Tayyip Erdoğan, “baba ocağı”na kesin dönüş yaptı. En azından seçimlere kadar orada kalacak. Yolunu şaşırmadı, geçerken uğramadı. Bilerek, isteyerek, planlayarak milliyetçi-muhafazakar dediği siyasal çizgiye ve onun seçmen kitlesine sarıldı. Çünkü artık planlar gerçek oy sayıları/milletvekili sayıları üzerinden yapılıyor. 3,5 partili parlamentoda çoğunluğu kapma savaşı bu. Dönüşün açıklandığı yer de özel seçilmişti; AKP’nin genişletilmiş il başkanları […]
Tayyip Erdoğan, “baba ocağı”na kesin dönüş yaptı. En azından seçimlere kadar orada kalacak. Yolunu şaşırmadı, geçerken uğramadı. Bilerek, isteyerek, planlayarak milliyetçi-muhafazakar dediği siyasal çizgiye ve onun seçmen kitlesine sarıldı. Çünkü artık planlar gerçek oy sayıları/milletvekili sayıları üzerinden yapılıyor. 3,5 partili parlamentoda çoğunluğu kapma savaşı bu.
Dönüşün açıklandığı yer de özel seçilmişti; AKP’nin genişletilmiş il başkanları toplantısı. Ve onlara put kırıcılık, içki düşmanlığı ve tarihi manevi değerler üzerinden siyaset yapmaları emredildi.
Söz konusu olan milliyetçi-muhafazakar kitleden oy almak için pragmatizmin, ikiyüzlülüğün her türlüsü ortaya dökülür. İlk örnek Tayyip Erdoğan’ın “ucube” yakıştırmasından. İnsanlık Anıtı için “yıkılsın” kararını şöyle savunuyor; “Seyyid Hasan el Harakani türbesi ve camisinin kubbesi ile heykelin bulunduğu tepenin yüksekliği adeta eşit. Tarihi eseri gölgeleyecek bir inşaata izin veremezsiniz”. Bu ne tarih sevgisi! Ama bu tarih sevgisi Bergama’daki Allianoi antik kenti kumla örtülürken ya da Hasankeyf sulara gömülürken vandalizme bürünmüştü. R. Tayyip Erdoğan’ın Kars’taki tutumunun gerçek amacı; seçmen kitlesine, AKP’nin, Müslümanların en çok övündüğü put kırıcılığının ve Ermeni düşmanlığının gerçek sahibi olduğunu tekrar hatırlatmaktır.
Benzer bir ikiyüzlülük, “içki” tavrında da sergilenmekte. R. Tayyip Erdoğan, içki satışını yeniden düzenleyen değişikleri savunurken “Anayasa’nın kendilerine çocukları ve gençleri koruma görevi verdiğini” söylüyor. 24 yaşındaki gençleri içkiden koruyan aynı R.T. Erdoğan, 14 yaşındaki kız çocuklarının anne-babalarının iradesi ile evlendirilmesinde, 18 yaşındaki gençlerin silah sahibi olmasında bir sakınca görmüyor.
“Tarihi şahsiyetlerin manevi değerleri” onlar için çok önemliymiş. Neden? Çünkü halkın, kendilerini onlarla özdeşleştirmesini istiyorlar; ikiyüzlülükleri, hukuksuzlukları, halk düşmanı tutumlarını haklı göstermek için yarı-tanrılaştırdıkları o şahsiyetlere ihtiyaçları var.
R. T. Erdoğan ve şürekasının “yenilenmiş” icraatları sadece bunlar değil elbette. Bu dönemdeki en kritik kararlarından biri; “Polisler artık askerlik (vatani görev) yapmayacak”. Polislere askerlik yaptırtmayarak silah gücü olan onbinlerce polisin hem oy desteğini hem de politik desteğini almış durumda. AKP’nin bu kararı almasında dayandırdığı ikna gerekçesi ne? Devletin güvenlik gücüne duyduğu aşırı ihtiyaç. Pekiyi AKP, benzer bir muafiyet kararını başta doktorlar ve öğretmenler olmak üzere diğerleri için niye almıyor? Çünkü onlara devletin ihtiyacı yok, toplumun ihtiyacı var, o da başbakanı ilgilendirmiyor.
