KESK’ te Olağanüstü Genel Kurul’un toplanmasına neden olan gelişmeleri yakından izliyor ve bu olumsuz durumdan kamu emekçilerinin mücadele tarihine yakışır bir çıkış yapılıp yapılamayacağını merak ediyordum. 7 Aralık 2010 tarihli Birgün gazetesinde Sayın Yaşar Seyman’ ın yazısını okuyunca sorunun yankıları KESK’i aşmış diye düşündüm. Sayın Seyman KESK’te “taciz olayı” ile ortaya çıkan olumsuzluğun KESK’e bağlı […]
KESK’ te Olağanüstü Genel Kurul’un toplanmasına neden olan gelişmeleri yakından izliyor ve bu olumsuz durumdan kamu emekçilerinin mücadele tarihine yakışır bir çıkış yapılıp yapılamayacağını merak ediyordum.
7 Aralık 2010 tarihli Birgün gazetesinde Sayın Yaşar Seyman’ ın yazısını okuyunca sorunun yankıları KESK’i aşmış diye düşündüm. Sayın Seyman KESK’te “taciz olayı” ile ortaya çıkan olumsuzluğun KESK’e bağlı sendikalarda başkanlık yapan üç kadın sendikacının olağanüstü kongrede KESK MYK’sına seçtirilerek aşılabileceğini düşünmüş ve halen sendikalarda genel başkanlık yapan bu üç kadın sendikacının adını vererek krize kendi cephesinden çözüm önermiş. Bunu bir kadın dayanışması olarak anlayışla karşılamak gerekir belki. Ancak KESK’te yaşanan sorunun/sorunların kaynağının böyle kolay ve kestirme yoldan çözülemeyecek kadar derinlerde olduğunu söylemeliyim. Zira KESK kadın sekreteri de bir kadındır ancak açıklamaları ve duruşu KESK’te ve kadın hareketinde genel bir memnuniyet yaratmamıştır. Yani kadın sendikacıları MYK’ya önermek yetmiyor. Kaldı ki sayın Seyman’ın önerdiği genel başkanlar kadınları değil, esas olarak bağlı oldukları politik grupları temsil etmektedirler. Bu anlamda Sayın Seyman’ın önerisi soruna karşılık düşen bir çözüm olmaktan da uzak bir öneridir.
Sayın Yaşar Seyman’ın bu yazısının ardından 26 Aralık 2010 tarihli Demokratik Emek Meclis toplantısı sonuç bildirisinde de çözüm için sendika başkanlarından oluşan geçici MYK önerisini okuyunca; bu fikrin iyi niyetinden asla kuşku duymadığım sayın Seyman’ın savunduğu bir fikir olmaktan ibaret olmadığını ve KESK içinde de bu fikrin taraftarlarının olduğunu düşündüğümden bu yazıyı yazmak ihtiyacı duydum.
Sendikal harekete az- çok kafa yoran ve bu arada KESK’ i de izleyen herkes bilir ki: KESK’in örgüt modeli ve seçim sistemi ciddi bir temsiliyet krizi yaratmaktadır. Bu seçim sistemi ve örgüt yapısına göre KESK MYK’sı bağlı sendikaları ile üyelerini azami ölçüde temsil etmekten uzaktır. Bu nedenle sendika başkanlarının MYK’da yer alması sendika üyelerinin onayını ve desteğini değil; başkanın bağlı olduğu grubun onayını ve desteğini temsil eder diye düşünüyorum. Çünkü KESK kurulurken örgüt modeli olarak dikey bürokratik -hiyerarşik model seçilmiştir. KESK’te ve bağlı sendikalarda genel olarak yönetimler mevcut duruma ve güçler dengesine dayalı olarak ve değişen ilkesiz ittifaklarla paylaşılır. Aslında demokratik emek meclisinde bulunan arkadaşlar daha önceleri şimdi ileri sürdükleri ‘sendika başkanlarından oluşan MYK’ formülünü hiçbir zaman savunmadılar ve bu öneriyi dillendiren çevreleri de zaman zaman apolitik olmakla suçladılar. Dün karşı çıktıkları modeli bugün “olağanüstü koşullar” gerekçesiyle savunmaları ve çözüm modeli olarak önermeleri kusura bakmasınlar ama Baykal’ın yıllarca blok listeden yana tavır alıp, yönetimdeki inisiyatifi kırılınca tıpkı bu arkadaşlar gibi ve aynı gerekçeyle (yani bugünkü durumun dünden farklı olduğu gerekçesiyle) çarşaf listeyi savunmasını hatırlatıyor ki bu bile KESK’in ne durumda olduğunu ve kimlere benzemeye başladığını göstermeye yeter de artar bile!
