özgürlük, demokrasi ve ekmek için ayaklanmış milyonların isyanını, emperyalizmin iktidarını pekiştirmek için ve faşizmi daha […]
Muhalefet üretmek diyorlar (manufacturing the dissent), doğrusu muhalefet yontmak olmalı, (shaping the dissent); kastedilen yeni bir muhalefet üretmek değil, aksine var olan muhalefeti, kendi finanse ettikleri sivil toplum örgütleri, insan hakları örgütleri, basın vb. ile yontup şekillendirerek emperyalizmin kuyruğuna takmak. Özgürlük, demokrasi ve ekmek için ayaklanmış milyonların isyanını, emperyalizmin iktidarını pekiştirmek için ve faşizmi daha da kurumsallaştırmak için kullanmak. Son 30 yılda ABD tarafından gerçekleştirilmiş en başarılı muhalefet yontma operasyonu Tunus ve Mısır’da gerçekleştirilmiş durumda.
ABD emperyalizmi Mısır’da içsel bir olgudur, yani ABD Mısır Devleti’nin en egemen unsurudur. Mübarek bir diktatördür ama Mübarek’in efendisi ABD emperyalizmidir. ABD emperyalizmi Tunus’taki ayaklanmanın tetiklediği Mısır emekçilerinin isyanını (bu isyanın en önemli hedefi emperyalizmden kaynaklanan neoliberal iktisadi politikalar ve Mübarek faşizmidir) kendi kontrolü altına almayı ve Mübarek ailesini feda ederek kendi iktidarını daha da sağlamlaştırmayı başardı. ABD bunu ”muhalefet üretme politikaları” ile başardı. ABD emperyalizmi (sadece ABD emperyalizmi değil Japonya ve Avrupalı emperyalist devletler de) kendi çıkarlarını korumak için yalnızca gerici, faşist, anti-demokratik devletleri desteklemekle yetinmiyorlar, aynı zamanda, bu gerici faşist devletlere karşı güçlü halk isyanlarının ortaya çıkması olasılığına karşı muhalefete de ”yatırım” yapıyorlar. Gelecek isyanların kontrolünü ele geçirebilmek için bugünden muhalefete yatırım yapıyorlar. Bu olay Mısır’da nasıl oldu, gelin detaylıca görelim.
İran’dan çıkan ders
ABD emperyalizminin İran devriminden çıkardığı en önemli derslerden birisi, Şah faşizminin genel ve spontane bir halk ayaklanması ile yıkıldığı noktada, kendi kontrol ettiği bir muhalefet hareketinin olmamasıdır. Şah faşizmi ülkede öyle bir terör estirmişti ki, camiler dışında insanların bir araya gelme şansı kalmamıştı. Bu durum devrim sonrası dincilere iktidar yolunu açtı. Tabii ABD’nin İran üzerindeki kontrolünün kaybolmasına da.
Bunun üzerine ABD emperyalizmi hem dünya çapında, hem de tek tek ülkelerde değişik muhalefet gruplarını değişik yöntemlerle içselleştirerek kendi ”muhalefet organlarını” yaratmaya başladı. Mısır halkının faşizme karşı isyanını ABD’nin yedeğine almasını sağlayan işte bu muhalefet organlarıdır. İçselleştirme, emperyalizmin bu muhalif hareketlerde artık içsel bir olgu haline gelmesi bu muhalif hareketlerin en belirleyici politik öznesi olması anlamına gelir. Muhalefeti içselleştirme çeşitli yöntemlerle olmaktadır. Ya değişik sebeplerle oluşan muhalefet örgütleri (gençlik grupları, insan hakları grupları, liberal dinci, hatta faşist vb) CIA kontrolündeki STÖ’ler aracılığı ile parasal yardımlarla kontrol altına alınmakta ya da bu STÖ’ler aracılığı ile doğrudan ”sivil toplum örgütleri” kurulmaktadır.
Ayaklanma kendiliğinden başladı ama…
Tunus’taki halk ayaklanması Mısır’daki (ve bir dizi Arap ülkesindeki) halk isyanlarını da tetikledi. İsyanlar başlangıçta oldukça spontane idi ve Mısır emekçilerinin faşizme ve onun iktisadi politikalarına tepkiyi gösteriyordu ve nedenleri daha geniş olsa da hedefleri Mübarek faşizmi idi. Eylemlere başlangıçta dinci bir örgütlenme olan (son hali ile AKP tarzı bir dinci) Müslüman Kardeşler de dahil hemen hiçbir önemli burjuva partisi katılmadı. Tüm burjuva partileri ve Mübarek yönetimi halk isyanı karşısında ilk birkaç günü şaşkınlıkla geçirdi. Bazı sivil toplum kuruluşları eylemlere başından itibaren katıldılar. Bunlardan en önemli ikisi, birisi 2008’de Mahalla El Kubra şehrindeki tekstil işçileri ile dayanışma amacı ile kurulan bir gençlik örgütlenmesi olan 6 Nisan Gençlik Hareketi, diğeri ise 2004’te kurulan içinde Nasırcıların, Marksistlerin, laiklerin, İslamcıların, liberallerin yer aldığı Kefaye (Yeter) hareketi.
