Lukashenko, 19 Aralık’taki seçimde oyların ezici çoğunluğunu alarak Belarus’ta başkanlık konumunu sürdürme hakkını dördüncü kez kazandı. Uluslararası medyanın hep bir ağızdan ‘Avrupa’nın en son diktatörü’ olarak suçladığı Lukashenko’nun son 16 yıllık başkanlığı sırasında Belarus’ta ücretler arttı, işsizlik oranı sıfırdı, yaşam koşulları standardı sürekli yükseldi. Uluslararası kamuoyunun suçlamalarının aksine, Lukashenko’nun Belarus halkı nezdindeki popülaritesi, sorgulanmaya bile […]
Lukashenko, 19 Aralık’taki seçimde oyların ezici çoğunluğunu alarak Belarus’ta başkanlık konumunu sürdürme hakkını dördüncü kez kazandı. Uluslararası medyanın hep bir ağızdan ‘Avrupa’nın en son diktatörü’ olarak suçladığı Lukashenko’nun son 16 yıllık başkanlığı sırasında Belarus’ta ücretler arttı, işsizlik oranı sıfırdı, yaşam koşulları standardı sürekli yükseldi. Uluslararası kamuoyunun suçlamalarının aksine, Lukashenko’nun Belarus halkı nezdindeki popülaritesi, sorgulanmaya bile gerek duyulmayacak kadar yüksek.
Belarus seçiminden sonra, merkezi Londra’da bulunan, dünyanın ikinci büyük araştırma şirketi TNS Global Market Research, Belarus’ta sandıklardan çıkan oylar konusunda bir istatistik yayınladı.
TNS’ten bir toplum bilimci, Dr. Nicolai Churilov, Belarus ONT Televizyon Kanalı’nda şunları diyordu:
“11 bin’den fazla kişiyle görüşme yaptık ve şimdi bunlardan elde ettiğimiz bilgileri açıklamaya hazırız. Bu bilgilere göre oyların yüzde 74,2’sini alan Alexander Lukashenko ilk sırada yer alıyor, ikinci sırada yüzde 5,8 oyla Nyaklyaeu Sannikov, üçüncü sırada da yüzde 3,1 oyla Romanchuk bulunuyor. Daha sonra da en belirgin adaylar sıralanıyor: Tereshchenko, Rymashevsky, Statkevich, Kostusev, Mikhalevich ve Uss”. Dr. Churilov’a göre toplam nüfusun yüzde 5.6’sı hiçbir adaya oy vermedi.” [1]
TNS Global Research şirketinin, Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa dahil tüm ülkelerde müşterileri var ve ‘uluslararası toplum’ tarafından suçlanan bir ülkenin demokratik imajını desteklemek üzere yanlış bir bilgiyi yayınlayarak itibarlarını riske atmaya hiç gereksinimi olmadığı gibi böyle bir şey olanaksız da.
Belarus seçimi, Bağımsız Ülkeler Ortak Pazarı’ndan (Commonwealth of Independent States -CIS) ve Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Örgütü’nden (Organisation for Security and Co-operation in Europe -OSCE) temsilciler tarafından da izlendi. CIS delegasyonu seçimin sağlıklı yapıldığına dair rapor vererek, sahtekârlığa veya oylar sayılırken hile yapıldığına dair hiçbir kanıtın bulunamadığını açıkladı.
Belarus seçimleri hakkında bu olumlu değerlendirme, bazı OSCE gözlemcileri tarafından olduğu kadar pek çok bağımsız ülkeden gelen gözlemciler tarafından da yinelendi. Türk İşadamları ve İmalâtçılar Birliği baş danışmanı, NATO Parlamenterler Asemblesi eski başkan yardımcısı ve Türkiye eski Sanayi ve Ticaret Bakanı Tahir Köse, Belarus’ta gazetecilere: “OSCE’nin de, (benim gibi), bu seçimlerin standartlara çok uygun yapıldığını görmesini umut ediyorum… Burada gözlemlediğim, oy verme işleminin bağımsız yapıldığı ve adil bir seçim olduğudur. Belarus’taki seçim gayet yolunda gitmiştir” diye konuştu. [2]
Aynı görüşü paylaşan bağımsız Alman gözlemci Frank Musser de, “Belarus’taki seçimde erken saatlerde katılım yüksekti ve seçim samimî ve dostça bir havada yapıldı. 22 oy verme yerini gezdim ve eski bir komiser olarak söyleyebilirim ki oy verme sandıklarının hepsi de güvenlik bakımından tam kontrol altındaydı” demekteydi. [3].