Evet bugün KESK üyelerine ve gruplara düşen görev, KESK’te yaşanan sorunu genel olarak gruplarla özdeşleştirmeden çözmek ve en geniş temsiliyet yollarını bularak konfederasyonu olağan kongreye götürecek fiili ve meşru mücadeleyi esas alan bir MYK seçmektir.
KESK MYK’sı ortaya çıkan bu sorunu (neredeyse 8 ay olmuş) kendi meşru organlarında ve zemininde çözemeyerek bir basiretsizlik örneği sergilemiştir. (Feminist kadınların tavrı olmasa belki de bir süre daha bu sorun açığa çıkarılmayacaktı.) Elbette KESK’in karşı karşıya kaldığı bu sorunun kesin ve doğru bir çözüme kavuşturulamamasından tüm MYK üyeleri sorumludur. Sorunu çözemeyerek MYK’dan istifa eden genel başkan ve dış ilişkilerden sorumlu arkadaşın istifaları ise bu basiretsizliği ve öngörüsüzlüğü ortadan kaldırmaya ve onları sorumluluktan kurtarmaya yetmez. Genel başkanın istifası (özellikle Taraf gazetesi ve AKP yanlısı medya tarafından onurlu bir davranış gibi görülse de) sorunların üzerinden atlayarak gerçekleşen bir kaçıştır.
Elbette sendikalarda ve seçimle görevlendirilen her yerde gerektiğinde istifa etmeyi bilmek gerçekten onurlu bir davranıştır. Ancak bu onurlu davranış örgütün sorunları aşmasına, büyümesine atılım yapmasına hizmet eder bir duruma yol açmışsa böyledir. Oysa bu istifalar KESK’in atılım yapması bir yana örgütü tam bir kaotik ortama sokmuştur. Bu nedenle istifa zamansız ve yanlış atılmış bir adımdır.
Oysa kamu emekçilerinin mücadele tarihinde o kadar istifayı gerektiren zamanlar oldu ki. O zamanlar yönetici konumunda olan arkadaşlar ne yazık ki istifa etmek bir yana; ne kadar iyi işler yaptıklarını sağa sola anlatmaktan/yazmaktan geri durmadılar. Hatta o başarısızlıkları görsel ve yazılı dokümanlarla zafer olarak sundular.
17-18 Haziran 1995‘te talepler kabul edilinceye kadar kitleleri Kızılay’dan ayrılmamak üzere Ankara’ya çağırıp belki de emek hareketinin gidişatında sıçrama yaptıracak bir noktaya gelen eylemi bitirerek kitleleri dağıtanlar istifa etmeyi düşünmediler. 4-5 Mart 1998‘de yine Kızılay ‘da ülkede polisin ilk kez kullandığı gaz bombalarına rağmen direnen kamu emekçilerini hayal kırıklığına uğratan ve o büyük eylemi bitirerek kitleleri dağıtan yöneticiler istifayı düşünmediler. (O eylem yıllarca kamu emekçileri hareketinin belgelerinde bir direniş olarak hep yer aldı ancak neden nasıl bitirildiğine değinilmedi bile.)
Toplu görüşmelerde yetkili konfederasyon olarak kamu emekçilerinin önemli bir kısmını temsil eden KESK ve bağlı sendikaların yöneticileri yetkiyi birer birer kaybederken, 2004’te 297 bin 114 olan üye sayısı 2010’da 219 bine düşerken yöneticiler başarısız olduklarını kabul edip istifa etmeyi akıllarından geçirmediler. Kamu emekçilerinin toplu sözleşme yapma hakkının önünde meşru ve yasal bir engel yokken toplu görüşme denilen “orta oyununun figüranı” olanlar yetkiyi kaybedince zikzaklar çizip masayı terk ederken bir şey olmamış gibi davranmaktan geri durmadılar. 12 Eylül 2010 tarihinde yapılan ve tümüyle sermayenin emekçilere saldırısının önündeki engelleri kaldırmayı amaçlayan referandumda “yetmez ama evet” diyerek AKP’ye destek olanlar o günlerde istifayı düşünmediler.