Hem Kefaye hem de 6 Nisan Gençlik hareketi sol liberal söylemlerde bulunmasına rağmen, ABD devleti ve CIA kurumları ile parasal ve politik ilişkiler içindeler. Örneğin Wikileaks belgelerine göre(1) ABD’nin Kahire elçisi 6 Nisan hareketinin liderlerini daha kurulduğu 2008 yılından beri düzenli olarak görmekte, onlardan muhalefet hareketlerine ilişkin bilgiler almaktadır. Aynı örgüt ABD Dışişleri Bakanlığı’nın düzenlediği Gençlik Hareketleri İttifakı’nın (Alliance of Youth Movements) toplantılarına katılmakta, bir CIA kuruluşu olan Freedom House tarafından eğitilmekte, son isyandan sonra oldukça ünlenen internet sayfaları Allience of Youth Movements tarafından finanse edilmektedir. Bunların demokrasi anlayışı Genç Sivillerin demokrasi anlayışları ile paralellik göstermekte. Mübarek faşizmi ile onun büyük destekçisi ABD emperyalizmi arasındaki ilişkiyi görmezden gelmekte, halkın yoksulluğunun nedeninin emperyalizmin uyguladığı neoliberal ekonomik politikalar olduğu gerçeğinin üzerini örtmekte, bu yüzden tüm taleplerini Mübarek’in gitmesine indirgemektedirler. Bu haliyle bana Türkiye’deki tüm demokrasi sorununu birkaç generalin tutuklanmasına indirgeyen Türkiyeli sol liberalleri hatırlatıyorlar.
ABD yönetimi tarafından finanse edilen, eğitilen tek sivil toplum kuruluşu 6 Nisan Hareketi değil. Yine bir CIA kuruluşu olan Freedom House adlı kuruluşun web sayfasındaki bir habere göre(2) Freedom House bir dizi insan hakları aktivistini eğitmiş, bunlara ABD ve Avrupa’dan yüksek düzeyde sorumlular bulmuş, başta Condoloze Rice olmak üzere birçok üst düzey ABD’li yetkili ile görüşmesini sağlamış, Mısır’a döndüklerinde kullanmak üzere maddi yardım ayarlamıştır.
Kefaya ise Council on Foreign Relations, CATO enstitüsü, CARE gibi kurumların yönetiminde bulunan Peter Ackerman tarafından yönetilen Uluslararası Barışçı Mücadele Merkezi (International Center on Nonviolent Conflict) tarafından desteklenmektedir. Barışçı dediğine bakmayın, adamın yöneticilerinden olduğu Gerek CATO gerekse Council on Foreign Relations, ABD’nin saldırgan politikalarının çizildiği merkezlerdir ve çözümleri de pek barışçı değildir. Bu kurumların üyesi olan Ackerman’ın kurduğu ”pasifist” örgütün asıl amacının, muhalifleri arasında ”savaşma seviş” politikasını yaymak olduğu aşikar.
Polis ve asker, isyanı bastıramayınca
İsyanın ilk iki üç günü, emekçilerin isyanının devlet, emperyalizm ve Mısır egemen sınıfları için ne kadar yıkıcı olabileceğini gösterdi. Mübarek gösterilere vahşilikleri ile ünlü polis kuvvetleri ile cevap verdi ama isyancılar polisleri başta Kahire ve İskenderiye olmak üzere sanayi şehirlerinden sürdü çıkardı. Karakolları bastı, Mübarek’in polis güçleri partisinin genel merkez binasını dahi koruyamadı, isyancılar binayı ateşe verdi. Zengin semtlerinde lüks dükkânlara, otellere, zengin evlerine saldırdı. Hem yoksul hem de zengin semtlerinde güvenlik amacı ile komiteler kurulmaya başlandı. Devrimci bir durum doğuyordu. Sonuç büyük şehirlerin merkezlerinin denetiminin tamamının geçici bir süre isyancıların eline geçmesi oldu. İsyanın büyüklüğü ve yaygınlığı isyanın sadece polisiye ve askeri önlemlerle bastırılmasını imkânsız kılmıştı. ABD açısından, düzeni korumak için bazı siyasi adımlar atılması zorunlu hale gelmişti.
