Devrimci Karargah örgütüne mensup olduğu gerekçesi ile, geçtiğimiz aylarda, gürültülü bir operasyonla gözaltına alınan ve sonrasında tutuklananlardan, SDP Genel Başkanı Rıdvan Turan’ın, 29 Aralık’ta Birgün‘ün internet sitesinde yayınlanan, 12 Aralık’ta kaleme aldığı ve solun, sanıyorum ki her kesiminin ilgi ile okuduğu, “Ortak Görev: Sathı Müdafaa!” başlıklı yazısı; bilmiyorum, bu tespit, şimdilik çok soyut olmakla birlikte, […]
Devrimci Karargah örgütüne mensup olduğu gerekçesi ile, geçtiğimiz aylarda, gürültülü bir operasyonla gözaltına alınan ve sonrasında tutuklananlardan, SDP Genel Başkanı Rıdvan Turan’ın, 29 Aralık’ta Birgün‘ün internet sitesinde yayınlanan, 12 Aralık’ta kaleme aldığı ve solun, sanıyorum ki her kesiminin ilgi ile okuduğu, “Ortak Görev: Sathı Müdafaa!” başlıklı yazısı; bilmiyorum, bu tespit, şimdilik çok soyut olmakla birlikte, somut hale ne zaman bürünür fakat, artık Türkiye solunun da “yeni” bir “dönem”e girdiğinin göstergesi oldu. Bu, elbette ki, birkaç sayfalık bir metnin yarattığı veya yaratabileceği bir durum değil; ancak, yazıya izi düşen zihniyet değişimi, son dönemde gözle görülür bir boyuta ulaşmış halde. Ancak, hızlı yargı bildirimlerinden de uzak durmak gerekiyor elbette, az evvelki tespitin netlik kazanması için, bahsi geçen değişimin, teorik-politik zemine oturtulması ve pratik ve güncel siyasete yansıması gerekir. Her neyse, işin bu kısmını bir yana bırakıp, yazıda önemli gördüğümüz ve de “şaşırtıcı” bulduğumuz noktalar üzerinden, yazarın söylediklerini değerlendirelim.
Yazı, kısa bir süre ara ile, İstanbul ve Ankara’da yaşanan öğrenci olaylarının üzerine yazılmış. Bunlara ve sonrasında, iktidarın tutumuna kısaca değinildikten sonra da, şöyle denmiş: “Bunların tümü taktik hamledir. Strateji ise demokratik öğrenci muhalefetini tasfiye etmek. Bu alanda AKP hegemonyasını tesis etmek. Muhalefeti bölerken, parçalarken üniversiteler alanında AKP’ye eklemlenmiş bir ‘muhalefet’ kurmak.” Burada, bizim de sürekli dile getirdiğimiz, AKP’nin, en azından içeride, her türlü öznesi olduğu “yeni dönem” inşasının, akademiler alanındaki politikalarının, dile getirilişi söz konusu. Rıdvan Turan, bununla da kalmıyor, yazısını, bunun üzerinden, “yeni dönem”in, diğer toplumsal kesimleri nasıl etkilediği konusuna ve AKP’nin, buradaki taktiklerine geliyor: “Nereden mi biliyoruz? Çünkü benzerini daha önce de yaşadık. Kurmakta olduğu yeni statükoya karşı zerre kadar muhalefetin oluşmasını istemeyen AKP, muhalefet alanlarını mümkünse tasfiye etmeye, mümkün değilse de, oralarda kendi hegemonyasını tesis etmeye çalışıyor. AKP’nin Kürt muhalefeti içinde kendi Kürdünü yaratmaya çalışmasının, Alevi muhalefeti içinde kendi Alevisini yaratmaya çalışmasının anlamı budur. Referandum sürecini hatırlayın, başbakanın gözyaşları içinde şehitlerimize atıf yapması bizim cenahtan gelecek üç beş oy için değildi. Sosyalist/sol hareket içinde amaçladıkları kendi solcusunu/sosyalistini yaratma hedefi nedeniyleydi böyle seslenmesi. Sonuçta da bizim gibileri zindanlara doldurarak tasfiye etmek isterken, teşekkür edebileceği sol/sosyalist güçleri oluşturmakta başarılı oldu. Sosyalist hareket içindeki mühendislik faaliyeti, kendi solcusunu yaratarak bir aşamaya ulaştı.” Bu