PKK lideri Abdullah Öcalan, bazı güven verici pratik adımlar atılmazsa Mart’la birlikte aradan çekilebileceğini söyleyerek, “Güven kaybı ve ortamın gerginleşmesi ile birlikte seçim sürecine de sancılı bir şekilde de girilebilir. Bahsettiğim pratik adımlar atılmazsa Mart’ta çekilebileceğim hususunu halkımız da herkes de bilmelidir” dedi. Öcalan’ın Çarşamba günü gerçekleşen haftalık olağan görüşmesinde güncel gelişmeler ve tarihsel alt […]
PKK lideri Abdullah Öcalan, bazı güven verici pratik adımlar atılmazsa Mart’la birlikte aradan çekilebileceğini söyleyerek, “Güven kaybı ve ortamın gerginleşmesi ile birlikte seçim sürecine de sancılı bir şekilde de girilebilir. Bahsettiğim pratik adımlar atılmazsa Mart’ta çekilebileceğim hususunu halkımız da herkes de bilmelidir” dedi.
Öcalan’ın Çarşamba günü gerçekleşen haftalık olağan görüşmesinde güncel gelişmeler ve tarihsel alt yapıları konusunda önemli açıklamalarda bulunduğu öğrenildi. Kürt sorununun çözümünde hükümetin tavrının önemli olacağını belirten Öcalan, Mart ayına kadar güven verici bazı pratik adımların atılması gerektiğini kaydetti. Tahliye edilen Hizbullahçıları da değerlendiren Öcalan, burada yaratılmak istenenin “Kürt Haması” olduğunu ancak bunların şebeke olduğunu vurguladı. Öcalan, Kürtleri de özsavunma yöntemlerini geliştirmeye çağırdı.
Yazdığı savunmalarına değinen Öcalan şunları söyledi:
YOL HARİTASINDAKİ 10 İLKE
“2009 yılında savunmamın bir parçası olarak hazırlayıp sunduğum Yol Haritası sanırım AİHM’e ulaşmış. O dönemin günceline cevap olmak için acelece ve taslak halinde yapılmış bir çalışmaydı. Yol haritasında işlediğim konuları son savunmamın V. cildinde çok ayrıntılı ve çok daha derinlemesine işledim. Yol haritasında işlediğim konular bu yönüyle aşıldı. Ancak yine de yararlanılabilir. Bazı bölümleri ise hala büyük oranda uyduğumuz bölümlerdir, özellikle çözüm modelleri başlığı altında işlediğimiz konular. Büyük oranda orada bahsettiğim çözüm modeli halen geçerlidir, buna uymaya ve uygulamaya çalışıyoruz. Bu yönüyle de değerlendirilebilir. Yol haritasında bahsettiğim özellikle çerçevesini çizdiğim on ilke önemlidir. Bu ilkelerin kapsamlıca tartışılması ve anlaşılması gerekiyor.”
ÖZERKLİK ÇALIŞMALARI HALKA KAVRATILMALI
“Diyarbakır’daki Kongre bazı çalışmalarda geç kalıyor. DTK Demokratik Özerklik Çalışmasını eksik ele aldığını ifade etmiştim. Ben defalarca demokratik özerklik çalışmalarının öncelikle topluma yedirilmesi, halka kavratılması, kendi içinde tartışılması gerektiğinden bahsetmiştim. Bu altyapı oluşturulmadan, bunlar tamamlanmadan sanki ilan anlamına gelen bir çalıştay yapıldı, bu da yanlış anlamalara yol açtı. Demokratik özerklik tartışmaları başlangıçtır, bu bir starttır. Benim burada dile getirdiğim bazı hususlar kamuoyunda yanlış tartışılıyor, eksik ele alınıyor. İşler bu şekilde gitmez. İşte demokratik özerklik meselesi de böyle yüzeysel ele alındı. Ben bu projenin topluma yedirilmesi, halk içinde özce tartışmaya açılmasından bahsettim. Ancak bunlar yapılmadan hemen kamuoyuna bir nevi ilan şeklinde yansıtıldı. Altyapısı daha iyi hazırlanabilirdi. Hazırlıksız, altyapısı tam oluşturulmadan ele alınması yanlış anlaşılmaları da beraberinde getirdi. Yine Hizbullah’a ilişkin değerlendirmelerim de öyle. Bu konular ele alınırken tarihsel arka planıyla, tarihsel çözümlemelerle birlikte ele alınması gerekiyor. Sadece güncel boyutuyla ele alınırsa ne dediğimiz de anlaşılmaz, yetersiz kalır. Yaptığımız her işin bir anlamı, derinliği olmalıdır.”
