Gelişme kavramı Bir ülke nedir? Temelinde, toprakları ve insanlarıdır. Hindistan çok geniş bir ülke olup bir milyarın üzerinde nüfusu vardır. Bu iki şeyin, yani toprak ve insanların gelişimi ülkemizin de gelişimi olur. Bu iki olgunun gelişimini durdurmak gerilemek anlamına gelir. Bu ikisinden ikincisi, yani insanlar, önceliklidir ama insanların gelişmesi çevrelerinin kaybetmesi pahasına olamaz. Bu ikisi […]
Gelişme kavramı
Bir ülke nedir? Temelinde, toprakları ve insanlarıdır. Hindistan çok geniş bir ülke olup bir milyarın üzerinde nüfusu vardır. Bu iki şeyin, yani toprak ve insanların gelişimi ülkemizin de gelişimi olur. Bu iki olgunun gelişimini durdurmak gerilemek anlamına gelir. Bu ikisinden ikincisi, yani insanlar, önceliklidir ama insanların gelişmesi çevrelerinin kaybetmesi pahasına olamaz. Bu ikisi aynı anda, birbirine yakın ve türdeş bir iç-ilişkiyle gelişebilir, gelişmek zorundadır.
İnsanlardan bahsedince, ben, ülkemdeki insan kaynaklarından bahsetmekteyim. Gelişmeyi salt bir azınlık için değil, halkın çoğunluğu için istemekteyiz. Çünkü işte bu büyük çoğunluk bu ülkeyi teşkil etmektedir, yani Hindistanı. Onların gelişimi Hindistan’ın gelişimidir.
Topraktan bahsettiğimde de sözcüğü genel anlamda, yani ülkenin tamamının doğal kaynakları anlamında; toprak, toprak verimliliği, ormanlar, su, toprak altı zenginlikleri, hava, vb. bahsetmekteyim. Kısacası çevre anlamında.
Böylece, temelde, insan kaynakları ve doğal kaynaklardır bizim ülkemiz. Bu kavram başı belli olmayan zamanlardan bu yana gelmekte ve GSMH gelişmesi, yüksek teknoloji vb. gibi gelişme göstergelerine rağmen halen kabul edilmektedir. Vedas zamanlarında bile söylendiği gibi:
Bizim anavatanımız
Tanrı’nın göz kamaştıran kraliçesidir
Göğsünde kutsal ateşi ve parıltılı altınları taşır
Herkese koruma sağlar
Yıkılmaz bir yapıdır
Sıcacık kucağında
Tüm canlılara barınak verir
Onun serveti tıka basadır
Bize bu serveti
Ve bereketli zenginliği ve aklı
bahşetsin
Athara Veda 12.1.6
Demek ki, toprak ve doğa, insan kaynaklarının her türlü gelişimi için bereketli zenginlik ve akıl ya da bilgi bahşetmelidir.
Şimdi, insan kaynaklarının gelişmesinden bahsedince, salt ekonomik gelişmeden değil ama ruhî ve kültürel alanlardan bahsetmekteyim. Süphesiz insanlar gıda, su, giyecek, barınak ve eğitim gibi yaşamın temel gereksinimlerine sahip olmalıdırlar. Ama bu bir insan olarak çiçek gibi açmanın sadece bir başlangıcıdır. Hayvanlar da gıda ve su edinirler (bir hayvan yaşamından da daha kötü bir duruma indirgenmiş olmamız bir trajedidir), ama, ülkemizdeki insan kaynaklarının gerçek bir gelişimine ancak bütün insanların ruhî, kültürel ve toplumsal-siyasî gelişimiyle goncalaşan bireyselleşmesi yle ulaşılabilecektir. Ruhî dediğimde de dinden bahsetmiyorum (İnsanların tercihine göre, din de dahil olabilir). Ruhî gelişmeden kastım, karşılıklı saygı ve anlayış temelinde insanlar arasında en iyi işbirliğini sağlayan değerler dizini olup; yükseklik/alçaklık, sıradüzen, baskı ve kast sistemi değildir.
