Bütün dikkatler Ortadoğu’da. Neden olmasın? Tunus’ta başlayan halk isyanları dalgası, Ben Ali’nin, Mübarek’in, deyim yerindeyse, kafalarını aldı. Dalga, Cezayir, Yemen, Bahreyn, Ürdün yönetimlerini sarsarak yoluna devam ediyor, Suriye ve İran sahillerine ulaşıyor. ABD ve Batı medyası mest olmuş durumda, kendini kutlama ‘tripleri’nde geziniyor: Ortadoğu demokratikleşiyor… Hatta bu triplerde iyice yüksekten uçmaya başlayanlar, adeta bir psychodelic […]
Bütün dikkatler Ortadoğu’da. Neden olmasın? Tunus’ta başlayan halk isyanları dalgası, Ben Ali’nin, Mübarek’in, deyim yerindeyse, kafalarını aldı. Dalga, Cezayir, Yemen, Bahreyn, Ürdün yönetimlerini sarsarak yoluna devam ediyor, Suriye ve İran sahillerine ulaşıyor. ABD ve Batı medyası mest olmuş durumda, kendini kutlama ‘tripleri’nde geziniyor: Ortadoğu demokratikleşiyor… Hatta bu triplerde iyice yüksekten uçmaya başlayanlar, adeta bir psychodelic trans içinde “Bush, Arap halkı da demokratikleşebilir derken haklı değil miydi, ABD zaten yüzyıldır demokrasi özgürlük yaymaya çalışmıyor mu?” sayıklamalarıyla ve yüzlerinde aptalca tebessümlerle dolaşıyorlar. Bu sayıklamalar arasında zaman zaman cılız bir sesin “Türkiye örnek oluşturuyor” demeye çalıştığı da dikkat çekiyor.
Bu ekstazinin, psychodelic neşenin arkasına bir fantezi daha var: Bunlar başka türlü, bak gençlik ve teknoloji devrimleri… Bu fantezi iki boyutlu. Birinci boyutu, mezarlıktan geçerken ıslık çalmayı anımsatıyor: ‘Egemen Yapı’ bu kanaat üreticileri yoluyla kendini rahatlatmaya çalışıyor: Bak, kapitalizmin yapısal krizinin en görülür olduğu dönemden geçiyoruz ama ortada proletarya yok! Gençlik var! Böylece Marks’ın analizlerinin yanlışlığı bilmem kaç milyonuncu kez yeniden kanıtlanmış oluyor; hem de, tam da Marks’ın öngörülerini anlatan ders kitaplarında örnek olarak kullanılabilecek görüntüler sergileyerek ilerleyen bir krizin içinde.
Bu fantezinin ikinci boyutu ‘umutla’, yeni ve canlı bir tüketici tabakasına ulaşma umuduyla ilgili. “Gençlik” kapitalizmin 1950’lerden bu yana, tekelci kapitalizmin durgunluk eğilimine (Sweezy, Magdoff) karşı talebi canlı tutacak yollar ararken keşfettiği, ve yeniden tanımladığı (kültürleştirdiği) en önemli olgu. Önce ABD ekonomisinde, işçi sınıfı içinde gençlik kültürü (James Dean, Marlon Brando, Buddy Holly, Elvis, Rock and Roll vb…) olarak başlayan ve Batı’nın Fordizmin mekanlarında yayılan, 1968 sonrasında, artık genç olmayanları da etkilemek üzere “gençlik kültü”ne (genç kalabilirsin, şu ya da bu malı tüketirsen) dönüşen olgu… Böylece kapitalizm her yıl yenilenen bir piyasa elde ederken, yeni kuşakları, daha oluşma aşamasında biçimlendirmek şansını yakalıyordu, hem de 68-73 devrimci dalgasının hızla metalaştırılarak bir “isyancı piyasası”, genç kalma hastaları oluşturmanın hizmetine verilen imajlarının da yardımıyla…
Eskiden “gençlik” yoktu ama…
“Eskiden” gençlik diye ayrı bir sosyal kategori yoktu ama, devrimciler her zaman gençlerden oluşuyordu. Fransız Devrimi başlarken Robespierre ve Danton sırasıyla 31 ve 30 yaşlarındaydı, Robespierre, 7 yıldır devrimci fikirleri savunuyordu. Saint-Juste, devrime katıldığında 22 yaşındaydı. Rus Devrimine gelirsek, Lenin Rusya’da kapitalizmin gelişmesi” başlıklı ünlü kitabını yazmaya başladığında 26 yaşındaydı ve tutukluydu. Yakın çevresine bakalım: Kollantai, Lenin’den iki yaş, Stalin 8, Troçki 9, Kamenev ve Zinoviev 13, Radek 15, Bukharin 18 yaş gençtiler.