Seçimin yürütülme şeklini onaylayan diğer gözlemciler arasında İtalya Parlamento üyesi Andrea Rigoni ve OSCE/ODIHR (Office for Democratic Institutions and Human Rights- Demokratik Kurumlar ve İnsan Hakları Bürosu) gözlemcisi David Byrne Heysel de vardı. Heysel izlenimlerini, “Ziyaret ettiğimiz oy verme yerlerinin pek çoğu kırsal kesimdeydi. Bu yerlere ulaşım konusunda, kar yağmasına rağmen, oy verme sandıkları nerede olursa olsun, (köylerde dahi, tamamen temizlenmiş karayollarıyla), hiçbir yerde hiçbir engel bulunmadığını memnunlukla gördük. Oy verme noktalarında dostça bir atmosfer vardı. İnsanlar sizi güler yüzle karşılıyorlardı” şeklinde aktarmıştır.[4]
Eski Litvanya Başbakanı Casimir Prunskiene de Belaruslu gazetecilere şunları söylemiştir: “Halk için önemli olan, ekonomik krize rağmen Belarus ekonomisinin şu anda dengede olmasıdır. Şimdi Belarus halkı yalnızca Belarus’un kazanımlarını korumakla kalmadı, bu kazanımları aynı zamanda çoklaştırdı. Bu, halkı, dengeyi koruma konusunda uygun bir seçim yapma bakımından cesaretlendirecektir de.”[5]
Gerçekten de pazar günü akşamı her şey Lukashenko lehine gibi görünüyordu. Bir seçimi daha büyük bir ekseriyetle kazanmıştı. İlk kez CIS ve OSCE, seçimin uluslararası standartlara uygunluğu ve adilliği konusunda aynı fikirde gibiydiler.
OSCE’nin Belarus’taki heyetinin başkanı Alman delege Geert Ahrens, Belarus medyasına, önemli bir ilerlemenin kaydedildiği, ancak seçimlerin doğru değerlendirilebilmesi için, verilen oyların sayılması işlemi hakkında OSCE’nin kararının beklenilmesi gerektiği şeklinde demeç veriyordu.[6]
Ahrens’in sözleri belirsiz bir nitelikteydi. Bir yandan ilerlemenin olduğunu beyan ediyordu, diğer yandan OSCE hâlâ sonuçları kabul etmeye hazır değildi.
Seçim Komisyonu, oylama sırasındaki bazı karışıklıkları kayda geçirmişti. Başkanlık adaylarından biri, seçim komisyonu başkanına 50,000 ABD doları rüşvet vermeye çalışmıştı. Ayrıca, muhalif seçmenler tarafından kadınlara karşı yapılan gözdağı verme ve taciz olaylarının da kaydı tutulmuştu.[7]
Ancak isyancı minibüslerinin seçim sonuçlarını protesto etmek üzere Minsk sokaklarına akın etmesiyle olaylar doruk noktasına ulaştı.
‘İnsan hakları’ savunucuları ve ‘sivil toplum’ eylemcilerinin protestoları
Belarus’taki seçimlerin hemen ardından, 19 Aralık Pazar günü akşamı, Belarus başkentindeki Ekim Meydanı, sayıları yaklaşık üç bini bulan, Grand Duchy bayraklı protestocuyla doldu.
Bu bayraklar, Belarus halkının çoğu için saldırı anlamını taşıyordu, çünkü bunlar, İkinci Dünya Savaşı sırasında Nazi işbirlikçilerinin kullandıkları aynı bayraklardı. İkinci Dünya Savaşı sırasında, Belarus halkı, Nazi mezaliminden, diğer ülkelerden hiçbirinin çekmediği acıyı çekmişti.
Polis memurları bir protestocu minibüsünü durdurduğunda zorbalar polise saldırdı ve bir polis memurunu başından ciddî şekilde yaraladı. En az üç polis hastanelik edildi. Polis bunların üstlerini aradığında da biber gazı kutuları, metal teçhizat ve el bombaları buldu.[8]
Seçimde yenilgiye uğramış muhalefet adaylarından bazıları tarafından seferber edilen holiganlar hükümet binalarına saldırarak kapıları ve pencereleri kırdılar. Daha sonra Batılı medya tarafında, Belarus polisinin “barışçıl” protestoculara uyguladığı “zalim önlemler” olarak yansıtılacak olan şey, gerçekte, muhalefet adaylarınca harekete geçirilmiş ve ayaklanmaya sevk edilmiş şiddet uygulayan bir avuç komplocu çetecinin Belarus demokrasisine saldırısından başka bir şey değildi.
Dr. Edmund Lengfelder, Münih’in Otto Hug Strahleninstitut bölgesinde radyasyon tıbbı üzerinde çalışan bir Alman uzman ve 1985 Çernobil felâketinden bu yana Belarus’ta görev yapıyor. Lengfelder, Belarus seçimini gözlemleyen OSCE delegasyon grubu arasında yer alıyor. Uluslararası medya tarafından ayyuka çıkarılan ‘barışçıl’ göstericiler hakkında onun yorumları ise şöyle: “Ellerinde sopalar ve küreklerle genç insanlar hükümet binasına hücum edip, içeriye girmek için kapıyı zorluyorlardı. Akılla düşünen herkes, bunun bir kargaşa başlatmak ve seçim sonuçlarına meydan okumak girişimi olduğunu anlayabilirdi.”
