22 Haziran 2010 Geçen hafta İsrail hükümeti, dokuz aktivistin öldürüldüğü filo baskınına ilişkin bir soruşturma başlatacağını ilan etti. Birleşmiş Milletler (BM) ve Avrupa Birliği (AB) gibi uluslararası örgütlerin yanı sıra Uluslararası Af Örgütü gibi insan hakları grupları, olaya ilişkin bağımsız ve tarafsız bir soruşturma talep ediyor. Nitekim BM İnsan Hakları Konseyi halihazırda bir soruşturma çağrısı […]
22 Haziran 2010
Geçen hafta İsrail hükümeti, dokuz aktivistin öldürüldüğü filo baskınına ilişkin bir soruşturma başlatacağını ilan etti. Birleşmiş Milletler (BM) ve Avrupa Birliği (AB) gibi uluslararası örgütlerin yanı sıra Uluslararası Af Örgütü gibi insan hakları grupları, olaya ilişkin bağımsız ve tarafsız bir soruşturma talep ediyor. Nitekim BM İnsan Hakları Konseyi halihazırda bir soruşturma çağrısı yaptığı gibi bir baş araştırmacı da seçti. Türkiye de kendi soruşturmasını başlatmaya karar verdi. Hiçbir şekilde Hamas yanlısı bir tüzellik olarak görülemeyecek Ramallah’taki Mahmud Abbas liderliğindeki Filistin Yönetimi (FY) de İsrail soruşturmasını şiddetle eleştirdi.
İtham edilen bir fail – bu durumda İsrail hükümeti – kendi kendisini soruşturmaktan sorumlu olduğunda akıllara belli sorular gelir. Bu kaygıları yatıştırmak için İsrail iki uluslararası gözlemcinin komisyona katılmasına izin verdi. Bunlardan biri olan David Trimble adı da akla bazı soruları getiriyor. Kendisi Nobel Barış Ödülü sahibi, fakat aynı zamanda teröristlere yardım etmekle suçladığı insan hakları örgütlerine yönelik antipatisiyle tanınıyor ve yakın zamanda ülkesinde (İrlanda – Ç.N.) İsrail yanlısı bir kampanya başlatan bir girişimin içindeydi. Diğer gözlemci ise Kanada askeri mahkemesinin eski başkanı Ken Watkin’dir.
Varsayalım ki uluslararası gözlemciler, düşüncelerinden kaynaklanabilecek peşin hükümlerden uzak durdu. Olayların eksiksiz bir değerlendirmesini ortaya koyabilecekler mi? Bu pek olası değil çünkü “[İsrail’in] ulusal güvenliğine ya da Devlet’in dış ilişkilerine önemli zarar vermesi neredeyse kesin”1 olan hiçbir bilgi uluslararası gözlemcilere verilmeyecektir. Esasında İsrail devleti tarafından dikkatle seçilmiş uluslararası gözlemciler, sadece İsrail devletinin onlardan gözlemlemelerine izin verdiği kadarını gözlemler. Sergilenecek bir şey varsa o da komedidir.
Buna ve tarafsız bir uluslararası soruşturma yapılması yönündeki uluslararası çağrılara karşın Birleşik Devletler, İsrail komisyonuna destek çıkarak bunu “önemli bir adım” olarak niteledi ve İsrail’in “bağımsız kamu komisyonunun çabuk, tarafsız, güvenilir ve şeffaf bir soruşturmanın standardına ulaşabileceğini” ifade etti.
Dünya genelinde birçok kişi bu düşünceleri paylaşmıyor ve İsrail soruşturması karşısında derin bir şüphe duyuyor. Bu şüphe, birçok İsrail hükümet sözcüsünün bizi inandırmak istediği gibi anti-Semitizm ya da İsrail karşıtı duygulardan kaynaklanmıyor. Bilakis İsrail askerlerinin sivil katliamlarına ilişkin uzun kusurlu ya da hiç açılmayan bir soruşturmalar tarihi, birçok kişiyi İsrail’in bağımsız şekilde adaleti sağlayamayacağı kanısına yöneltmektedir: Bu soruşturmaların bazılarının kısa bir incelemesi sırasıyla şöyledir:
1953 – Kibya: İsrail hükümeti, sınır baskınlarına karşı cezalandırıcı ve intikamcı bir karşılık olarak Filistinlilere bir mesaj vermek istedi. Yeşil Hat üzerindeki bu köy hedef oldu. Çoğu kadın ve çocuk olmak üzere 70 Filistinli öldürüldü ve 45 ev yıkıldı. Operasyon emirleri, azami sayıda Filistinli öldürmeyi ve köyün sakinlerini evlerinden sürmeyi içeriyordu. İsrail’in Gül Operasyonu olarak bilinen bu operasyonuna uluslararası tepki yağdı. ABD, can kayıplarından üzüntü duyduğunu ifade etti ve faillerin “adalet önünde çıkarılmasını ve gelecekte böyle hadiseleri önlemek için etkin tedbirlerin alınmasını”2 talep etti. Hiçbir güvenilir bağımsız kamu soruşturması açılmadı. Bu sorumlular içinde İsrail Savunma Kuvvetleri (İSK) Genelkurmay Başkanı Moşe Dayan, Savunma Bakanı Pinhas Lavon ve Kurmay Başkanı Mordechai Meklaf vardı. Meklaf, baskından sorumlu birliğin komutanı Ariel Şaron’u atamıştı. Şaron, İsrail siyasi ve askeri yaşamında uzun ve tartışmalı bir kariyeri sürdürecekti. Bu yetkililerin hiçbiri suçlanmadı ve hepsi resmi kariyerlerini sürdürdüler.