Sadece bu örnekler bile KESK’in sorununun esas olarak ve yalnız mevcut yöneticilerden kaynaklanmadığını, sorunun yapısal olduğunu ortaya koymaya yeter sanırım. 1990’larda kamu emekçilerinin mücadelesinin en önünde yer alan bu arkadaşlarımız özellikle sendika yasası çıktıktan sonra sendikal hareketi fiili-meşru-militan mücadele anlayışından koparıp sendikaları uzlaşmacı-yasalcı bir anlayışla yönettiler ve zaman içinde hızla bürokratik sendikacılar halini aldılar. Yazık!
Aslında KESK’te yaşanan bugünkü çirkinliklerin ve kişisel sorumsuzlukların/yozlaşmanın arkasında; harekete egemen olan genel gerileme, bürokratikleşme ve yabancılaşma zihniyetini aramak gerekir. KESK’i yıllar içinde bürokratik sendikal örgüt haline getiren bu zihniyetten kurtarmanın yolu hareketin baştan aşağı devrimci bir yenilenmesinden geçmektedir. KESK sırtını emekçilerin ve ezilenlerin gücüne, yönünü de AKP eliyle yürütülen sermaye politikaların karşısına çevirmelidir. Bugün AKP eliyle yürütülen neo
liberal politikalar faşizan baskılarla at başı gitmektedir. Torba yasa ve sıradakilerle kamusal alanın bir daha hatırlanmayacak biçimde tasfiyesi amaçlanırken diğer yandan; öğrencilerin parasız eğitim hakkı için yürüttükleri mücadele başta olmak üzere, halkın hak mücadeleleri karşısına AKP’nin polis şiddeti çıkmaktadır.
Referandum sürecinde söylenen ve kimi liberal solcunun da aklını çelen demokratikleşme balonu patlamaya başladı. Kürtlere karşı yürütülen inkârcı ve imhacı politikalar tasfiye saldırıları ile iç içe geçmiş vaziyettedir. Aleviler inanç özgürlüğü talebi karşısında zorla Sünnileştirme ve parçalama politikalarının muhatabı olmaktadırlar. Güvencesiz, sendikasız çalıştırma esas istihdam biçimi olarak planlanıyor ve uygulanıyor. Kamuda kadrolu çalışma yerine sözleşmeli çalışmanın hâkim kılınacağı AKP sözcüleri tarafından açıkça ve pervasızca söyleniyor. İşte bu koşullar altında KESK olağanüstü kongreye gidiyor.
Koltuk kavgası değil ortak mücadele anlayışı belki hiçbir zaman şimdiki kadar yakıcı hale gelmemişti. KESK kriz nedeniyle topladığı bu kongreden birlik ve mücadele anlayışını egemen kılarak çıkmalıdır. Eğer bu başarılamazsa KESK üyelerinin ve KESK dostlarının şaşıracağı daha nice şok edici sorunla karşılaşacağız. Buna kimsenin hakkı olmamalı. Bu hareket devletin ve iktidarların lütfuyla değil onurlu ve devrimci kamu emekçilerinin dişe diş mücadelesiyle yaratıldı. Hareketin kuruluşunda nice canlar yitirildi. Nice ağır bedeller ödendi, mağduriyetler yaşandı. Bu hareketin temelinde ceza alan, hapis yatan, coplanan, baskı gören ve eyleme giderken yitirdiğimiz, faili meçhul cinayetlere kurban giden arkadaşlarımızın kanı var. Bu gerçek unutulmamalı ve unutturulmamalıdır. Bugün KESK’te inisiyatif alan ve almak isteyen kadın erkek her üye, her çevre ve her grup bu onurlu ve anlamlı geçmişi lekelemeden örgütü büyütmek ve mücadeleyi daha da yükseltmek göreviyle karşı karşıya bulunmaktadırlar. KESK mutlaka gündemdeki sorunu olağanüstü kongre ile aşıp olağan kongreye ulaşmalı. Buradan da yeni bir örgütlenme ve mücadele stratejisi hedefiyle çıkmalıdır. Bu potansiyel kamu emekçileri hareketinde her şeye rağmen vardır. Yeter ki doğru bir programla ve doğru bir sendikal önderlikle bu potansiyel ortaya çıkarılsın ve mücadeleye seferber edilsin. Kolay gelsin!