Lengfelder seçimlerin yönetim şeklini güçlü bir şekilde savunurken, 25 sandık yerini ziyaret ettiğini ve hiçbirinde herhangi bir şiddet olayına tanık olmadığını belirtmiştir. “Kanuna aykırı hiçbir icraat görmedim. Seçim sürecini kontro
l etme görevimi yaparken de yalnızca ODIHR/OSCE’nin kriterlerine ve önerilerine göre davrandım” demektedir.[9]
Uluslararası medya, muhalif eşkıyaların polise ve parlamento binalarına saldırılarının video filmlerini göstermek yerine, polisin bu eşkıyalara engel olma çabalarına odaklanmıştır. Fakat protestocuların şiddet içeren davranışlarının kanıtı, bunların Rus televizyon kanalı Russia Today’de izlenen görüntüleridir.
Ayaklanmalarda, Belarus First National Channel Kanalı’nın foto muhabiri Victor Tolochko dahil pek çok gazeteci yaralandı.
Pazar günü kalkışılan isyanda (19 Aralık 2010), 600 kişi, Belarus Ceza Kanunu’nun 293’üncü maddesine göre gözaltına alındı. İsyancıları Parlamento binalarını tahrip etmeleri için kışkırtan kişilerden biri, seçimde yenilgiye uğramış başkan adaylarından biri olan Vladimir Nyaklyaeu, başından ciddî şekilde yaralandı.
Belarus anayasasının 35. Maddesi şöyle der: “Kanunu ve düzeni ihlâl etmemek ve Belarus Cumhuriyeti’nin diğer vatandaşlarının haklarına zarar vermemek koşuluyla toplantılar yapma, yürüyüşler düzenleme, gösteriler ve grev yapma özgürlükleri Devlet tarafından garanti altına alınacaktır. Yukarıdaki olayların işleyişinin yönetim prosedürü, kanunlar tarafından belirlenecektir.”[10]
Toplantı ve gösteri yapma kanun ve kuralları, Belarus’ta da, diğer Avrupa ülkelerininkinden farklı değil. Standart legal prosedürlere göre, toplantı ve gösteriler, otoriteler tarafından kısıtlanabilir. OSCE, yasal olmayan gösterilere arka çıkmakla, suç faaliyetlerini etkili bir biçimde desteklemektedir. Bu davranış, onların demokrasisinin ve sivil toplumun ‘uluslararası standartlar’ının en mükemmel örneği olma taklitlerini açığa çıkarmaktadır.
OSCE basın açıklaması ve ‘uluslararası standartlar’
Ayaklanmalardan hemen sonra OSCE merkezi bir basın açıklaması yayınlayarak, seçim sonuçlarının hileli olduğu ve seçimlerin ‘uluslararası standartlar’a uymadığı iddiasında bulundu. İkinci paragrafta ‘sivil toplum’ ve ‘insan hakları’ eylemcilerinden yüzlerce kişinin ve ayrıca muhalif başkan adaylarının tutuklanmasından söz edilmekteydi. Ancak basın açıklamasında, polise ve parlamento binalarına karşı uygulanan şiddetin kınandığını belirten hiçbir ifade yoktu.[11]
OSCE basın açıklaması, oy verme işleminde ‘usulsüzlüklerden’ bahsetmekte fakat bu usulsüzlüklerin tam olarak neler olduğunu belirtmemektedir. Bu makalenin yazarı, OSCE sözcüsü Hans Eschenbaecher’e, özel bir telefon konuşmasında, başkan adaylarından birisinin seçim komisyonuna rüşvet teklif ettiği konusunda ortaya atılan iddialara karşı fikrini sormuştur. Kendisinin cevabı, “Biz, Belarus hükümetinin ileri sürdüğü iddialara karşı yorum yapmaya hazır değiliz” şeklinde olmuştur.
Bay Eschenbaecher’e aynı zamanda ayaklanmalarla ilgili OSCE gözlemcisi Dr. Edmund Lengfelder’in yapmış olduğu beyanatlardan haberdar olup olmadığı sorulduğunda ise, “Bu beyanatlardan haberim yok fakat meslektaşlarımla bu konuda bağlantıya geçeceğim” diye cevap vermiştir.[12]
CIS Genel Sekreteri Sergei Lebedev’e göre de, Belarus seçimleri sırasında görev yapan OSCE gözlemcilerinin çoğunluğu, çalışmalarını özgür ve demokratik bir ortamda yaptıklarını dile getirmişlerdir.[13]
2001 seçimlerinden sonra, Demokratik Kurumlar ve İnsan Hakları Bürosu Başkanı Gerard Staudmann, gazetecilere, seçimlerin ‘özgür, açık ve küresel demokratik kurumların standartlarına uygun bir biçimde’ yapıldığını söylemiştir.[14]
OSCE’nin resmî merkez açıklamalarında, tıpkı 20 Aralık 2010’da Dr. Lengfelder’in açıklamalarının göz ardı edildiği gibi, Bay Stoudmann’ın Belarus 2001 seçim sonuçları hakkındaki değerlendirmeleri de görmezden gelinmiştir.