R. Tayyip Erdoğan, seçim sürecine ilişkin en “yeni” düşüncesini ise Ukrayna’dan bildirdi; “Düşük baraj ve koalisyon ekonomiyi tehdit eder”. Alın size bir “ileri demokrasi” maddesi daha.
***
ABD’nin Lübnan’da elde etmek istediği üstünlük şimdilik başarılı olamadı. AKP’nin hemen devreye girip, ABD’nin sıkışıklığını giderme hamleleri Hizbullah tarafından boşa çıkarıldı. Görünen o ki “van minut” ile yoksul Müslüman halklar üzerinde yarattığı sahte mertlik ve ABD karşıtlığı görüntüsü siyasette işe yaramıyor. Daha önce İran’ın, Filistin’in reddettiği arabuluculuk bu sefer Hizbullah tarafından reddedildi. AKP, aslında dış siyaseti iç siyasete tahvil etmek dışında bir başarı gösterebilmiş değil.
Tunus: Zincirlerinden başka kaybedecek şeyleri olmayanlar ayağa kalktı. Kuzey Afrika kış mevsiminde halk ayaklanmaları ile ısındı, bu sıcaklık bu sefer kavurucu çöl sıcağı değil, umut yayıyor. AKP’nin etekleri tutuşmuş mudur bilemeyiz ama krizin Tunusu da “teğet geçtiğini” belirtelim. Hatta Türkiye’nin aksine krizden büyüyerek çıkan ender ülkelerden (Bakınız: Boratav). Egemenlerin tüm ayak oyunlarına ve devrimci önderlik sorununa karşın halk snırları zorluyor: “Devrimimizi çalamayacaklar” Tunus Halkının sloganı. Yemen, Mısır, Ürdün, Cezayir. Esinti başladı, fırtınaya dönüşür mü bilemeyiz ama bildiğimiz neoliberalizmin saadet devrinin sonuna gelindiği. Bu dalga liberallerin sandığı gibi ne etnik, dini kimliklerce ne de iletişim ve medya tarafından yayılıyor; neoliberalizmin heryerde halk üzerindeki aynı yıkıcılığıdır yayılmasına neden. Halkın politikaya müdahalesi burjuva siyasetin demokratik normlarını yeniden tesis etmek için olmuyor: o bazen bir işportacının işsizliğe karşı bedenini ateşe vererek yaptığı itiraz, bazen ekmeğe yapılan üç paralık zam oluyor da bir ulaşım zammı, bir sağlıkta ticaret skandalı veya susuz bırakılan bir ev, bir vadi, bir tarla neden olmasın. Sarkozy kendi korkusunu söyledi: “Gıda fiyatlarını şeffaflaştıralım, spekülasyonun önüne geçelim”. Bizdeki et fiyatlarının mimarı ve hayvancılığı öldüren spekülasyonların sahibi Recep Tayyip Erdoğan ve Partidaşları bundan ne mesaj alırlar bilmiyoruz. Yoksa ‘Bizde ılımlı İslam halkı isyanını absorbe eder’ mi diyecekler? Göreceğiz.
***
Torba yasa, köleleştirme ve İşsizlik fonu soygunu. Işçilerden kesilen paralardan oluşan İşsizlik Fonu’nda biriken 45 milyar TL sermayeye aktarılıyor; bu nedenle tüm sermaye kuruluşları Torba Yasayı destekliyorlar (şimdiye kadar işsizlere bu Fon’dan 6 milyar TL kadar ödeme yapılırken, başka alanlara 12 milyar TL aktarıldı). Torba yasa adeta padişah fermanı gibi: “İşsizlik Fonu’ndaki paralar sermayeye teşvik olarak verüleee. Seçim üzeri vergi ve sigorta borçları affıyla oy toplanaaaa”. Torba yasa vahşi kapitalizme geçişin tescili: “Kadrolu ve güvenceli istihdam herkesin dedesinin zamanında kalırken, çocuklarımız kolayca atılan/satılan/kiralanan ‘insan yığını’ halinde piyasalara terk edilecek” (bakınız: sendika.org-N. Kemaloğlu), 29 yaşı aşanlar ise işten atılacak, çünkü sadece 29 yaş altı işçiler için işverenlere teşvik primi verilecek.