1956 – Kafr Kasım: İsrail vatandaşı Filistinlilerin yaşadığı bu köyde on beşi kadın 47 Filistinli öldürüldü ve bunlardan on biri on beş yaşın altında çocuklardı. On üç kişi de yaralandı. İSK, köylüler evlerine dönerken sokağa çıkma yasağı saatlerini hızla değiştirdi. Binbaşı Shmuel Melinki sokaktaki herkesi “öldürmek için vurma” emri verdi. Mahkemede Melinki, emrin “dönemin ruhuna uygun” olduğunu iddia etti. İsrail Başbakanı David Bin Gurion, bir soruşturma açılması emrini verdi. Birçok Filistinliyi şaşırtarak ilk divanı harp Melinki’yi 43 sivili öldürmekten suçlu buldu ve 17 yıl hapse mahkûm etti. Diğer suçlu bulunanlar Teğmen Cubral Dahan ve Çavus Şalom Ofer on beşer yıl hapse mahkûm edildi. Erler Hreyş ve İbrahim ise 17 vatandaşı öldürmekten yedi yıl hapse mahkûm edildi. Melinki’ye sokağa çıkma yasağını ihlal edenlere göz açtırmaması emrini veren albay sadece teknik bir hatadan dolayı suçlu bulundu ve kınama cezası ile bir kuruş (on sent!) para cezasına çarptırıldı. Cinayetlerden suçlu bulunanlardan hiçbiri nihayetinde üç yıldan fazla hapiste kalmadı. Salıverildikten sonra Melinki askeri istihbarata alındı ve Dahan bir kent belediyesinde işe girdi.
1967 – USS Liberty Gemisi: 1967’deki savaş sırasında İsrail hava ve donanma kuvvetleri bir ABD Donanması keşif gemisini bombalayarak geri hizmetteki 34 denizciyi öldürdü ve yaklaşık 170’ini yaraladı. Birleşik Devletler öfkeyle tepki gösterdi. O zamanki Dışişleri Bakanı Dean Rusk, saldırının mutlaka kınanması gerektiğini ve ABD hükümetinin İsrail hükümetinden uluslararası hukukun gerektirdiği disiplin tedbirlerini almasını beklediğini söyledi. İsrail’in iddiası bunun bir hata olduğuydu. İSK Askeri Başsavcısı seçilmiş askeri personele karşı dava açtı, fakat mahkeme, olaydaki hiçbir şeyin “herhangi birinin suçlanmasına gerekçe teşkil edecek makul davranış standartlarından”3 sapmadığına hükmetti. Ardından hiçbir resmi işlem yapılmadı.
1976 – Toprak Günü: Celile’deki (kuzey Filistin – Ç.N.) iki Filistin köyü arasında binlerce dunam (Filistin arazi ölçüm birimi, dönümün dörtte biri kadar – Ç.N.) arazinin istimlak edileceğinin açıklanmasının ardından İsrail, hemen sokağa çıkma yasakları ilan ederek ve protestoların yasadışı kabul edileceğini açıklayarak tepki verdi. İsrail’in bu bölgedeki Filistinli vatandaşları, Filistinlilerin özel mülkü olan arazilerin istimlakını protesto amacıyla grevler ve gösteriler düzenledi. Binlerce İsrail polisi ve destek kuvvetlerle alınan sıkı önlemler, altı silahsız Filistinli Arapın ölümü, yaklaşık 100’nünü yaralanması ve yüzlercesinin tutuklanmasıyla sonuçlandı. Hiçbir güvenilir kamu soruşturması açılmadı. Bu cinayetlerle bağlantılı olarak hiç kimse kovuşturulmadı.
1978 – Litani Operasyonu: Filistin Kurtuluş Örgütü’nün (FKÖ) 37 İsraillinin ölümüne yol açan otobüs kaçırma eyleminin ardından İsrail 1978 Mart’ında Güney Lübnan’a saldırdı. Operasyonun sonucu dehşet verici derecede orantısızdı: 1.100 Filistinli ve Lübnanlı öldürüldü. Ölenlerin çoğu sivildi. Operasyon ABD Başkanı Jimmy Carter’ın öfkesini çekti. Carter, İbrahim’in Kanı adlı kitabında BM Güvenlik Konseyi’nde bu ölümlerin kınanması için Dışişleri Bakanlığı’na direktif verdiğini ve eğer İsrailliler operasyonu durdurmayı kabul etmezse Kongre’ye, ABD silahlarının yasadışı bir biçimde kullanıldığını bildirmek zorunda kalacağını anlatır. Sivillerin öldürülmesine ilişkin hiçbir güvenilir bağımsız kamu soruşturması açılmadı.
1982 – Sabra ve Şatila: Lübnan’daki bu Filistinli mülteci kamplarında ölenlerin sayısı