2006 seçimlerinden sonra, yenilgiye uğramış muhalefet parlamentoya hücum etmiş ve sokakları doldurmuştu. Muhalif bir aday, hükümetin şiddet kullanılarak devrilmesi ve hatta Başkan Lukashenko’nun öldürülmesi taleplerini bile dile getirebilmişti. OSCE, bu holiganları gözaltına aldığından dolayı polisi suçlamış, ana akım medya ise, ‘demokratik’ muhalefeti ‘sıkı önlemlerle’ bastırdığını bahane ederek, Belarus otoritelerini karalamak amacıyla, elinden gelenin en kötüsünü yapmıştı.[15]
Uluslararası ortak basın bürolarına göre, ABD ve Avrupa Birliği’ndeki National Endowment for Democracy (Demokrasi İçin Ulusal Bağış) Kurumları tarafından fonlarla finanse edilen ve halk arasında pek rağbet görmeyen muhalefet hareketlerine; şişeler ve taşlar atmaları için, hatta demokratik bir yöntemle seçilmiş bir liderin ölümünü isteyen vahşî çığlıklarını atmaları için, tam olarak yetki verilmiştir. Brüksel ve Washington’daki ekonomi yöneticilerine itaat etmeyi reddeden ülkelere, Avrupa Birliği’nce reva görülen ‘insan hakları’ uygulamaları işte bunlardır.
19 Aralık Pazar günü Başkan Lukashenko’nun büyük ekseriyetle kazandığı seçim zaferini izleyen isyan gösterileri de aynı örneği yinelemektedir. Seçime on aday katıldı. Belarus anayasası gereğince, devlet, her adaya seçim kampanyasını finanse etmek üzere eşit miktarda fon sağlamaktaydı. Buna dayanarak her adaya devlet tarafından fon verildi.
Muhalif web sitelerinden biri olan European Radio for Belarus, Belarus Başkan adaylarının; Polonya, Litvanya va Rusya’daki gibi, zengin işadamlarınca satın alınamayacağı üzerine feryat edip durmaktadır. Bu makale Belarus muhalefetinin ‘demokrasi’ yorumu konusunda zaten yeterince bilgi vermektedir.[16]
Başkan adayları devletten eşit miktarlarda para aldıkları ve Belarus’u kapsayan tüm medya kuruluşları tarafından kendilerine cömertçe propaganda yapma olanağı tanındığı halde, hepsi de seçimi fena halde kaybetti. Çünkü adaylardan hiçbirinin önerecek kayda değer bir şeyi yoktu. Muhalif adaylar, somut politikalar tartışmak yerine zamanlarını başkanı tahkir etmekle geçirdiler. Hiçbirisi, serbest pazar kapitalizminin, olası en iyi dünya şekli olduğu konusunda Belarus halkını ikna edemedi.
OSCE basın açıklamasında, ayrıca, Belarus’ta ‘bağımsız’ medyanın yokluğundan dolayı üzüntü duyulduğu belirtilmektedir. Ancak Belarus tüm CIS ülkeleri içinde en fazla internet bağlantısı olan ülkedir. Devlet yalnızca, seks ve aşırı pornografi sitelerini ve Stormfront gibi ırkçı siteleri bloke etmiştir. Bu da alışılmışın dışı bir kontrol değildir.
Uluslararası medyaya ulaşım özgürdür ve tüm Belarus vatandaşlarına açıktır.
Belarus’ta, 2005 yılında 776 gazete vardı. Bunlardan 555’i bağımsızdı. Belarus’ta, medyayı kapsayan tüm alanlarda (televizyon ve radyo dahil) bağımsız medyanın ağırlığı, devlet yayınlarına göre daha fazladır.
ABD’de vergilerden alının milyonlarca dolar, tüm dünyada ABD-yanlısı beşinci kollara fon veren ve bir CIA cephe kuruluşu olan National Endowment for Democracy örgütü vasıtasıyla, Belarus’taki Lukashenko-karşıtı propagandayı finanse etmek için kullanılmaktadır.
Lukashenko-karşıtı yayın yapan neşriyatın çoğu, iftiradan doğan ceza ödemelerinden kaçınmak için Belarus dışına taşınmışlardır. Muhalif gazetelerden çoğu Lukashenko’yu kötülemek için son çare olarak kişisel aşağılama ve iftiralara başvurmak zorunda kalmaktadır.
