Ortadoğu’daki bu yeni halk hareketleri neoliberalizmin yol açtığı toplumsal krizin, emperyalizmin genel krizi ve Siyasal İslam’ın krizi ile çakıştığı koşullarda açığa çıkmıştır. Bu yeni hareket geçici bir aşırılık değil yeni bir düzen kurulmadan sönümlenmesi mümkün olmayan bir kaçınılmaz başkaldırı dalgasıdır Örgütsüz ve bir politik stratejiden yoksun kitle hareketleri olarak patlak veren Mısır ve Tunus isyanları, […]
Ortadoğu’daki bu yeni halk hareketleri neoliberalizmin yol açtığı toplumsal krizin, emperyalizmin genel krizi ve Siyasal İslam’ın krizi ile çakıştığı koşullarda açığa çıkmıştır. Bu yeni hareket geçici bir aşırılık değil yeni bir düzen kurulmadan sönümlenmesi mümkün olmayan bir kaçınılmaz başkaldırı dalgasıdır
Örgütsüz ve bir politik stratejiden yoksun kitle hareketleri olarak patlak veren Mısır ve Tunus isyanları, en fazla bir lider değişikliğine yol açıp daha sonra da sönmeye mahkûm apolitik isyanlar mı? Devlet başkanlarıyla özdeşleşmiş emperyalizm işbirlikçisi neoliberal rejimlerin devrilmesi talebiyle harekete geçen kitlelere apolitik demek ne kadar rahatsız ediciyse, devirdiğinin yerine ne koyacağını bilmeyen örgütsüz, stratejisiz, önderliksiz kitlelere politik demek de o kadar yanlış. Öyleyse söz konusu olan, hem politik hem apolitik, daha doğrusu politikleşme sürecinde olan halk hareketleridir. Bu, mevcut halk hareketlerinin ‘öznel’ koşullarına dair gerçekliktir.
Sürecin bir de bu halk hareketlerini yaratan ve gelişkin bir önderliğin olması halinde devrimi olanaklı kılacak olan ‘nesnel’ koşulları var. Yönetilenler eskisi gibi yönetilmek istemiyor, yönetenler eskisi gibi yönetemiyor. Üstelik bu hareketlerin gelip geçici aşırılıklar olmaktan çok, dünyanın kaçınılmaz hale gelmiş yeniden şekillenişinde pay sahibi sınıfsal tepkiler olduğuna dair güçlü olgular var. Bu toplam kriz halini irdeleyerek henüz ölmemiş ama ölmekte olan “eski”nin unsurlarını ortaya çıkardığımızda, henüz doğmamış ama doğmakta olan “yeni”nin nasıl bir şey olduğunu öngörebiliriz.
Neoliberalizmin krizi
Yönetilenleri harekete geçiren şey neoliberal ekonomi politikalarının yol açtığı toplumsal krizdir. Özellikle 2000’li yıllarda hızlı bir özelleştirme ve piyasalaştırma süreci yaşayan Ortadoğu ülkelerinde servet bir avuç azınlığın elinde birikirken ücretler düşmüş, kazanılmış haklar gasp edilmiş, işsizlik oranları genç nüfusta yüzde 40’lara tırmanmıştır. Küresel ekonomik krizin arifesinde 2007-2008’de patlak veren ekmek isyanlarına, özelleştirme karşıtı eylemler, yeni tip bağımsız sendikalar öncülüğünde gelişen yaygın grev ve işçi direnişleri eşlik etmiştir. Küresel ekonomik kriz ise, finansal sermayenin gözdesi Körfez ülkelerini vurmuş, bu ülkelerdeki çöküntü Mısır, Ürdün, Suriye gibi pek çok yoksul Arap ülkesinden gelen göçmen emeğinde tersine bir göçe yol açmıştır. Bu koşullarda gıda ve enerji fiyatlarında süren spekülatif dalgalanmalar yoksulluk kıskacındaki halklar açısından bardağı taşırmıştır. Bu da mevcut isyan dalgasını besleyen toplumsal koşulları yaratmıştır.
Emperyalizmin genel krizi
Yönetenleri eskisi gibi yönetemez hale getiren şey ise, harekete geçen kitlelerin taleplerine yanıt verememenin ötesinde, neoliberal ekonomik düzeni ve askeri dayanaklarıyla ABD liderliğindeki emperyalist sistemin gittikçe derinleşen ve sonu görünmeyen bir kriz içinde olmasıdır. 2008’de patlak veren küresel mali krize hala kalıcı biz çözüm bulamayan emperyalist merkezler, eşitsizliklerin giderilmemesi halinde tüm dünyanın yeni bir toplumsal devrimler çağına sürüklendiğini en yetkili ağızlardan dile getirmekle birlikte, kriz karşısında eşitsizlikleri artıran sermaye yanlısı politikalara sarılmaktadır.
Bu durumda sistem, kendi mezar kazıcılarını yarattığını itiraf etmektedir. Küresel ekonomik krizin ilk safhasında, 2008’in Aralık ayında, IMF, hükümetleri “sokakta şiddetli huzursuzluklar olabilir” diye uyardı: “Malî sistemde küçük seçkin bir kesimin çıkarı yerine herkesin çıkarını gözeten bir yeniden yapılanma olmadıkça dünya çapında ülkelerde şiddet içeren protestolar olabilir.”