Her seferinde de bu “gençler” tarih sahnesini proletarya ile birlikte onun, organik bir parçası olarak paylaştılar. Şimdi de öyle olduğundan benim hiç bir şüphem yok, Tunus, Cezayir ve Mısır deneyimleri de bu inancı destekleyecek çok sayıda veri sunuyor. İngiltere’de gençlik hareketinin de sokağa çıkar çıkmaz tüm çalışanların taleplerini dile getirmeye başlaması da… “Gösteri Toplumu”nun ekranlarını gençlerin imajlarıyla doldurması, proletaryanın varlığını, gençliği proleter karakterini gizlemeye yetmiyor.
Diğer tarafta, devrimcilerin genç olmasında şaşılacak bir şey yok. Topluma yeni girmeye başlayan kuşağın, kendi zamanına, kendi damgasını vurmayı istemesi, özellikle kapitalizmin, sürekli yıkarak ve yeniden yaparak ilerleyen zamanında, son derecede anlaşılır, hatta gerekli bir şey. Bu kendi damgasını vurma isteğinin de, verili değerleri, egemen ideolojinin gerçekle, rejimin adaletle olan ilişkisini sorgulayarak başlamasından ve kendini adaletsizliklerden en çok etkilenen kesimlere yakın görmesinden, bir kurtarma misyonu edinmek, böylece tarihe olumlu bir damga vurmak istemesinden daha doğal ne olabilir?
Fantezinin ikinci, bu devrimlerle yeni ve canlı bir gençlik pazarı elde etme umuduna, bu arada devrimci dinamiği teknolojiye bağlama boyutuna gelince, öyle uzun teorik analizlere girmeye gerek kalmadan hemen şunu söyleyebiliriz. Eğer bu devrimleri teknoloji belirliyor olsaydı, Tunus, Mısır kervanına geçen hafta Suriye’nin de katılması beklenebilirdi. En az Mısır kadar baskıcı bir rejime sahip Suriye’de Twitter, Facebook mesajları insanları, bu sosyal ağ platformlarında, Suriye’de tiranlığa, yolsuzluğa karşı on binlerce ilişki oluşturmayı başardılar ama, insanları sokağa çıkaramadılar. Eyleme geçmeye ve eyleminin sonuçlarına katlanmaya hazır olan kararlı bir kitle yoksa bu “yeni teknoloji” kendi başına bir işe yaramıyor.
Sokaklara dökülen gençlikten, kapitalizmin krizini hafifletecek yeni bir pazar yaratmaya gelince bunun da önünde biri maddi, diğeri psikolojik iki engel var. Birincisi, önce bu gençlerin cebine para koymak gerekiyor. Bunun için de bu gençlere iş bulmak gerekiyor. Bu ülkelerin egemen sınıflarının bu yeni işleri yaratacak kapasitesi yok. Olsaydı belki de bu ayaklanmalar olmazdı. Batı’nın da bu ülkelerde gelişme süreçlerini teşvik ve finanse edecek kaynağı yok. Psikolojik engele gelince, bu devrimler, gençlerin geride bıraktığımız 30 yılın hazların tatminine, (bedenlere ve dile) öncelik veren kimliklerini geride bırakarak, ilkelerine öncelik veren bir yaşamı seçtiklerini gösteriyor. Bu, kimliğini metalara ve ünlülerin imajlarına göre değil “ilkelere göre” kurma arayışının, gençlik içinde yeniden ortaya çıkmaya başlaması demek.
30 yılın sefaleti geride kalırken
Alain Badio’nun geçen yıl bu zamanlarda Le Monde’da yayımlanan “Şimdiki zamanın cesareti” başlıklı bir makalesinde Fransa özelinde işaret ettiği gibi, “şimdiki zaman (present) yönü şaşırtılmış bir zamandır… Gençliğe, özellikle halk sınıflarından gençliğe, varlığına bir yön vermesine yardımcı olacak bir ilke sunamıyor.” Badiou’ya göre, bu yön şaşırtmanın temel özelliği, bir önceki, gerçekten ve doğru biçimde yönlenmiş zamanı anlaşılmaz kılma operasyonudur.” Badiou’nun da işaret ettiği gibi bu operasyon, Fransız devrimini izleyen “Termidor”dan bu yana, geçmişteki tüm reaksiyoner ve gerici dönemlerin ortak özelliğidir.