ABD destekli ve onun çıkarını gözeten bir medya gözlemcisi olarak tanınan ve Washington’un beğenmediği hükümetlere rutin olarak düşmanlığını esirgemeyen Sınır Tanımayan Gazeteciler topluluğu, Belarus’ta işbirliği yaptığı muhalif gazetelerin bazılarını içeren bir liste hazırlamıştır: Narodnaya Volya
, Delovaya Gazeta, Zhoda, Regionalnaya Gazeta, Nasha Niva, Vetbskiy Kurier, Brestskiy Kruier, Inter-Press, Gazeta Slonimskaya, Borisovski Novosti, Dlya Vas, Volnay Hlybokaye et Myastsoviy Chas ve Solidarnost [17]
Bütün bunlara bir de sayısız Lukashenko-karşıtı web sitelerini, radyo istasyonlarını ve onların ABD ve AB tarafından finanse edilen gazetecilerini de eklersek, Belarus halkının, devlet propagandasının hegemonyası altında olduğu ve bir seçim yapması için bilgilendirilmesi olanaklarından yoksun bırakıldığı gibi iddialar ileri sürmek, en azından temelsiz ve gülünçtür. Belarus’ta, Avrupa’daki diğer devletlerin hepsinden çok daha fazla bağımsız medya kuruluşu vardır. Eğer ABD ve Avrupa Birliği’ndeki muhalif medya kuruluşları, devletten Belarus’takilerin aldığı kadar para alsalardı Batı’da gerçek bir devrim yaşanırdı!
Belarus’taki ‘bağımsız’ medyanın sorunu ‘bağımsız’ olmamasından kaynaklanmaktadır. Belarus halkı, düdüğü çalana kimin para verdiğini iyi bilmektedir. Bu yüzden Batı’nın sorun yarattığı ve çıkarlarını engellediğini iyi bildiği olgu, Belarus halkının entelektüel üstünlüğüdür. Basit bir ifadeyle, Belarus halkı, Batı’nın oltasındaki yemi yutmamıştır!
19 Aralık Pazar günü kalkışılan ve şiddet de içeren ayaklanmalar, OSCE’ye, seçim sonuçlarını karalaması için mükemmel bir bahane oluşturmuştu. OSCE, uluslararası medyadan da yardım alarak, Belarus hükümetinin seçimden sonraki faaliyetlerinin, her nasılsa, muhaliflerin ‘insan haklarını’ ihlal ettiğine işaret ederek, dünya kamuoyunu yönlendirme olanağına kavuştu. Bu, parlak bir şekilde organize edilmiş bir CIA operasyonuydu. Aslında, ABD’li Merkezî Haberalma Teşkilâtı (CIA) ve onun Batı’lı ortakları tarafından plânlanan ve finanse edilen ve tüm Doğu Avrupa’yı ve Orta Asya’yı kasıp kavuran, büyük, seri, renkli devrimlerden, çok kullanılan deyimiyle ‘blucin devrim’lerinden, birisini oluşturan 2006’daki darbe girişiminin bir tekrarıydı.
Belarus’ta ‘İnsan hakları’ ve OSCE
Seçimleri, insan hakları konularını, silahların kontrolünü ve ortak güvenliği gözlemleme göreviyle kurulmuş olan Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı, Kuzey Yarımküre ülkelerinin politikalarını bir araya getirip işletmek üzere Soğuk Savaş döneminde hayata geçmiş bir organizasyondur. OSCE, Belarus’ta, 1994’te, Lukashenko’nun seçimle Başkanlığa gelmesinden beri, ‘Avrupa’nın son diktatörlüğü’ndeki insan hakları ve demokrasi konularına özel, kilit konumda bir ilgi duymaya başlamıştır.
Alexander Lukashenko’nun gene ezici bir ekseriyetle kazandığı 2001 seçiminde de, OSCE, gözlemci bulundurma teklifini reddetmesine rağmen, seçimi, ‘ne özgür ne de adil olduğu’ gerekçesiyle suçlamıştı! Tartışmalı geçen seçimden bir ay sonra Fransız politikacı Jean-Marie Coûteaux, Avrupa parlamentosuna hitaben yaptığı konuşmada şöyle diyordu:
“15 Ekim’de Belarus’ta yapılan yasal seçimlerde ‘oy verme işleminin düzgün yönetilip yönetilmediğini’ gözlemlemek üzere Ekim ayının 13 ile 17’si arasında, yedi kişilik bir Avrupa Parlamentosu Üyeleri (MEP) heyeti, Minsk’i ziyaret etmiştir. Ziyaret edilen tüm oy verme yerlerindeki oy verme işlemlerinin düzgün olduğunu (oy sandıkları, her sandıkta muhalif bir üyenin bulunması, giriş yerlerindeki seçim afişleri vs.), göz önüne alarak, gözlem heyeti, bu ülkede görülen ileri seviyedeki demokrasinin altını çizmiş ve dikkatleri bu olgu üzerine çekmiştir. Çok Yazık! Rusya’nın çıkarlarından yana tavır koyarak, Lukashenko rejimini devirme hayalleri kuran ABD, Moskova’dan birkaç yüz kilometre ötede NATO üsleri kurmak amacı güden plânını devreye sokmak için, 15 gün önce, Belarus’taki seçimin demokratik olmadığını ilân etmişti.