tespitler; yıllardır, sosyalistlerin, küçük de olsa bir bölümünün dile getirdiği, dile getirdiğimiz çözümlemelerin tekrarı olsa da, yineleyelim, kendi adıma, bunları çok çok önemli görüyorum. AKP’yi ve “yeni dönem”i analizde, bundan daha doğru bir hat, çizgi; yoktur zira. AKP, inşasının sonuna yaklaştığı “Tophane Cumhuriyeti”nin tuğlalarını, bugüne dek, bu şekilde üst üste koyabildi. Uygulananlar, söylenenler; tam bir iç savaş stratejisinin parçaları idi. Toplumun bir veya birkaç kesimini, geriye kalanlarla savaştırmak yerine; toplumun her kesiminin içinde bir yarılma yaratarak, kaotik bir şekillenme üzerinden, hedefe yürüme; sekiz yıllık muktedirliğin, son dört yılının en önemli politikası oldu. Ve gelinen noktada, açıkça söyleyelim, AKP, burada muvaffaktır. Gerçekten de, AKP’nin devşirdiği solcular, Aleviler, Kürtler ve bunların teşkil ettiği bir toplumsal kesim vardır ve bu, hızla genişlemekte. Buraya kadar, Turan’ın yazdıklarına katılıyoruz, daha doğrusu, Turan, bizim yıllardır söylediklerimizi, benimser konumda, ve fakat, yazarın, maalesef, henüz bizimle ortaklaşmadığı bir konu daha var ki, o da, tüm bu süreçte, ulusalcı ve Kemalistlerin durumu. Daha açığı Ergenekon bahsi. Bu, birinci sorunsalımız olsun, ve ikinci olarak da, şunu ekleyelim, Rıdvan Turan, bu yazdıklarını, neden iki yıl evvel dile getirmedi?
Burada, kısa bir açıklama eklemek gerekiyor. Yazıda, her ne kadar, Devrimci Karargah’tan tutuklu Rıdvan Turan’ın yazısını referans alıyor isek de, derdimiz, bir devrimci mahpus ile, polemik yürütmek değil; solun bir kısmının, geçmişteki ve bugünkü ahvaline, yaşıyor olduğu değişime, yine devrimci bir perspektifle bakabilmek. Dolayısı ile, muhatap Rıdvan Turan değil, onun ve partisinin bulunduğu yerde duran sol kesimlerdir, dahası, onların siyasal önermelerdir. İkincisi, başlıkta da belirttiğim üzere, buradaki itirazlarım, tespitlerim de, kendi adıma değil; aynı tezlere yaslandığımız sosyalistler adınadır.
Geçmiş yıllardan, aklımızda kalan veya şimdi, haberlere baktığımızda, “ilginç” şeyler görüyoruz. 2008 yılında, AKP’nin, kadın bedeninin en büyük kısıtlayıcısı olan, özgürlük düşmanı türbanı üniversitelere sokmaya çalıştığı süreçte, SDP’li gençleri, başka bazı sol yapılar ve de liberal gençlik oluşumları ile beraber, Boğaziçi Üniversitesi’nde, “türbana özgürlük” eylemlerinde buluyoruz. Aynı sene, SDP’nin adı, içinde her türden gerici kişi ve grupların bulunduğu ve zaten onların organize ettiği, “Darbeye karşı 70 milyon adım!” yürüyüşünde geçiyor. Yine, partili gençler, Bursa’da, Yalçın Küçük’ün katıldığı panelde protesto gösterisi yapıyor ve “darbe karşıtı” sloganlar atıyorlar. Örnekleri çoğaltabiliriz elbet; ancak gerek yok. Ayrıca, bunları, birilerinin devrimci samimiyetini ölçmek için de söylemiyoruz. Fakat, bu tablo, gerçekten, başta da belirttik, “ilginç”tir. Bu “ilginç”lik de, aslına bakarsanız, AKP karşıtı olmayan eylemlerde de bulunan bir partinin, gün gelip devran dönünce, bertaraf edilmesi için, düğmeye basılmış olmasıdır. Herhalde, parti üyesi tutukluların, içeri alındıklarında, akıllarından geçmiş olmalıdır, biz askeri vesayet dediğimiz şeye karşı AKP’nin yanında yer aldık, şimdi ne oldu da, AKP vesayeti bizi ezmeye çalışıyor, diye!