İnsan’ın özünün gerçek özgürlüğün taze melteminde gelişmeye serbest bırakılması gerekmektedir. Açılma dönemindeki bahar çiçekleri gibi çözülmelidir insanın özü. Ancak, böyle bir gelişmenin ön koşulu yoksulluğun, açlığın ve cahilliğin yokedilmesini gerektirir. Aç, hasta, cılız bir kimsenin aklındaki tek şey bir yerden yemek bulmaktır. Bir insan ne zaman ki temel gereksinimleri konusunda kaygı duymak zorunda olmazsa işte o zaman kendisinin ruhî, kültürel ve tüm başka yönlerden gelişimine odaklanabilir. İncil’de de yazdığı gibi, “İnsanlar salt ekmekle yaşayamazlar” ama ekmek insanın daha ileri gelişmesinin ön koşuludur.
Demek ki, halkımızın çoğunluğunun bu yöndeki gelişimi ülkemizin gelişiminin büyük bir kısmını teşkil eder.
Ülkemizdeki ikinci ve yukarıdakine bağlı gelişimi de toprak, su, ormanlar ve tüm doğal zenginlikleri kapsar. Bu gelişim ise, bu zenginlikleri Hindistan’ın geniş kitlelerinin en iyi çıkarı doğrultusunda geliştirmeyi getirir. Gelişmenin bu kavramlarıyla, şimdi ülkemizin karşı karşıya olduğu sorunlarına dönelim.
Üstesinden Gelinecek Sorunlar
Hükümetin 2009-10 bütçe öncesi ekonomik araştırması, haklı olarak şunları söylüyor:
“Kapsamlı bir büyüme isteyen bir ulus, büyümenin küçük bir kesime mi yoksa halkın büyük çoğunluğuna mı yararlı olduğuna göre bu büyümeye değişik bakar. Büyük çoğunluğun yararına olan büyüme kutlama nedeni olurken, azınlık yararına bir büyümede bu görülmez. Başka bir deyişle, büyüme kendi başına ele alınamaz. Büyüme, herkese refah sağlama aracı olmalıdır” (1)
O zaman, ekonomik araştırma ülkedeki GSMH’nın büyümesini ve kişi başına tüketimi ölçerek bu kapsamlı büyümenin nasıl olduğunu göstermektedir.(2) Ancak bu kişi başına sayıları genel toplum hakkında pek bilgi vermemektedir, zira, milyarderlerin harcamaları ve varlıklarıyla yoksullarınkinin ortalamasını almakta ve hepsini ortak bir sınıflandırmaya tabi tutmaktadır.
Gerçeklikse biraz farklıdır. Bütün göstergeler gerçekte, yukarıda işaret edilenlerin ya da hükümetin ve medyanın yarattığı ve yüksek büyüme oranları, fırlayan hisse senedi endeksleri, büyük yabancı döviz rezervleri vb. temelinde bir büyüme izlenimlerinin tam tersi, ülkede korkunç bir duruma işaret etmektedir.
İlk önce bazı endekslere bakacağım ve oradan ayağı yere basan gerçekliğe döneceğim. Gerçekte, karşılaştırmalı her bir endeks Hindistan’ı Afrika’daki Sahra Çölü’nün güneyindeki tüm ülkelerden, yani dünyanın en geri bölgesinden daha da kötü bir yere koymaktadır.
Hindistan Birleşmiş Milletler (BM) İnsan Gelişme endeksinde (ortlama 180 ülke içinde) 134.dür. Hatta Laos ya da Bhutan gibi ülkelerin bile gerisindedir. Aslında, 1994’de de 134. idi. Yani, hiçbir gelişme olmamıştır. Dünya Bankası daha da berbat bir resim çizmekte ve Hindistan’ı kişi başına düşen GSMH açısından dünyada 143. göstermektedir. Alay eder gibi gelse de, yakınlarda Laos’a geziye giden Hindistan Başkanı, müthiş bir gösterişle 15 milyon dolar kredi verdiğinde Hindistan’ın Laos’a yardım ederek onu en az gelişmiş ülkeler sınıfından çıkaracağını söylemiştir.