Toplumsal muhalefet ise ciddi bir tıkanıklık (konstipasyon) yaşıyor. Son torba yasa gündeme geldiği günden bu yana uzun zaman geçmesine karşın, engelleme iddiası taşıyan bir mücadele programının hala oluşturulamamış olması AKP’yi oldukça rahatlatmaktadır. Türk-İş başkanı ve şurekası kendilerine sağlanan ikballerden dolayı, işçilerin eyleme geçmesini önleyerek AKP’ye diyet borcunu ödemekle meşgul. 12 Eylül faşizminin emek hareketini iğdiş etmek için getirdiği işkolu barajının ve noter şartının kaldırılmasına, en büyük sendika olma olanağını yitirme korkusu taşıyan Türk İş’in itirazını işveren sendikası TİSK de desteklemekte. KESK, DİSK, TTB ve TMMOB’nin omurgasını oluşturduğu ilerici emek örgütleri ise sürece müdahalede oldukça geç kalmış görünmektedir. Herşeye karşın bu örgütlerin irili ufaklı eylemler başlatması yine de bir şanstır. Ilk eylemlere polisin tavrı sert oldu; bu, sürecin sert geçeceğini ve örgütlerin buna göre hazırlık yapmaları gerektiğinin uyarısıdır. Bu eylemleri yasayı engelleyen bir mücadeleye çevirmek için devrimcilerin enerjisine ihtiyaç olduğu ortada. İlerici emek örgütlerinin belirleyecekleri eylem programını, Türk-İş, Hak-İş, Memur-Sen gibi “idüğü belirli” sendikaların da mücadeleye ikna edilmelerine göre belirlemeleri zaman kaybından başka bir anlam taşımayacaktır.
Parlemento içi muhalefetin torba yasa konusunda “gürültü” kopartmaması, Kılıçdaroğlu’nun başka meselelerde yaptığı çıkışları torba yasa konusunda göstermemesi; Umut Oran’lı, Hurşit Güneş’li, Nebil İlseven’li (sonuncusu Doğan Ho
lding Genel Koordinatörlüğünden devşirilme İstanbul İl Başkanı) CHP’nin muhalefet çizgisinin göstergeleridir (ne kadar halkçı olabilirler ki?). İzmir’de 2500 taşeron işçisinin kadroya alınması seçimlere giderken ‘işçici’ bir yanılsama yaratmak için yeterlidir, fazlası sermaye ile ilşkileri bozar. “Buradan kazandığımız oylara sağdan şu kadar, tarikatlardan bu kadar eklersek seçimlerde şöyle bir sonuç elde ederiz” siyaseti CHP’yi sarmış durumda. CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu, siyasallaşmayan tarikatlara saygılı olduklarını söyledi. Kılıçdaroğlu, “Manevi dünya siyasete taşınmasın” dedi. İlahiyatçı yeni parti meclisi üyesi de “Fetullah Gülen bilge bir insandır” dedi. Siyasete bulaşmayan, siyasetten bir şey talep etmeyen tarikat var mı veya 21. yüzyılda tarikatların (yani cemaatlerin) amacı nedir? CHP, kitleleri bir çizgiye çekmekten vazgeçip, her nabza göre şerbet verip, her kesimden aday gösterip oylarını arttırmaya çabalamaktadır. Gürsel Tekin, daha önce de çarşaflı kadınlara rozet takmış, sıkıştırılınca da üye yapmadığını itiraf etmişti. Şimdi de MHP ile koalisyon kurarız lafının ardından AKP ile bile kurabileceğini ima etti. Yani bir yerlere ‘bizim bir siyasi kimliğimiz yok, her kalıba gireriz” mesajı yolluyor. Bu sahte taktiklerin CHP’ye ne kadar ‘başarı’ getireceğini göreceğiz.
AKP, seçim taktiğini sağ oyların tamamını toplama üzerine kurmuş görünüyor. Bunda R.T. Erdoğan’ın devlet başkanı olmaya dönük kişisel hırsınıın etkisinin payı büyük. MHP kurmaylarının açıklama yapmak zorunda kaldıklarına bakılırsa; AKP’nin MHP’li müteahhitlere kamudan ‘ballı’ ihaleler vermesi, işbirliğine yanaşmayanların hakedişlerini gecikitirerek batırmaya çalışması ve MHP’lilere milletvekilliği teklifi (belki de bakanlık) götürerek transfer etmesi etkili olmaya başlamış. (Ramiz Ongun ve Beypazarı Belediye Başkanı gibi). Bunun yanısıra vergi ve sigorta prim borçlarının affı, para karşılığında öğrenci affı gibi taktiklerle oy arttırma ataklarını sürdürüyor.