Pekâlâ, bu işin “öz”ü ne, o halde? SDP, nasıl oldu da, Devrimci Karargah’la ilişkili bir örgüt haline getirilip, tutuklanan üst düzey yöneticiler şahsında, AKP’nin hedefi oldu? Dahası da var. SDP, neden, Cemaat’in gazetesi, paçavra yayın Zaman‘da, Karargah üzerinden, Ergenekon ile ilişkilendirildi? Daha kısa bir süre öncesine kadar, bu parti, Ergenekon mevzuunda, AKP’ye destek vermiyor muydu?! Merdan Yanardağ, “Sonuna kadar gidiyorlar işte!” başlıklı yazısında, buna değinmişti. Keza Fatih Yaşlı’nın, “Siyasal Alan Yeniden Dizayn Edilirken” başlıklı, 5 Ekim tarihli yazısı. Orada, Yaşlı, AKP’nin, ülkeyi her şeyiyle yeniden kurması sürecinde, ona, engel teşkil edebilecek her yapının, bir şekilde, tasfiye edilmeye çalışıldığını anlatıyordu: “AKP’nin hem devletin zor aygıtını hem de sahip olduğu ideolojik aygıtları kullanarak siyasal alanın sınırları belirlemesi ve bu alanın dışına taşmaya çalışanları, Ergenekon ya da KCK örneklerinde olduğu gibi kriminalize etmesi. Dolayısıyla kimi siyasal özneler için ‘süreklileşmiş olağanüstü hal rejimi’nin tesis edilmiş olması.” Devrimci Karargah da, buradan ayrı bir yerde durmuyor. Yani Kürtler, Kemalistler ve komünistler; AKP’nin “yeni rejim”inde yeri olmayanlar, olması istenmeyenler, bu üç operasyon ile, siyasal alandan, geri dönüşsüz, çıkartılıyor. Burada, birileri sorabilir: Birbirleri ile de kavgalı olan
bu kesimler, nasıl aynı operasyona tabi tutulabilirler? İşte zaten, konunun en tartışılması gereken yeri de burası. Politik anlamda, her biri, kendine özgü ilericilikler taşıyan bu öznelerin çıkarları, aslında ayrı değil, birdir. Bunun ise, henüz net biçimde anlaşılmadığı aşikârdır. Örneğin, SDP ve benzer yapılar, neden “Deniz Feneri davasının sonuna kadar gidilsin!” demezler de, ulusalcı muhalefetin tasfiyesi olan Ergenekon’la bu denli ilgilenirler?
Evet, yinelemekte fayda var, bu üç davanın nitelik açısından hiçbir farkı yoktur. Ve buradan, “ortak düşman” AKP’dir, formülasyonu, rahatlıkla türetilebilir. Bu, elbette ki, AKP’nin karşısında konumlanan her grupla yan yana gelme çağrısı falan, taşımıyor; fakat, nesne yerine, özne ile uğraşmak, çok daha mantıklı. Doğu Perinçek’i hapiste görmekten mutluluk duyan ve bu sebeple, “Ergenekoncu avcısı” kesilen ve AKP’nin yanına savrulan solcular var, liberallerden bahsetmiyorum, etrafımızda. Yukarıda, sorunsal diye etiketlediğim şey de budur. Ve üzücü ki, Rıdvan Turan, yazısında, hala, buna değinmiyor. Yani, devrimcilerin, Alevilerin, Kürtlerin başına örülen çorabın; Ergenekon mevzuunda, yer teşkil etmediğini düşünüyor. Ancak, iki yıl evvel, bu kadarını bile söylemedikleri düşünülürse, tekrarla, şimdiki durum sevindiricidir. Dikkat edilirse, Turan, muhatabın ve düşmanın AKP olduğunu ısrarla vurguluyor. Eskiden olsaydı örneğin, bu tip bir mağduriyette, hemen, içinde derin devlet, askeri vesayet, Kemalist dikta geçen cümleleri peş peşe sıralarlardı.
Yazısının sonunda, şöyle demiş Rıdvan Turan: “Artık gelinen noktada, hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır ve o satıh bütün sosyalist harekettir.” Bize göre ise, satıh, sadece sosyalist hareket değil, bütünü ile bu memlekettir. Bu toprakların onuru, bereketi, hüznü, isyanı, aşkı, sevgisi, dağı, taşı, denizi, ormanıdır. Ülkenin kuzeyi, güneyi, batısı, doğusudur. Tarihsel ve politik ilericiliğimizdir. Mücadele ve direnişin ilham kaynaklarıdır. Emekçisi, köylüsü, Türk işçisi, Kürt yoksuludur. Ve de biz, buradayız. Ol sebeple, AKP’ye ve temsilcisi olduğu sisteme karşı kavga, savaş; evvela, bunları savunabilmekle başlar. Bunun için de, bugünün koşullarında doğru ve geçerli ideolojik-politik çizginin, bütün solcuların kafasında, berraklaşması gerekir.
alpererdik@mynet.com