2007’de ilki gerçekleştirilen Halkın Hakları Forumu’nun Sonuç Bildirgesi’nde “Mücadele etmeyen halkın hakkı da olmaz!” denmişti. İçinden geçtiğimiz bugünler bu sözü tekrar tekrar doğrulamaktadır. Neyse ki sadece “mücadele etmeyen halkın hakkı olmaz” safhasında takılmış değiliz; “hakları için mücadele eden halk var” safhasına da geçmiş bulunuyoruz. AKP iktidarının son “torba yasa” ile emekçilerden alıp götürmek istedikleri ancak […]
2007’de ilki gerçekleştirilen Halkın Hakları Forumu’nun Sonuç Bildirgesi’nde “Mücadele etmeyen halkın hakkı da olmaz!” denmişti. İçinden geçtiğimiz bugünler bu sözü tekrar tekrar doğrulamaktadır. Neyse ki sadece “mücadele etmeyen halkın hakkı olmaz” safhasında takılmış değiliz; “hakları için mücadele eden halk var” safhasına da geçmiş bulunuyoruz.
AKP iktidarının son “torba yasa” ile emekçilerden alıp götürmek istedikleri ancak emekçilerin mücadelesiyle savunulabilecek. Bu mücadele verilmezse bir dizi hak kaybedilecek. Bir tarafta mevcut güvencelerini kaybetmekte olan işçiler, diğer yanda taşeron ihalesini fiilen engelleyerek çalışma haklarını koruyan taşeron işçileri… Bir tarafta AKP iktidarı karşısında “çaresiz” görüntüler sergileyen “kocaman” sendikalar, diğer tarafta AKP’lilere, ele geçirdiğini sandığı üniversiteleri dar eden gençlik… Bir tarafta işçilerin servis hakkından vazgeçen sendikalar, diğer tarafta ulaşım hakkı mücadelesinde Topbaş’ı, Gökçek’i köşeye sıkıştıran eylemler… Bir tarafta mücadele etmediği için eldeki haklarını kaybedenler, diğer tarafta kendilerine hak görülmeyeni mücadele ederek hak haline getirenler ve zaman zaman söküp alanlar.
Toplumsal muhalefetin geleneksel merkezlerinin krizi karşısında; meşru, militan ve kitlesel bir temelde gelişen hak mücadelelerinin açığa çıkardığı ışık, bugün bu geleneksel merkezlerin temsil ettiği kesimlere de yol göstermektedir. Halk hareketi açısından yükseliş kapısının açıldığı 2010; kamu emekçileri grevi, Tekel direnişi ve 1 Mayıs gibi akıllara kazınan çıkışlarıyla, toplumsal muhalefette yükselmekte olan ile tükenmekte olan arasındaki gerilimin belirgin biçimde açığa çıktığı bir yıl oldu. Kuşkusuz bu durum inişli çıkışlı bir süreç izleyecek. Bilmemiz ve unutmamamız gereken ise bu iniş-çıkış ve ilerleme- geri çekilme sürecinin hangi evrelerinin hâkim olacağını devrimci müdahalelerin belirleyeceğidir. Yaşadığımız günlerde bu sürecin her iki yönünü bir arada gözleme olanağına sahibiz.
2011’e muhalefetin bütünlüklü olarak hareketli girdiği söylenemez. Hak mücadeleleri ekseninde gelişen hareketler, güvenceli çalışma, ulaşım, eğitim gündemlerinde parçalı da olsa kayda değer çıkışlarla ilerlemesini sürdürüyor. Ancak toplumsal muhalefetin geleneksel merkezleri açısından iç açıcı bir tablodan söz etmek mümkün değil. Başta Torba Yasa ve Ulusal İstihdam Stratejisi olmak üzere kapıya dayanan ciddi saldırılar karşısında etkisiz ve hareketsiz kalınmış durumda.
Geleneksel sendikal yapılar, AKP, 9 yıllık iktidarı boyunca herhangi bir konuda işçi sınıfı ile bir kez olsun “uzlaşma”ya yanaşmış gibi bir beklenti ve zorlama ile hükümetle uzlaşı arayışı içine giriyor. Torbadaki “iyileştirme” gibi görünen şeylerin asıl yıkımı gizlemek maksadıyla konmuş düzmece şeyler olduğunu bilmemek bir kenara, şüphelenmemek ciddi bir sorundur. Yapılması gereken vergi affı ve SSK prim affı gibi işçi sınıfının çıkarına olmayan maddelere takılmak yerine, “torba”ya doldurulan yasaların çöp torbasına atılması için mücadele ve işçi sınıfının taleplerini kendi eylemi ile oluşturmasına önderliktir. İşçi ve kamu çalışanları örgütleri esnaf sanatkarlar odası gibi davranmaktan vazgeçmelidir.