Bu reaksiyoner operasyon işe, Aydınlanma geleneğinin “yeni toplum ve yeni insan yapılabilir, tarihin yönü değiştirilebilir” ilkesini anlaşılmaz kılan postmodern sofizmle işbirliği yaparak başladı. Böylece bir kez “yeni insanı yaratmak”, “yeni bir toplum kurmak”, kaçınılmaz olarak despotizme yol açan bir “toplum mühendisliği” olarak mahkum edilince, geriye de kar, ticaret yapmaktan, bedensel dürtüleri tatmin etmekten başka bir şey kalmıyordu. Halbuki tam bu sırada sermayenin büyük çaplı bir toplumsal mühendislik projesi, önüne çıkan her, şeyi özellikle de insanların yaşamlarını yıkarak yoluna devam ediyordu. İkinci aşamada gericiliğin, “anlaşılmaz kılma operasyonuna” bu kez, bu yıkımdan kendilerini korumak için “kalpsiz dünyanın kalbine” tutunmaya çalışanların duyarlılıklarını, sofistlerden aldıkları desteklerin de yardımıyla istismar ederek devam etmeye çabalamasına şahit olduk.
‘Şimdiki zamanda’ Türkiye’de de, güncel sofistlerin yaptıkları ve hepimizin ibretle izlediğimiz şey de bir, 1970’lerin yönelimini anlaşılmaz kılma, dönemin devrimci kimliklerini değersizleşt
irme operasyonu değil mi? Sermaye, geçmişi bu sofistlerin sunduğu savları da kullanarak, Siyasal İslam’dan da yaralanmaya çalışarak, anlaşılmaz kılmaya çalışmıyor mu?
Şimdi, gençliğe varlığını yönlendirme konusunda yol gösterecek, ilkeler yeniden ortaya çıkmaya başlıyor. Aynı anda da “bir önceki dönemi” anlaşılmaz kılma çabasının, yanı sıra “şimdiki zamanı” anlaşılmaz kılmaya yönelik bir operasyonun devreye girdiği görülüyor. Bu operasyon, gençliği proletaryadan kopuk hatta karşıtı bir tabaka olarak sunmaya çabalıyor, devrimleri teknolojinin etkilerine indirgiyor.
Böylece, bu operasyonla işçi sınıfının içinde şekillenen yeni bir kesimin kendini sınıfın bir parçası olarak anlaması önlenmeye çalışılıyor. Bu, yeni kesim, yapısal kriz döneminde sermaye birikim sürecini, dolaşım hızını, verimliğini arttıracak teknolojileri, değerlenmesine olanak sağlayacak yeni ürünleri bulma çabası içinde ortaya çıkan, yeni iletişim, bilgi işlem teknolojilerinin, bilişim ağlarının kullanımına, üretimin bilişim içeriğinin artmasına paralel şekillenen çalışanlar (işçiler ve kendi emeğini sömürerek yaşayanlar) kesimidir.
“Şimdiki zamanda”, gençlik, bu yeni çalışanlar kesiminin hem en büyük parçasını oluşturuyor, hem de bunların ürettiği mal ve hizmetlerin çok önemli bir kesimini kullanıyor. Operasyon da bunların hem kendi durumlarını anlamalarını, sokağa döküldüklerinde şimdiki zamanın proletaryasının çok etkili bir bölümünü oluşturduklarını anlamalarını engellemeye çabalıyor. Aynı anda bu operasyon, bu yeni kesimlerin “devrimci gençliğin” önce kapitalizmin merkezlerinde, başkaldırmaya başladığı gerçeğinin, başkaldırının arkasındaki etkenlerin evrensel niteliğinin üzerini örtmek için isyanın Ortadoğu’ya “Arap Dünyası’na” (farklı bir dünyaya), baskıcı ve yozlaşmış yönetimler ortamına has bir olgu olduğunu ileri sürüyor.
Anımsarsanız 1997 Asya krizi de, buradaki baskıcı, yozlaşmış dünyanın özgün koşullarına aitti. Arkasından gelen Enron skandalı kapitalizmin Batı’da da yozlaşmış bir şey olduğunu gösterdi. 2007’de patlak veren mali kriz artık hepimizin tek bir kapitalist dünyada yaşadığımızı bir kez daha kanıtladı.
Bu kapitalist dünyanın Batısı geriliyor, yoksullaşıyor ve gençliğine ne bir gelecek ne de varlığını yönlendirmesine olanak verecek ilkeler sunabiliyor. Bu kapitalist dünyanın “doğusunda” sermaye birikim hızı, güç yoğunlaşması artıyor. Ama buradaki kapitalizm de gençliğine, ulusalcılıktan, otoriteye baş eğmenin etiğinden ve patlamakta olan tüketim toplumunun hazlara yönelik vaatlerinden öte ilkeler sunamıyor. Dahası bu yeni tüketim hummasını tatmin etmek için gerekli üretim ve bu üretimin çıktıları tüm gezegenin biyosferini tehdit ediyor, kaynak savaşlarını gündeme getiriyor.
Başka bir dünyanın olabileceğine (komünist hipotez) inanmak ve bunun için çalışma olasılığı “şimdiki zaman”da gençliğe varlığının yönünü, bu dünyada fark yaratan bir iz bırakacak biçimde belirlemesine yardımcı olacak ilkeleri sunuyor.