AKP iktidarı 9’ncu yılından gün almaya devam ederken, politik hafızasında AKP öncesine dair anılar bulunmayan bir gençlik kuşağı da 20’li yaşlarının ortasına doğru ilerliyor. AKP öyle ya da böyle 8 yıldır yapılan her oylamadan galip çıkmayı başardı. 2011 Haziran’ında yapılacak seçimlere dair göstergeler ise AKP galebesiyle sonuçlanacak yeni bir oylamanın ve AKP ile geçecek yeni […]
AKP iktidarı 9’ncu yılından gün almaya devam ederken, politik hafızasında AKP öncesine dair anılar bulunmayan bir gençlik kuşağı da 20’li yaşlarının ortasına doğru ilerliyor. AKP öyle ya da böyle 8 yıldır yapılan her oylamadan galip çıkmayı başardı. 2011 Haziran’ında yapılacak seçimlere dair göstergeler ise AKP galebesiyle sonuçlanacak yeni bir oylamanın ve AKP ile geçecek yeni bir 4 yılın kapıda olduğuna işaret ediyor. 12 yıllık potansiyel bir iktidar süreci, bir mevcut cumhurbaşkanı, potansiyel bir AKP Anayasası ve potansiyel bir “devlet başkanı” ile ülkenin üzerine çöreklenen ve hiç kalkmayacakmış izlenimi yaratan AKP, çeşitli sebeplerle karşısında yer alan toplum kesimlerinde bir karabasan etkisi yaratıyor. Gözler açık ama vücut hareketsiz. Herkes uyanık ama kabus hala devam ediyor.
Burjuva siyasetin Türkiye’ye özgü temsili ve ‘ileri’ demokrasisinde, referandumun yüzde 42’lik hayırcılarına ek olarak siyasal boykotçuların ve pasif sandık boykotçularının toplamı ile ifade edilebilecek toplumun oldukça büyük bir kesimi 8 yıldır siyasette temsil edilmiyor. Temsil edilmek ve temsil etmek sandıkta oy kullanmakla ve meclis sıralarında oturmakla olmuyor. Ülkenin kaderine etki edecek kararlara dair söz söyleyebilmekle oluyor. Bu kitle uzunca bir süredir etkisiz eleman. Etkili eleman ise sırtını temelde Orta ve Doğu Anadolu’nun muhafazakar ve milliyetçi gericiliğine dayayan AKP koalisyonu. Bu koalisyon içerisinde Pensilvanya’dan Çankaya’ya bir dizi söz sahibi muktedir var. Tabi en çok konuşanı başbakan. Başbakan ve AKP’liler konuştukça; “Tıksırıncaya kadar için, bir organizasyonun parçası olan ve statta beş kuruş parası olmayanlar ve yumurtaları atacağınıza omlet yapıp yiyin ki üniversitenin harç parası için inşaatlarda amelelik yaparken daha dayanıklı olun yoksa beyniniz çalışmaz düşüp ölürsünüz ya da maazallah ucube heykeller inşa edersiniz ve bizde ‘bu ucubenin icabına bakın’ buyurmak zorunda kalırız” dedikçe kitle üzerindeki karabasan etkisi artıyor. Erdoğan’ın otoriterlik eğilimindeki artışa göre karabasan, kısım kısım amfibik bir organizmaya benzeyen, her ortamda yaşama yeteneğine sahip liberal cenaha bile uğrayabiliyor.
Siyasi gündem ve gelişmelerde ise bu karabasan etkisinin ilginç yansımaları oluyor. Kanımca, ülke gündemini bir süredir (pozitif anlamda) işgal eden bir dizi gelişmede bu karabasan etkisinin payı büyük. Örneğin, Dolmabahçe protestoları ve yumurta eylemleri ile gündeme birden öğrenci muhalefeti oturdu. Medya uzun yılladır ilgilenmediği “konuşan gençliğe” birdenbire teveccüh gösterdi. Oysa ne öğrenci muhalefeti yerden bitti ne de gençliğin cepleri yumurtaya hasretti. Erdoğan’ın gençliğin yumurtasıyla tanışıklığı 2005 ve 2006’ya, Trabzon ve Mersin’e kadar uzanır. Tezkere pazarlığı için Türkiye’ye gelen Irak işgalinin ABD Dışişleri Bakanı Colin Powell’a öğrencilerin yumurtalarını sorun “Bir Ankara Hatırası – 2003” diyecektir. Başbakan Erdoğan’ı İTÜ’de protesto eden öğrencilere verilen 15 ay hapis cezasını ana haberlerine ve manşetlerine taşıyan medyaya 2003 Temmuz’unda Başbakanlık’ta YÖK toplantısı yapılırken dışarıda eylem yaptıkları için gözaltına alınan, 18 ay hapis ve (o zamanın akçesiyle) 4 küsur milyar tazminat ödemeye mahkum edilen ve cezaya itirazları temyizden dönen üniversitelilerin haberini hangi sayfadan yayınladıklarını sorun; arşivleri talan etmeleri gerekecektir. 6 Kasım 2003 günü Kızılay’da öğrencilerin iyi bir ‘koordinasyonla’ polis karşısında 1-0 önde tamamladıkları YÖK eyleminin ardından Aydın Doğan’ın Posta Gazetesi’nin manşetini de unutmamak gerekir: Tam sayfa bol gazlı ve mavili bir eylem fotoğrafının üzerinde başlık “Huzuru bozmayın!” Demek o zamanlar bozulacak bir huzur vardı. Şimdi ise ‘bir şey eksik cümlede’.