Dünya Açlık Endeksi’nde Hindistan 88 ülke arasında 66. gelmektedir. Ve eğer Birlişmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP) tarafından yakınlarda hazırlanan ve daha geniş bir açıdan inceleyerek yoksulluğu gelir, sağlık, eğitim, vb. temelinden alan Çokboyutlu Yoksulluk Endeksine (MPI) bakarsak durumun daha da vahim olduğunu görürüz. Bu göstergeye göre ülkede 650 milyon kişi MPI yoksulu olarak gözükmektedir ki bu da ülkenin %55’ini oluşturur. Daha da kötüsü, Hindistan’daki sekiz eyalette (Bihar, Chattisgarh, Jharkhand, M.P, Orissa, Rajasthan, UP ve Batı Bengal) yaşayan yoksullar Afrika’daki en yoksul 26 ülkede yaşayan yoksullardan fazladır.(3)
Eğer daha bu da yetmediyse, çocuklarımızın, kadın ve yaşlılarımızın durumu dünyadaki en kötüler arasındadır. Birleşmiş Milletler Uluslararası Acil Çocuk Yardım Fonu’na (UNICEF)
göre, Etyopya dışında, 5 yaşı altında en kötü beslenmesi olan çocuk yüzdesi Hindistan’dadır. 2008 yılında az beslenen çocuk yüzdeleri Etyopya’da %51, Hindistan’da %48, Kongo’da %46, Tanzanya’da %44, Bengladeş’de %43, Pakistan’da %42, Nijerya’da %41, Endonezya’da %37 ve Çin’de %15 idi. Hindistan dünyadaki az beslenen çocukların yarısına sahip, ve Hindistan’daki çocukların yarıdan fazlası gerekli kiloya sahip değil.
Gıda Hakkı Kampanyası’na (RFC) göreyse, kadınlarımızın üçte ikisinde kansızlık var. Kırsal bölgelerde yaşayan yetişkinlerin üçte biri de gerekli kiloya sahip değil ve gıdasızlık savaş bölgelerindeki bazı Afrika ülkelerinden bile fazla.
Eğe hâlâ bunlar da yeteri kadar berbat değilse, Hindistan yakınlarda hazırlanan “ölüm kalitesi endeksi” sıralamasında da en alttadır.(4) Bu yeni çalışma gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde yaşlı ve ölümcül olanlara verilen yaşam ve bakımın kalitesine daha yakından bakmaktadır. Hindistan’dan daha sonra bağımsızlığını kazanan pek çok ülkede ölüm kalitesi endeksi Hindistanın iki katıdır. Demek ki, çocuklarımıza, kadınlarımıza, yaşlılar ve hatta nüfusumuzun büyük çoğunluğuna bakarsak, bağımsızlığımızın 63 yılında çok az gelişme görmüş oluyorlar. Pek çok yerde halkın durumu İngiliz yönetimi altındakinden daha kötü.
Eğer, şimdi, birisi yerdeki gerçekliğe bakacak olursa, durum hatta daha da kötüdür. Asya Gelişme Bankası ve örgütsüz sektör Ulusal Komisyon’u yoksulluk içindeki kitleleri %75’in üzerinde olarak tanımlamıştır. Ulusal Komisyon Hindistan nüfusunun %77’sinin (yani, 836 milyon kişinin) günde 20 rupinin (60 Kuruş) altında bir gelirle yaşadığını ortaya koymuştur. Ve de bu, tam da gıda fiyatlarındaki enflasyonun %20 olduğu bir dönemde. Bu bilgiler,kırsal nüfusun %77’sinin günlük gerekli en az 2400 kaloriden eksik gıda aldığını bildiren NSSO tarafından da gösterilmiştir. Bu oran 1993’deki %69’luk seviyesinden artmıştır.(5)
Eğer duruma başka bir açıdan bakacak olursak durum daha vahim gözüküyor. Kişi başına tahıl tüketimi 1991’deki 177kg. seviyesinden 1998’de 151 kg.’a düşmüştür. O zamandan şimdiye kadar bu miktar daha da azalmıştır. Bu sayıları En Az Gelişmiş Ülkeler seviyesi 182 kg.’la karşılaştırınca ya da Afrika’nın 196 kg’ıyla karşılaştırınca durumun ciddiyeti görülmektedir. Dünyanın tahıl tüketimi ortalama 314 kilodur (tahıllar hububatın 9/10’unu teşkil eder.) Bu ise hem dolaysız hem de dolaylı tüketimi kapsar (dolaylı tüketim hayvan yemi olarak kullanılan ve daha sonra bu hayvanların tüketimi ile insan gıdası olan tüketimdir). Demek ki, Hintliler dünyadaki tüketimin ancak yarısına sahipler ve dünyadaki en yoksul ülkelerin bile gerisindeler.