Ocak 2009’da, Obama’nın Ulusal İstihbarat Direktörü Dennis Blair, ABD’nin ulusal güvenliğine en büyük tehdidin terörizm olmayıp küresel bir ekonomik kriz olduğunu söylüyordu: “Ekonomik krizler eğer bir ya da iki yıl uzarlarsa rejimleri tehdit eden istikrarsızlık risklerini artırırlar… Ve istikrarsızlık gelişmekte olan pek çok ülkedeki kırılgan kanun ve nizamı gevşetebilir, bu ise tehlikeli bir biçimde uluslararası topluma sıçrayabilir.”
2007’de gelecek 30 yıl içindeki küresel eğilimleri değerlendiren bir İngiliz Savunma Bakanlığı raporu yayınlandı. Raporda şunlar yazılıydı: “Zengin ve yoksullar arasındaki uçurum muhtemelen artacak ve mutlak yoksulluk küresel bir sorun olarak kalacaktır. (…) Bunlar aynı zamanda, salt muhtemelen dinî, anarşist ya da nihilist hareketlerle ilişkili kapitalizm karşıtı fikirlerin yeniden çıkmasına neden olmakla kalmayacak, aynı zamanda popülizmin ve Marksizm’in dirilişine neden olacaktır.”*
Siyasal İslam’ın krizi
Ortadoğu’da sol hareketlerin zayıflığına ve Siyasal İslam’ın gücüne bakılarak mevcut isyan dalgasının Siyasal İslam’ın yelkenini dolduracağı iddia edilse de, burada da Siyasal İslam’ın kendi özgün krizi karşımıza çıkmaktadır. Siyasal İslam, kendini gerek emperyalizmle bütünleşme gerek karşıtlık içinde ifade ettiği bütün ülkelerde kitlelerin özlemlerini karşılayan bir toplum projesi sunmaktan ve sistemin krizini onarmaktan oldukça uzak sonuçlar elde etmiştir.
Bölgede neoliberal politikaların 2007-2011 döneminde yarattığı hareketliliğin bir parçasının da 2009’da İran’ın molla rejimine karşı gelişen isyan olduğu hatırlanmalıdır. Bu isyanın özneleri gençler, kadınlar, işçiler, çözülmekte olan orta sınıflar ve bir zamanlar İran “devrimi”nin dayandığı temel sınıf olan çarşı esnafıdır. Filistin’de 2006’da iktidara gelen (ve sonra El Fetih’in darbesiyle Gazze’ye sıkışan) Hamas ülkeye iç çatışma, toplumsal yaşam üzerinde gerici baskı, karaborsa ve çürümeden başka bir şey getirmemiştir. Lübnan’da iktidarın fiilen en güçlü ortağı olan Hizbullah, alternatif bir toplum projesi sunamamakta, neoliberal politikaları sürdürmekte, bölgeyi emperyalist denetime uygun hale getiren etnik ve dini ayrışmaya dayalı siyaseti beslemektedir.
Sınıf temelli siyaseti reddeden Siyasal İslam; Mısır’da, Ürdün’de, Lübnan’da, İran’da ve Cezayir’de neoliberal politikaları desteklemekte ve buna karşı gelişen yeni işçi hareketlerine ya karşı çıkmakta ya da kayıtsız kalmaktadır. Müslüman Kardeşler 2007’den bu yana postacılık, maliye, tekstil gibi sektörlerde gelişen bağımsız işçi hareketlerine mesafeli durmaktadır. Son halk hareketinde bariz bir biçimde geç ve çekinik kalmaları da, Mısır’da Siyasal İslam’ın sokağa çıkan kitlelerle organik bağ kurmaktan ve onların taleplerini programa dönüştüren bir politik strateji sunmaktan uzak olduğunun göstergeleridir.
Ortadoğu’da 2000’li yıllarda gelişen halk hareketleri bugüne kadarki ezberlere sığmayan bir politikleşme kanalı açmaktadır. Üstelik şu anda karşısında mücadele edilen rejimler de, “laik diktatörlük” diye anılmakla birlikte anayasasında “İslam devleti” yazılı olan ve toplumsal yaşamı İslami kurallara göre düzenleyen İslamcılaşmış rejimlerdir.
Sonuç yerine
Sonuç olarak, Ortadoğu’daki bu yeni halk hareketleri neoliberalizmin yol açtığı toplumsal krizin, emperyalizmin genel krizi ve Siyasal İslam’ın krizi ile çakıştığı koşullarda açığa çıkmıştır. Bu yeni hareket geçici bir aşırılık değil yeni bir düzen kurulmadan sönümlenmesi mümkün olmayan bir kaçınılmaz başkaldırı dalgasıdır.
Sınıfsal dinamiklerin tetiklediği bu hareketler ideolojik, politik ve örgütsel anlamdaki yetersizliklerinden dolayı bir devrimle sonuçlanmaktan henüz uzaktır. Yine de, kısa vadede yönetim değişikliğine yol açması beklenen bu hareketlerin, yeni bir işbirlikçi neoliberal ve/veya siyasal İslamcı yönetimin kurulmasıyla sistemle bütünleşmesi ve devrimci enerjisini yitirmesi de mümkün değildir.
Bu hareket dalgası kendi politik öznesini yaratana kadar, düzenin bekası için kitlelere kısmi tavizler veren yeni yönetimler kurulacak, Siyasal İslam gibi kitleleri sistemle bütünleştirme yeteneği kuvvetli akımlar büyük olasılıkla bu yönetimlerin kuruluşunda aktif ya da pasif rol alacak, zaman zaman sokaklar terk edilecektir. Ancak bu geri çekilmeler geçici olacak, halk hareketi her defasında kendisini karşıtı karşısında sınayarak devrimci politik özneyi yaratacaktır.