Konuyla yakından ilgilenen dostun ve düşmanın bildiğini kendimizden saklamayalım. Öğrenci muhalefetinde ’90’lı yılların ortasından bu yana devam eden süreçte total anlamda belirgin bir gelişme olmadı. Muhalefetin durumu, kapsayıcılık ve kitlesellik açısından ‘öğrenci hareketi’ olarak adlandırılabilmenin çok uzağında. Ancak son birkaç ayda medyanın yanı sıra toplumun geniş bir kesimi de öğrencilerin eylemlerine “teveccüh” gösterdi. Kullandıkları yumurtanın niceliği ile yumurtalı eylemler açısından bir nitelik sıçraması yaratan SBF’li öğrencileri saygıyla selamlayarak söyleyebiliriz ki, Burhan Kuzu’nun şakağından yumurtalar sızarken çok sayıda insanın da eş zamanlı olarak yürek yağları eriyordu.
Ama burada üzerinde durulması gereken önemli bir nokta var. Eylemlere gösterilen teveccüh eylemlerin içeriğinden ziyade biçimineydi. Yine yukarıdaki örneklere dayanarak söylebiliriz ki ilgi, ilgi görenlerden çok gösterenlerin konum ve durum değişikliğinden kaynaklanıyordu. Parasız eğitim talebinden söz-yetki-karar hakkına kadar muhalif öğrencilerin taleplerinin çok farkına varıldığını sanmıyorum. Teveccühün odak noktası, ona buna ayrım yapmadan atarlanan Erdoğan’ın milletvekillerine “gidere gider atara atar” diyerek karşı çıkan öğrencilerin yumurtalarıyla AKP’lilerin karizmalarını çizmesi oldu. Benzer bir teveccüh Aslantepe’deki protestoya da gösterildi. Farklı “renklerden” ve siyasal yelpazenin farklı kesimlerinden kişiler karabasanın müsebbiplerine karşı gösterilen bu tavırda kendilerini buldular. Öğrenci muhalefetinin gündeme gelişine benzer bir şekilde konjonktürün kaldırma kuvvetiyle aslında tribünde çok da yumrukları olmayan Tekyumruk öne fırtlatıldı. Bu duruma kendilerinin de şaşırdığı çok belliydi.
Temel belirleyeni ‘kendini siyasal olarak ifade edemeyiş’ olan bu karabasan kümesinin genişlemesine neden olacak potansiyel bir etken küresel ekonomik krizin Türkiye halkı üzerindeki etkisi olabilir. Ancak Türkiye için kısa vadede ekonomik konjonktüre dair belirgin bir değişiklik olacağa benzemiyor. Kapitalizmin merkez ülkelerinde mali krize sebep olan finansal enstrümanların ülkemizde henüz ‘gelişmemiş’ olması sayesinde krizin ilk dalgasından büyük yara almadan kurtulan Türkiye, Kuzey’in kriz içerisinde olduğu koşullarda diğer az gelişmiş ülkeler gibi spekülatörler ve kreditörler açısından cazibe merkezi. Cari açıktaki büyüme, iktisatçılar tarafından potansiyel bir tehlike olarak ifade edilirken küresel iktisadi kriz nedeniyle sıcak paranın ‘ha deyince’ kaçabileceği çok fazla bir yer olmadığı için cari açığın kısa vadede güncel bir tehlike olmadığını söyleyebiliriz. Spekülatörler borsayı şişirirken, kreditörler paket paket borç satarken ve gelişmiş finansal enstrümanların altyapısını hazırlamaya çalışırken Türkiye halkı da düşük faizlerle borç batağına doğru yuvarlanmanın mutluluğunu yaşıyor. Bu saadet bir süre daha devam edecek gibi.
Toparlamak gerekirse, yüzde 10 barajı ile AKP’nin tek başına iktidarda kalmasını neredeyse garanti eden mevcut seçim sistemiyle kendini kapana kısılmış gibi hisseden ancak siyasal yelpazenin farklı bölgelerinde bulunmaları nedeniyle mobilize olması ve belli bir siyasete doğru kanalize olması zor olan bu kitleyi ‘karabasan yaşayan’ kitle olarak tarif ediyorum. Bu kitle mevcut niceliği ile AKP’yi alaşağı edecek bir güce sahip değil. Ancak son dönemde gördüğümüz olgu şu ki bu kitle AKP’nin karşısında kendini bir ‘güç’ olarak ortaya koymaya çalışanların toplumsal meşruiyetinin sağlanmasında önemli bir rol oynuyor. Medyanın ilgisi de bu meşruiyetin artmasında bir çarpan etkisi yaratıyor. İktisadi alanda orta ve uzun vadede yaşanacak gelişmeler ise bu denge durumunda niteliksel bir sıçramaya sebep olarak dengenin AKP aleyhine bozulmasına sebep ol
abilir. Neler olacak zamanla göreceğiz.
iicmez@hotmail.com