Kırsal alandaki yoksulluğun seviyesi 1997 ile 2008 arasında 200,000 çiftçinin intihar etmesinden anlaşılabilir. Hükümetin tarımı yem, gübre ve böcek zehiri imal eden şirketler için kâr getiren bir makinaya dönüştürme siyaseti nin sonucu olan bu olguya ülkemizde daha önce hiç rastlanılmamıştı. İntihar olaylarının en yüksek olduğu Maharaştıra’da bu vakaların sayısı giderek artmaktadır ve 1997-2002 arasında günde 8 olan intiharlar, 2003-2008 arasında günde 11’e çıkmıştır.
Eğer hem kırsal hem kentsel alanlara bakarsak, giderek yaygınlaşan yoksulluktan başka bir şey göremeyiz. Kırsal kesimde, çiftçilik yapan kesimlerin %85’i (yani 600 milyon kişi) 5 dönümden az bir toprakta çalışmaktadır. Üstüne üstlük bu toprakların yüzde 60’ında (yani 360 milyon çiftçinin toprağında) su bulunmamaktadır.(7) Buna benzer olarak, 90 milyon kişi kentlerdeki gecekondularda yaşamaktadır. Gecekondu nüfusu 2001 yılından bu yana %23 artmıştır. Bu 450 milyon nüfusun da büyük kısmı insan yaşam seviyesinin çok altında yaşamaktadır.
Öte yandan bütün alanlarda, normal istihdam azalmakta insanlar bulabilirlerse, taşeron ve kontratlı işlerde güvencesiz çalışmaya zorlanmaktadırlar. Devlet işleri bile artık zor bulunmaktadır. Örneğin, 2002 ile 2009 yılları arasında, kamu çalışanları neredeyse %25 oranında azalarak 2 milyondan 1,5 milyona düşmüştür.
İşin daha da kötüsü, temizlik ve sağlık alanlarında, ülkenin başkenti Delhi bile hastalık doludur. Bu hastalığın daha önce asla görülmediği yerlerde sıtma görülmeye başlanmıştır. Dünyanın en yoksul sağlık sistemlerinden birine sahip Hindistan’da toplumun büyük kesimlerinin durumu kötüye gitmektedir. Ailelerin gelirlerinin büyük bir bölümü sağlık bakımına -pahalı ilaçlara, doktor ücretlerine ve pataloji ödemelerine gitmektedir. 1970’de %1 olan eyaletlerin sağlık harcamaları artık GSMH’nın % 0,5’ine düşmüştür. BM, Hindistan’da su kaynaklı hastalıklardan yılda 100,000 kişinin öldüğünü bildirmektedir. Yol kazalarında da 2008’de 120,000 kişi ölmüş, 520,000 kişi de yaralanmıştır.
Demek ki, ülkenin insan kaynaklarına bakacak olursak, hadi kültürel ve ruhî alanlardan vazgeçtik, insanların temel gereksinimleri açısından çok az bir gelişmeden bahsedebiliriz. En kötü durumda olanlarsa, kast sıralamasında altta olanlar ve üstüne üstelik durumları yüzünden her gün aşağılanmayla yaşayan azınlıklardır. Bırakın kişiliklerinin gelişmesini, her bir adımda bu durumdakilerin öz saygıları ezilmektedir. Hindutva’nın (Hindu milliyetçiliği- Çev. notu) yükselişiyle kast ve toplumsal önyargılar aslında büyüyerek gerçek ruhî gelişme umutlarının tümünü yoketmiştir. Hatta orta ve iyi durumdaki sınıflarda bile yaşamın her bir alanında yolsuzluk, tüketicilik ve dinî bağnazlık ülkenin ahlakî dokusunu mahvetmiştir.
İşte insan kaynaklarının durumu budur; doğal kaynakların durumu ise daha berbattır.