“MEP heyetinin edindiği deneyimlerin hiçbir önemi yoktu… Çünkü, bu delegasyon, 1985-1989 yılları arasında Alman Federal Cumhuriyeti eski istihbarat şefliği görevinde bulunmuş ve Amerika’nın eleştirilerinin izinden giden Alman delegesi Bay Wieck’in başkanlığındaki OSCE Belarus seçimini gözlemleme grubuna dahil edilmişti. Bay Wieck; bu makalenin yazarının da görüşlerine katıldığı, hepsi de Belarus demokrasisinin ileriliğine dikkatleri çeken ve OSCE raporunun daha önceden hazırlanmış olduğunu kanıtlarıyla gösteren, çeşitli uluslararası gözlemci kalabalığının öfkesini karşılarken, epey zorlandı. Sonunda Batı basınının aklında kalan tek şey, OSCE’nin Belarus devleti hakkında yaptığı suçlamalar olmuştur. Dikkatleri çekmek isterim ki, OSCE; muhalefet liderlerinin büyük çoğunluğunun seçimler daha yapılmadan ÖNCE hapsedildiği Gürcistan seçimlerinin, ‘kurallara uygun’ yapıldığı konusunda karar veren aynı örgüttür! Fakat bu kez OSCE, Bay Şvardnatze’yi destekleme kararı almıştır. …”[18]
Belarus seçimini gözlemek üzere gönderilen OSCE elemanları Batılı hükümetler tarafından atandı. OSCE Parlamentosu şimdiki başkanlığını ABD Kongre üyesi Alcee Hastings yapmaktadır. ABD Federal mahkeme yargıcı olarak görevde bulunmuş olan Bay Hastings, 1989’da, ABD’de, yolsuzluk ve yalancı şahitlikle suçlanmıştı. Temsilciler Meclisi’ndeki yolsuzluk suçlaması, ‘Demokrasimizi tam kalbinden vuran bir davranış’ sözleriyle ifade edilmişti.[19]
Bay Hastings 2000’de, ABD’de, Cumhuriyetçi Parti’den G.W. Bush’un başkan seçildiği sahtekârlıklarla dolu seçimde, oyların yeniden sayımına karşı tavır alıp bunların yeniden sayılmasına karşı oy veren kongre üyelerinden biriydi. Ne gayet açık olan usulsüzlükler, ne de Cumhuriyetçilerin yürüttüğü kampanyanın bir parçası olan hileli oy verme düzeneği onu ilgilendirmiyordu.
2010 başlarında, Obama hükümeti, sağlık reformu yasa tasarısı için destek toplama girişimi içindeyken, Bay Hastings şu yorumu getiriyordu, “İş başarısız olursa bütün bu kurallar vs. boşunadır. Onları, biz, yola düzüldükten sonra koyarız.” Belarus demokratik standartları, kuralları ve yasaları hakkında karar veren işte bu adamdan başkası değildir! OSCE’nin ‘uluslararası demokratik standartlar’ kriterleri konusunda gereksinim duyduğumuz her şeyi, bu adamın geçmişine bakarak öğrenebiliriz. Genelde, basitçe, bu demokratik standartları, yola düzüldükten sonra duruma uydurup, icat edebiliyorlar!
OSCE’ye, ABD seçimlerini gözlemleme izni verilmesi olasılığına karşı, Amerikalı yeni-muhafazakâr yazar Daniel Pipes şöyle konuşuyor:
“Bu, Amerika’nın bağımsızlığını yok etmeye doğru atılmış önemli bir adımdır. Belki fiilî olarak değil (seçimleri gözlemleyen birinin ne zararı dokunabilir ki?) ancak kavramsal olarak (OSCE’yi ve belki de ilerde başka kurumları, yerli güvenliğin ve idarecilerin başına getirerek) atılmış bir adımdır. Cumhuriyetçi bir idarenin bu çeşit bir adıma onay vermesi ise durumu çifte kaygılandırıcı bir hale getirmektedir.”
Pipes, konuşmasına devam ederek, Alcee Hastings gibi, mahkûm edilmiş bir suçlunun, OSCE’nin yardımcı-başkanlığına getirilmesinin, delilikten başka bir şey olmadığına işaret ediyor. Pipes, bu çeşit yolsuzluk yapmış görevlilerin Amerikan seçimlerini gözlemlemesi gerçeği karşısında aşırı öfkelidir. Bu konuda, Amerika Politika Merkezi başkanı Tom De Weese’nin bir yazısından alıntı yapmaktadır:
“Aşırı öfke daha da aşırı bir hale geldi. Dış İşleri Bakanlığı, yalnızca, güvenilmez yabancı bürokratlardan oluşan bir grubu, bizim özgür seçimlerimize karışsınlar diye davet etmekle kalmadı, ABD Kongresi’nin en yozlaşmış üyelerinden birini de bu grubun başkanlığına getirebildi. Madem böyle, Dış İşleri Bakanlığı, neden O.J. Simpson’u da davet edip FBI suç la
boratuarlarının başına geçirmiyor?”[20]
Pipes’in kaygısı, bu çeşit kişilerin Amerikan seçimlerinde gözlemci olarak görev yapmaları. Fakat tabiî ki, hüküm giymiş bu gibi suçlulara Belarus ‘demokrasi’sini izleme görevi vermek son derece kabul edilebilir bir olay olabiliyor! Hüküm giymiş suçluların, demokrasinin ‘uluslararası standartları’ konusunda verdikleri dersi dinlemeye zorlanan Belarus görevlilerinin içlerine hapsettikleri öfkeyi hayal etmek zor olmasa gerek.