AKP HEGEMONİK GÜCÜNÜ İNŞA ETMEYE ÇALIŞIYOR
“AKP’nin hegemonik gücünü kurmaya çalıştığı yönündeki tespitlere yakınım. AKP’nin hegemonik gücünü kurmaya çalıştığına büyük oranda ben de inanıyorum. Böyle bir tehlikenin işaretleri var. Burada AKP konusunda oldukça yoğunlaşıyorum, son dönemlerde kafa yoruyorum, anlamaya çalışıyorum. Ulaştığım sonuçlar büyük oranda AKP’nin hegemonik gücünü inşa etmeye çalıştığı yönündedir. Bu noktada medya da dahil her yeri ele geçirmeye çalışıyorlar. Bizim geliştirmek istediğimiz demokratik modernite anlayışı birçok kesimin de dikkatini çekiyor sanırım. Bazı bilim adamları, felsefeciler bu konuda tartışmalar yürütüyor, yani modernlik kavramı etrafında ciddi tartışmaların yürütüldüğünü görüyoruz. Bu tartışmaların bizim geliştirmek istediğimiz demokratik modernite anlayışıyla ilgisi olduğunu düşünüyorum.
ANLAYIŞIMIZ ÖZGÜR YURTTAŞI HEDEFLER
Türkiye’de hegemonik güç savaşının yüz yıllık geçmişi vardır. Ta Enver Paşa dönemine kadar dayanır. 1920’lerde bunun işaretlerini görürsünüz. Türkiye’de bugüne kadar ortaya çıkan iki türlü hegemonik güç anlayışı var. Birincisi CHP’nin başını çektiği laik-cumhuriyetçi hegemonya. İkincisi ise AKP’nin başını çektiği Türkçü-İslamcı hegemonya. Biz bu iki hegemonyayı da reddediyoruz. Bizim geliştirmeye çalıştığımız üçüncü yol, demokratik modernite anlayışıdır-yoludur. Bizim demokratik modernite anlayışımızda insan haklarına saygılı, demokratik yasal-anayasal bir sistem vardır. Özgürlükçüdür. Özgür yurttaşı hedefler. Biz ne federalizm istiyoruz ne konfederalizm istiyoruz. Ayrı bir devlet de istemiyoruz. Bir devlet verseler de kabul etmeyiz. Biz halk olarak, Kürtler olarak Cumhuriyet içinde demokratik haklarını kullanabilen özgür yurttaşlar ve özgür toplum olarak birlikte yaşamak istiyoruz”.