Kırsal alanın ve çevrenin ırzına geçilmesinin açık kayıtları her taraftadır. İçindeki vahşi yaşamla beraber ormanlar mahvedilmiştir. Nehirler irkiltici lağımlara dönüştürülmüştür. Yeraltı suları kurutulmuş, toprak gübre ve böcek zehirleriyle harab edilmiştir. Tomruk mafyasının ve kağıt fabrikalarının kestiğinin dışında yaklaşık 160,000 hektar orman alanı madenciliğe açılmıştır. Bu ormansızlaştırma oranı her yıl giderek artmakta ve 1980-97 arası her yıl 19 maden arama ve çıkarma projesine ormansızlaştırma izni verilirken 1998-2005 yılları arasında her yıl bu izin 216’ya çıkmıştır. Salt demir madenciliği tek başına 2005-06 yılları arasında 77 milyon ton su kullanmıştır. Kirliliği önleyecek çok az önlem olduğu için önemli madenlerin çıkarılması tek 2005-06 yılında bile çoğu zehirli olan 1.84 ton artık yaratmıştır.
Ormansızlaştırma ve erozyon toprağın suyu tutmasını engellemiş, sonuç olarak sürekli kuraklık ve sellere yol açmış, yeraltı sularının kaynağını kurutmuştur. Halbuki Hindistan, bugün, gereksinim duyduğu yeraltı sularına yüzey sularından daha çok bağımlıdır.
Bugün sulamalı tarımın %60’ı ve kırsal-kentsel gereksinimin %80’i yeraltı sularından sağlanmaktadır. Dünya Bankası raporuna göre Hindisatn’ın yeraltı su rezervleri hayatîdir. 2025 yılına kadar bu gereksinim %60 daha artacaktır. Endüstri ve madencilik tonlarca suyu yutarken kişi başına düşen su miktarı 1991’deki 5000 metre küpten 2001’de 1600 metre küpe inmiştir. Bhopal’daki felâket ve ALGAH (Gujarat)’taki projelerle iyice büyüyen yıkım her yanımızda görülmektedir. Herhangi bir gelişme, sistemik ormanlaştırma, tek-cins ekin tarzından uzaklaşma, toprağın ve su kaynaklarının tekrardan canlandırılması ve kirliliği olmayan endüstri ve madencilik projelerini kesinlikle içermelidir.
Hindistan doğal kaynakları çok zengin bir ülkedir. Eğer müthiş insan kaynaklarımız buna yöneltilirse sadece birkaç yılda mucizeler yaratabiliriz.
Kimin için gelişme?
Ülkemizde her ne kadar hükümetin endüstri ve büyük şirketlerin gelişmesi için uzun dönemli yaklaşımı
varsa da, hükümetin kitleler için böyle bir yanaşımı yoktur. Kitleler için yoksulluğu azaltma gibi hep kısa dönemli çözümler bulunmaktadır. Siyasadaki bu değişim kırsal gelişimdeki fonların büyük ölçüde kısılmasıyla 4. planla gündeme geldi.(9)
Demek ki, limanlar, hava alanları, hızlı yollar, mobil-internet vb. harcamaları için müthiş para bulabiliyoruz. Ama, öte yandan, ağaç dikimi, sulakların idaresi, sağlık, eğitim vb. gibi kitlelerin yararına olan şeyler için azıcık harcıyoruz.
Ancak, hükümet, uzun dönemli ya da kalıcı hiçbir şey üretmeyen yoksulluğu azaltmak için harcamalar yapmaktadır. On milyarlar bu kara delikte kaybolup giderken bu harcamanın çok az bir kısmı halka ulaşabilmektedir. Burada bahsettiğim yolsuzluk değildir. (Ondan daha sonra söz edeceğim) Bahsettiğim, insanların refahına nasıl yanaşıldığıdır. Birilerine yıllar boyu sadaka mı verilmelidir, yoksa ona yaşamını kazanabilmesi ve ülkesi için de kalıcı olacak temel bir ortam mı yaratmalıdır? İşte tartışılacak konu budur.
Ama hükümetin planlarının çoğu sadaka şeklindedir. NREGA, STRSY, SGSY, IAY, BPL, APL vb. gibi programlar böyledir. Bu projelerin hiçbiri uzun dönemde ülkeye yardımı dokunacak, kalıcı birşey yaratmak amacında değildir. Bunlar ne de sulama, istihdam, sağlık, vb. gibi bireylere de yardım etmemektedir.