Ordu ile Mübarek arasında bir süredir sorunlar olduğu biliniyordu. Ordu ayaklanmacılara müdahale etmeye çalıştı, bu arada gerek polisle gerek ordu ile ilk birkaç günkü çatışmalarda yüzlerce insan öldü. Genelkurmay Başkanı sorunu tartı
şmak üzere ABD’ye gitti. ABD, Mübarek’in artık gözden çıkarılmasına karar verdi, ama bu Mısır’daki faşist rejim temelinden sarsılmayacak şekilde yapılmalı idi. Clinton demokrasiye istikrarlı bir geçiş çağrısında bulundu. Bunun anlamı Mısır faşizmine dincilerin ve liberal burjuva katmanların da ortak edilmesi ve bunun için de Mübarek’in artık gitmesiydi. Ancak ABD’li liderler bu geçişin yavaş olmasında ısrar ettiler. Yani Mübarek bir günde gitmeyecek ama ordunun kontrolündeki bir süreç sonunda görevden ayrılacaktı
Ordu bu plana Mübarek’i razı etmek ve isyancıların öfkesini yatıştırabilmek için göstericilere ateş açılmayacağını ilan etti. Mübarek’in sadece polis ile bu isyanı bastırması imkânsızdı. Ertesi gün yapılan mitinge 1 milyon civarında kişi katıldı. ABD ile ilişkili muhalefet partileri Muhammed el Baradey liderliğinde ”Ulusal Değişim Komitesi” adı altında bir araya geldiler. Mitinge burjuva parti liderleri dışında Arap Birliği Başkanı Amr Musa da katıldı. Mısır Genelkurmay Başkanı miting alanını bir süre ziyaret ederek göstericilere saldırmama garantisi verdi. Göstericiler ordunun bir demokrasi gücü olduğunu iddia eden sloganlar attılar sevgi gösterilerinde bulundular. Halkın tüm siyasi talepleri sadece Mübarek’in gitmesine indirgenmişti.
ABD isteklerine boyun eğmekten başka çaresinin kalmadığını gören Mübarek, ülkenin en önemli işkencecilerinden ve ordunun adamı İstihbarat şefi Ömer Süleyman’ı devlet başkanı yardımcılığına getirdi. Wikileaks belgelerine göre İsrailli yetkililer Mübarek’in gitmesi durumunda tercihlerinin Ömer Süleyman liderliği altında bir yönetim olduğunu ABD’lilere bildirmişlerdi. Yani Ömer Süleyman yalnızca ordunun değil İsrail ve ABD’nin de seçeneği idi. Mübarek seçimlere kadar iktidarda olacağını ama seçimlerde aday olmayacağını ilan etti. Öyle görünüyor ki Mısır faşizmi Ömer Süleyman liderliğinde yoluna devam edecek, en azından şimdilik. Bu arada 12 Eylül rejimi gibi görünüşte parlamento ve seçimlerin olduğu ancak tüm politik denetimin ordunun elinde olduğu Filipin tarzı yeni bir diktatörlük kurulacak.
ABD’nin operasyonu
Ancak zaten tüm ekonomik ve siyasi talepleri burjuva muhalefet tarafından Mübarek’in gitmesine indirgenmiş olan halk bunu kabul etmedi. Meydanları terk etmedi. Bunun üzerine göstericileri korumaya söz vermiş ordunun gözü önünde sivil giyinmiş polisler, Mübarekçi çeteler, ellerine para tutuşturulan serserilerden oluşturulan güruh Tahir meydanındaki halka saldırtıldı. Birçok gösterici öldürüldü, ama direndiler ve alanı terk etmediler. Bu çatışmalar iki gün sürdü. Halk tarafından yakalanıp orduya teslim edilen faşistler kısa sürede tekrar alana gelip saldırganlara tekrar katılıyordu. Alanda halk faşistlerle çatışırken, alana yakın otellerden BBC’ye demeç veren ve kendisinin insan hakları örgütlerinin koordinatörü olduğunu söyleyen biri, bir yandan “Ordu niye bu güruhun bize saldırmasına izin veriyor” diye sorarken diğer yandan da “belki de en doğru şey” diyordu. “Ordu yönetiminde bir teknokratlar hükümeti kurmak.” ABD’den finanse edilen insan hakları kuruluşlarının demokrasi vizyonu 12 Mart yönetiminin ötesine geçemiyor.
İki gün süren çatışmalardan sonra Mübarek daha fazla taviz vermek zorunda kaldı ve kendi partisinin politbürosundan en yakın adamlarının uzaklaştırılmasını kabul etti. Anlaşmaya göre, yetkilerin çoğu bir işkenceci ve cellat olarak bilinen İstihbarat şefi Ömer Süleyman’a geçmiş durumda. ABD’nin sistemi koruma operasyonu başarıya ulaşmış görünüyor. Durum şimdilik bu minvalde.
Bazı isyancılar hala sokaklarda ve batılı gazetecilere konuşanlar artık orduyu demokrasi güçlerinden saymıyorlar. Faşist saldırıların arkasındaki ordu desteği isyancıların gözünü açmış durumda. Yine de gözleri ve destekleri şu an hükümetle görüşmeleri sürdüren Ulusal Değişim Komitesi ve Baradey’de. Egemenler kendi aralarındaki sorunu çözdükten sonra ilk yapacakları şey sokaktaki isyancı halka saldırmak olacaktır. Ne yazık ki isyancılar bu saldırıyı göğüsleyebilecek örgütsel, ideolojik ve politik güçten yoksunlar.
8 Şubat 2011
dipnotlar:
1- http://www.telegraph.co.uk/news/worldnews/africaandindianocean/egypt/8289698/Egypt-protests-secret-US-document-discloses-support-for-protesters.html
2-http://www.freedomhouse.org/template.cfm?page=66&program=84