Yukarıda belirtildiği gibi, OSCE’nin insan hakları bölümü olan Demokratik Kurumlar ve İnsan Hakları Masası (OIDHR)’nin şimdiki şefi, saygıdeğer, Alman diplomat Geert Ahrens’tir.
Ahrens daha önce, 1990’larda, Yugoslavya’da, Alman büyükelçisi olarak görev yaptı.
Oradaki misyonu, azınlıklar ve etnik çatışmalar sorunu üzerine çalışmak için kurulmuş bir gruba başkanlık etmekti. O bunu bilsin veya bilmesin, Yugoslavya’daki etnik çatışmaları kışkırtan başlıca ülkelerden biri de kendi devletiydi. Kosova Kurtuluş Ordusu şeklinde örgütlenmiş olan Usama Bin Ladin’le bağlantılı İslâmcı narko-teröristleri silahlandırmak, eğitmek ve finanse etmek üzere, güçlerini CIA güçleriyle birleştiren, Bundesnachtrichtensdiendst-Alman Federal İstihbarat Bürosu’ndan başkası değildi.[21]
Almanya’nın narko-teröristlere üstü-örtülü arka çıkmasının amacı, Hitler’in 1941’de başlattığı, Hırvatistan, Büyük Arnavutluk ve Bosna devletlerini kurdurma işini tamamlamaktı. İkinci Dünya savaşı sırasında, Naziler, Kosova ve Arnavutluk’ta SS Skanderbeg bölüklerini ve Bosna ve Hırvatistan’da SS Handschar bölüklerini silahlandırdı ve eğitti. Bu İslâmcı-faşist güçler, Üçüncü Reich tarafından, Yugoslavya’daki komünistlere ve partizanlara karşı savaşmak üzere yetkilendirildiler. NATO’nun Yugoslavya’yı bomba yağmuruna tutarak tahrip ettiği saldırılarda da aynı metodlar kullanıldı. İslâmcı teröristler o zaman Nazi’lere hizmet etti, şimdi de aynı hizmeti NATO’ya vermekteler. Tarih klişeleri üzücü ama maalesef doğru.
Alman Nazi’leri, Belarus faşistleri ve CIA
Alman istihbaratının CIA ile bağlantısının kökü çok eskilere gider. Hitler’in en üst düzey istihbarat görevlilerinden biri olan Reinhold Gehlen, 1968’e kadar hizmet verdiği savaş-sonrası Alman istihbarat ağının başkanlığına, CIA’nın seçimiyle atanmıştır. Savaş-sonrası Batı Almanya’sının devlet ve istihbarat aygıtında hizmet vermiş çok sayıda Nazi vardır. Bunlar, insanlığa karşı tarifsiz suçlar işledikleri ülkelerde, ‘demokrasi’, ‘özgürlük’ ve ‘insan hakları’ kışkırtıcılığı yapmaktadırlar.
Belarus’ta, ‘insan hakları’ ve ‘sivil toplum’ eylemcileri, esas olarak, sağ-kanattır ve Ruslardan nefret eden milliyetçilerden oluşmuştur. Bunlar, II. Dünya Savaşı sırasında Belaruslu Nazi işbirlikçilerinin kullandığı Litvanya’nın iğrenç Grand Dutchy bayrağını dolaştırarak, Belarus halkına gözdağı veriyorlar.
ABD, CIA’nın bir cephe örgütü olan National Endowment for Democracy (Demokrasi için Ulusal Bağış) kurumu aracılığıyla, her yıl Belarus’taki kapitalist propaganda için milyonlarca dolar akıtmaktadır. Belarus’ta ABD tarafından fonlanan sayısız web sitesi vardır. Bunlardan birisi, Lukashenko-karşıtı bir web sitesi olan Chapter 97’dir. Bir diğeri Irak savaşını destekleyen ‘insan hakları’ web sitesi. Radio Liberty ise her gün ABD-yanlısı propagandasını radyo dalgalarıyla ülkeye yaymakta.[22]
Belarus’ta pek çok kişi, Radio Liberty’nin soğuk savaş yılları boyunca süren milliyetçi yayınlarını hatırlıyor. Radio Liberty, yayınlarının çoğunda, Belarus’u işgal eden Nazi’lerle işbirliği yapan Ukraynalı ve Belaruslu savaş suçlularını övmüş ve yüceltmiştir. Bu suçlular arasında Barbarossa Operasyonu sırasında binlerce komünist ve Yahudi’nin katledilmesinden sorumlu olan Belarus Özgürlük Hareketi lideri Dmitri Kasmovic de vardır. Kasmovic, Soğuk Savaş süresince ABD istihbaratı için çalışmıştı ve ABD’deki Cumhuriyetçi Parti çevreleriyle sıkı bağlantıları vardı.