Ortaya çıkan bu tablo, bir yönüyle emek hareketinin önemli birikimlerine sahip konfederasyonların inisiyatif boşluğundan kaynaklanmaktadır. Oysa bundan sadece bir yıl önce KESK, 25 Kasım 2009’da, dar sendikal kalıpları kıran etkili bir grev örgütleyerek hem konfederasyonlar hem de toplumsal muhalefet içinde bambaşka bir pozisyon tutabileceğini göstermişti. KESK’in bu başarısı kendi üyelerinin “memuriyetten doğan” özlük hakları ve ücret mücadelesinin ötesine geçerek parasız eğitim, parasız sağlık gibi emekçilerin ortak çıkarlarına seslenen hak taleplerini de gündemine alması ile açığa çıkmıştı.
Avrupa’da başlayan halk hareketleri, şimdi de Tunus’tan başlayarak Afrika ve Ortadoğu’ya yayılıyor. Bir sonraki adresin bizim ülkemiz olmasının önünde nesnel koşullardan kaynaklanan bir engel yoktur. Ne toplumsal çelişkiler daha az keskindir ne de halk, mücadele etmenin yolunu yöntemini bulmaktan acizdir. Yol ve yöntem her gün daha da belirginleşiyor.
Barınma hakkı için, HES’lere karşı çevre ve su hakkı için, güvenceli çalışma hakkı için, ulaşım hakkı için, demokratik bir üniversite için… süren direnişler ve mücadeleler, halkın mücadelenin öznesi olabileceğini ve nasıl kazanım elde edilebildiğini gösteriyor. Bütün hak mücadelelerinin mücadele programına, örgütlenmelere kavuşturulması görevi önümüzde duruyor. Bu görevin gerekleri yerine getirilmeden bu mücadelelerin ilerlemesi ve kendiliğinden halk hareketine dönüşmesi beklenemez. Aynı zamanda bu görevler seçimlerde elde edileceği varsayılan “kazanım” ve “mevzilere” bağlı olarak da tasarlanamaz. Halkın haklarını halkın taleplerine ve halkın eylemine dönüştürmeyi hedefleyen bir mücadele ve örgütlenme programı için biriktirdiklerimizi iyi değerlendirmeliyiz.
Bizi hareketli bir bahar bekliyor. Kadınlar, güvencesizler, çevre direnişçileri, ulaşım eylemcileri, barınma hakkı militanları, “Üniversiteler Bizimdir” diyen gençlik hareketi, eğitim hakkı meclisleri… AKP’ye boyun eğmeyenler, iktidarın temsilcilerini gittikleri her kampüste, işçi kentinde, hatta stadyumlarda seslerini yükselterek karşılıyor. Seçim dönemine girdiğimiz bu süreçte AKP’liler ancak kendi kümeslerinde dolaşabilecekler.
Sokaklar; parasız ulaşım, parasız beslenme, parasız eğitim hakkı isteyen, yap-boz eğitim sistemine karşı çıkan velilerin ve öğrencilerin, güvenceli ve demokratik katılım hakkı talep eden eğitimcilerin mücadele alanı artık.
Sokaklar; neoliberal gerici, erkek egemen AKP’ye karşı politik bir kadın hareketi yaratma iddiasıyla birleşen kadınların güvenceli iş, kayıtsız şartsız sosyal güvence, kreş talepli eylemlerine; kadına yönelik şiddet ve gericiliğe karşı mücadele kararlılığına tanıklık edecek.
Sokaklar; sermayenin suyu metalaştırma planını bozmak için kırlarda santrallere karşı, kentlerde su hizmetlerinin piyasalaştırılmasına karşı halkın su ve yaşam hakkını savunanların olacak.
Bu baharda ayrı ayrı ve hep beraber seslerini yükseltmeye hazırlar. Devrimcilere düşen halkın bahar beklentilerine cevap verebilmektir. Baharı erkene almanın bir sakıncası yok! Bahara merhaba diyelim.