Solda ise seçim sancıları sürmektedir. Sancının kaynağını seçimden elde edilecek cüzi sonuçların partilerde yol açacağı etkiler oluşturmaktadır. Aslında bu sorun sınıf mücadelesinde yasal partilerin işlevleri, avantajları ve dezavantajları gibi uzun bir süredir gündem olan ve olmaya devam edecek bir tartışmanın konusudur. Ama seçimler 5 ay sonra olacağına göre kısa vadeli cevap da gerekiyor.
Burjuvazi övünç duyduğu icadı ‘temsili demokrasi’yi krize sokarak, popülist hükümetlerin ve politikaların neredeyse tamamen önünü kesti. (seçim barajları, yönetişim uygulamaları, Lübnanlaştırma gibi). Temsili demokrasinin halkın ortak sınıfsal çıkarları tarafından etkilenmesinin önü kesilmeye çalışılıyor. Bunların sonucu olarak kitleselleşme sorununu henüz çözemeyen solun, yasal partileri ve seçimleri merkeze alan politikaları neredeyse baştan akamete uğruyor. Halkın siyasete müdahale kanallarının (sendika, dernek gibi) tamamen tıkanarak, seçmen haline getirildiği bir rejimde sosyalistlerin halkı saflaştırmada seçimleri merkeze almaları başarısızlık başta olmak üzere bir dizi sakıncayı beraberinde getirir. Egemen sınıfların kurallarını ve zeminini belirlediği, burjuva klikleri arası demokrasiye bile tahammül edemeyen bir kapışmayı, onların istediği düzlemde ve herhangi bir kitlesel güce dayanmadan kabul etmek, zayıf kuvvetleri düzenli orduyla savaşa sokmaya benzer.
Solun birliğine yönelik olarak, seçimleri esas almasa da bir ‘blok’, ‘güçbirliği’, ‘cepheleşme’ oluşturmak açısından yol-yöntem önemli olmakla birlikte sağlıklı bir oluşum seçimlerden sonra tartışmaya açılabilir. Seçimlerden önce bu konuda girişilecek bir birliğin, seçimlere başarılı bir müdahalesinin olanaklı görünmemesinin yanı sıra seçimlerin üzerinden atlaması da başka bir hayal kırıklığı veya ‘becerememek’ görüntüsü yaratacaktır. Geriye solun kitlelerle buluşma sorununa da halk hareketi yaratma sorununa da çözüm olabilecek zeminleri seçmesi kalıyor. Parasız eğitim isteyen, sağlık, ulaşım, barınma haklarına sahip çıkan, su kaynaklarının ve çevrenin yağmalanmasına karşı direnen ve farklı siyasal partilerin ‘seçmeni’ durumundaki halkın, talepleri etrafında örgütlenmesi ve politikleştirilmesi meselesi çözülmedikçe, seçim vesilesiyle saflaştırma çabaları istenen sonuçları yaratamayacak; saflaştırmadan çok ayrıştırma sonucunu doğuracaktır. Yapılması gereken, halkın hakları mücadelesini odağına alan ve seçim sürecinde bu mücadeleyi güçlendiren, yagınlaştıran ve kitleselleştiren bir siyaset izlemektir.
Halkın hak mücadeleleri, hem pratik olarak hem de örgütsel olarak olanaklarını üreterek ilerliyor. Halkın Hakları Forumu’nun sonuçlarında da vurgulanan bahar programı seçimleri karşılamak açısından mücadeleye ivme kazandıracaktır. Seçimlerin halkın gündemine etkili bir şekilde sokulacağı açık. Öyleyse halkın seçim gündemiyle oyalanacağı süreyi kısaltacak, gündemlerini doğru bir zeminde kuracak bir dinamizm ortaya konmalıdır. Eğitimden barınmaya, ulaşımdan su ve çevreye, güvencesizlikten, gericiliğe kadar bir dizi sorunla mücadele çağrısının, hak mücadelesi veren ve emekten yana tüm kesimlerin gündemine taşınması ve eylem programına dönüştürülmesi, seçim sonuçlarının kuvvetle muhtemel olumsuz etkilerini hızla ortadan kaldırmanın olanaklarını sunacaktır.
* Aç midelerden doğar nur topu ihtilaller. (Faruk Nafiz)