Bütün bunlara bir de ikinci konumuzu eklemeliyiz: Bu programları bile çalışamaz hale getiren muazzam yolsuzluklar. Örneğin, çok abartılan, NREGA programındaki yoksul kişilere 100 günlük istihdam yaratmak için bütçeye konan 40 milyar Rs.(10) Mani Şankar Ariyer’e göre (12) NREGA programı Tripura’da ailelerin ancak %32.6’sını kapsıyordu. UP’de ve MP’de ise sadece %14’ünü. Çatisgarth ve Jharkhand’da bu oran %8’deyken, Orissa ve Uttrançal’da sadece %6 idi. Peki o zaman bu kadar para nereye gitti? Planlama komisyonu bile 2004’de devlet destekli tahılların %58’i BPL ailelerine ulaşmamış, ve bu tahılların %36’sı karaborsada satılmıştır.
Hükümetin halkın refahına karşı duyarsızlığı kendisinin satın aldığı tahılları düzenli depolayacak altyapıyı on yıllardır yapamadığından anlaşılabilir. Bütün dünyada kullanılan metod olan silo yapmak yerine, hükümet tahılları hangarlara doldurmakta, hatta açık havada bırakmaktadır. Ülkede on binler açlıktan kıvranmaktayken, neredeyse 20 milyon ton küf ve haşerata kaybedilmektedir. Bu miktar ise, ülkenin yıllık tahıl ürtiminin %20’sine denk gelmektedir.
Öte yandan, gelişme siyasetleri öyle bir zengin tabaka yaratmıştır ki, en zengin 100 kişinin varlıkları 300 milyon dolarla Hindistan’ın GSMG’inin %25’ine ulaşmaktadır. Dünyada en hızlı büyüyen dolar milyarderlerinin sayısı Hindistan’dadır. Bu sayı, 2008’de 27’den 2009’da 52’ye, 2010’da ise 69’a fırlamıştır.
2009’da yılda 5 milyondan fazla kazanan 3134 ve 10 milyondan fazl k azanan 1000 yöneticisi vardı. Bu miktar bunların karaparadan, yani GSMH’nın %40-50’sini teşkil eden kazançlarını kapsamıyor bile. Bu bir yılda üretilen 500 milyarlık dev kazanç üst düzey iş katmanlarında, üst düzey politikacı ve bürokratlarla paylaşılmakta ve küçük bir kısmı damlayarak, yolu üzerinde yolsuzluklar yaratarak yüzbinlerce insana ulaşmakta ve ülkenin ahlakî yapısını bozmaktadır. Buna ek olarak, meclis üyeleri kendilerine %300’lük bir artışla 3,7 milyon Rs’lık ücretler bağlamışlardır.
Demek ki, bu ülkede zaten küçük bir gelişme olsa bile, bu toplumun sadece çok dar bir kesimini beslemekte, bu ülkeyi, toprağını ya da insanlarını geliştirmeye gitmemektedir. İşte düzeltilmesi için önlem alınması gereken de budur.
Notlar
1) Economic survey of India 2009-1010
2) Economic survey 2009- 10, sayfalar 22-23
3) The Economist, referans Eylül 29, 2010, Indian Express
4) Outlook , 29 Ağustos, 2010.
5) Utsa Patnaik, Frontline’daki referans, 12 Mart, 2010
6) Ytsa Patnaik, The Hindu’daki referans, Eylül. 13, 2010
7) Tehelka, 27 Mart 2010
8 ) Times of India, 4 Eylül 2010
9) Pek çok zehirli madde içeren, dünyanın en büyük gemi parçalama projesi.
10) Patnaikie göre, kırsal gelişme harcamaları, 1985-1990 arasında GSMH’nın % 14.5’i idi. Bu 1990’larda GSMH’nın %8’ine düşmüştür. 2000’lerde ise % 5-6 dolaylarındadır.
11) Economic survey 2009- 2010,sayfa 227
12) Asian age, 13 Eylül 2010.
13) Tehelka, 17 Ağustos 2010
14) Times of India 22 Mart, 2010
15) P Sainath, The Hindu, 6 Temmuz 2010
16) ibid.
[sanhati.com’daki orijinalinden Mehmet Bayram tarafından Sendika.Org için çevrilmiştir.]