Bu kişilere büyük tolerans ve saygıyla yaklaşmaları, Başkan Lukashenko ve Belarus otoritelerine büyük itibar kazandırmıştır. Eğer bu suçlular, Belarus’tan ters bir muamele görmüş olsalardı, AB ve ABD’nin, Kolombia, Ruanda ve Kosova’da yaptığı uygulamalar gibi, Belarus otoriteleri ve Lukashenko da, ölüm mangalarıyla yüz yüze geleceklerdi.
CIA’nın alçak metodolojileri değişmedi ve Belarus halkının çoğunluğu, CIA’nın hırslı, savaş yanlısı ve insanlık-karşıtı ideolojilerinden tiksinti duymaktadır. Belarus halkı, şimdi ‘insan hakları’ ve ‘demokrasi’yi savunuyor gibi görünen aynı uluslararası finans kurumları tarafından finanse edilen faşist saldırganlara karşı, geçmişte, kahramanca savaşlar vermiştir.[23]
Belarus, 16 yıldan beri bağımsız demokratik bir devlettir. Batı’lı istihbarat teşkilâtlarının anlayamadıkları şey, Belarus’un, uluslararası kapitalizmin Üçüncü Reich şekline bürünmüş canavar ruhlu zorbalığından dolayı, milyonlarca vatandaşını kaybetmiş bir ülke olmasıdır.
Belarus çalışan sınıfı ve Belarus Büyük Vatanseverlik Savaşı’nın emekli askerleri, oylarını Lukashenko’ya vermişlerdir çünkü Lukashenko, finansal kapitalizmin Avrupa Birliği otoritesi altındaki varlığına yenilmeyi reddetmiştir. Oylarını Lukashenko’ya vermişlerdir çünkü, ücretler her yıl artıyor, emekli maaşları güvende, ülkede parasız sağlık hizmetleri, tam istihdam ve parasız eğitim var. Bunlar, milyonlarca Sovyet yurttaşının uğruna yaşamını yitirdiği somut özgürlükler. Onlar geçmişte de faşistler karşısında yenilmedi, şimdi de yenilmeyecekler.
Notlar:
[1]http://www.bpc.by/Search/NewsDoc.asp
[2]http://www.bpc.by/Search/NewsDoc.asp
[3]http://www.bpc.by/Search/NewsDoc.asp
[4]http://www.bpc.by/Search/NewsDoc.asp
[5]http://www.news.belta.by/en/news/politics?id=602192
[6]http://www.bpc.by/Search/NewsDoc.asp
[7]http://www.news.belta.by/en/news/politics?id=602192
[8]http://www.bpc.by/Search/NewsDoc.asp
[9]http://www.news.belta.by/en/news/politics?id=602192
[10]http://www.law.by/work/EnglPortal.nsf/6e1a652fbefce34ac2256d910056d559/d93bc51590cf7f49c2256dc0004601db?OpenDocument
[11]http://www.osce.org/item/48242.html
[12]20 Aralık 2010 Pazartesi günü yazarla yapılan özel telefon görüşmesi.
[13]http://www.en.ruan.ru/world/20101220/161854376.html
[14]http://spiked-online.com/Articles/00000002D26F.htm
[15]http://www.foxnews.com/story/0.2933.189104.00.html
[16]http://vibary.euroradio.fm/en/how/1352
[17]http://www.rsf.org/article.php3?id_article=15187
[18]http://www.pmcouteaux.org/cabris/cabris9.html
[19]http://freedommag.org/english/vol2716/page28a.html
[20]http://www.danielpipes.org//blog/2004/08/foreigners-monitor-us-elections
[21]http://www.globalresearch.ca/articles/BEH502A.html
[22]http://www.ned.org/where-we-work/eurasia/belarus
[23]Anthony Sutton’un yazdığı Wall Street and the Rise of Hitler. Şu internet adresinden edinilebilir: http://www.reformed-thology.org/html/books/wall_street/
Gearóid Ó Colmáin İrlanda’nın çokkültürlü gazetesi Metro Éireann’da İngilizce ve Gal dilinde fıkra yazarı. Kendisine ait blog: www.metrogael.blogspot.com
Adresi: gaelmetro@yahoo.ie.
[Global Research’teki İngilizce orijinalinden Hatice Aksoy tarafından Sendika.Org için çevrilmiştir]