HEGEMONİK GÜÇ SAVAŞININ 100 YILLIK TARİHSEL TEMELİ VAR
“Dediğim gibi Türkiye’de bu iki hegemonik güç savaşının yüz yıllık tarihsel temeli var. Laik-Cumhuriyetçi hegemonya, Cumhuriyetin kuruluş yıllarında, 1920’lerde Türk orta sınıf burjuvazisiyle Yahudilerin ittifakı sonucu ortaya çıktı. Bu ittifak sonucu yeni cumhuriyetin inşasına gidilirken kendisince tehlikeli gördüğü bütün toplumsal kesimler tasfiye edildi. Bu ittifakın arkasındaki hegemonik güç ise İngiltere’dir. Türk orta sınıf burjuvazisiyle Yahudilerin ittifakı -bu ittifakın içerisinde Yahudilerin entelektüelleri de vardır- bir nevi bugün Beyaz Türkçü denilen anlayışın da alt yapısını oluşturur, onu temsil eder. O dönem Yahudilerin bir devleti de yoktu o nedenle yönlerini Anadolu’ya döndüler, burada etkin oldular. O dönem ortaya çıkan tablo, daha önce de değinmiştim bir nevi proto-yahudilik, proto-İsrail’dir. Bir nevi İsrail devletinin ön biçimiydi. O dönem yaratılan buydu. Bu ittifak yani laik-Cumhuriyetçi hegemonya 1923-1950 arası sisteme tam hakimdir. Bu arada kendisine zararlı gördüğü bütün toplumsal kesimleri tasfiyeye yönelmiştir. Kürtlerin devlet içerisindeki sürekliliği, ağırlığı bu dönemde sona erdirilmiştir. Bu tasfiye, çeşitli provokasyonlarla sağlanmıştır. Şeyh Sait’e karşı yapılan provokasyonu gibi. Bu döneme kadar süren Kürtlerin devletsel sürekliliği-ağırlığı komplolarla provoke edilip isyana teşvik ve sonrası askeri müdahalelerle sonlandırılmıştır. Böylece Kürtler sistem dışına atılmıştır. Yine İslamcılar da aynı şekilde yaratılan provokasyonlarla tasfiye edilmiştir. İşte o şapka devrimi adı altında Kastamonu’da Atıf Hoca ve Menemen örnekleri gibi olaylarla İslamcılar provoke edilip ardından bastırılarak tasfiye edilmiştir. Bunlar daha sonra Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nda da bir araya geldiler. Tekrar bir araya gelip bu partide toplansalar da darbelendiler, partileri kapatıldı. Bu dönem Mustafa Kemal, sadece bir simge haline getirilip tamamen etkisizleştirildi. Cumhuriyetin kuruluşunda önemli roller alan meşhur dört paşa da zaman içerisinde tasfiye edildiler. Bu dönem yine sosyalistlerin de ilk tasfiye dönemidir. İşte bu tasfiyeler dönemi CHP öncülüğündeki laik-cumhuriyetçi hegemonya dönemidir.”
AĞCA PAPAYA SUİKAST İÇİN KAÇIRILDI
“1950’den sonra Türkiye’nin NATO’ya üye olmasıyla birlikte 1950-80 arası bu laik-cumhuriyetçi hegemonya biraz farklılaşsa da etkinliğini sürdürdü. Öyle ki kendi hegemonik anlayışı dışına ç
ıkan herkesi darbelerle tasfiye etmekten de çekinmedi. Adnan Menderes’in başına getirilenler buna en iyi örnektir. Çünkü Menderes biraz bu hegemonyanın dışına çıkmak istedi, işte Rusya’ya gidip burada ilişkiler geliştirmek istedi. Bunlar Menderes’in sistem dışına çıkması olarak değerlendirildi ve bu süreç Menderes’in asılmasıyla sonuçlandı. Yine Erbakan, Demirel, Ecevit dönemlerinde de aynı şekilde olmasa da yine hegemonik müdahalelerde bulunuldu. İşte Demirel buna en iyi örnektir. Demirel gitti-geldi, en sonunda bu hegemonik güce ayak uydurdu. Bu dönem NATO’ya üyelikle birlikte Türkiye’de Gladio örgütlenmesi, toplumsal gelişmelere müdahalede bulunup önemli rol oynamıştır. Bilindiği gibi Gladio, NATO’nun özel savaş örgütlenmesidir. 1980’e kadar NATO Gladiosuyla Türkiye Gladiosu tamamen birdir, özdeştir.
Daha iyi anlaşılması için bir örnekle açıklayayım. Ağca’nın Maltepe cezaevinden kaçırılması, Papa’ya suikast düzenlemesi karşılığında yapılmıştır. Türk Gladiosuyla NATO Gladiosunun birliğinin, özdeşliğinin bir örneğidir. Büyük oyunun bir parçası için bir Türk kullanılıyor. 1980 askeri darbesinden sonra ise aralarındaki ilişkide farklılaşmalar oldu. 1980 sonrası bu değişimi Kenan Evren’in “Türkiye Gladiosu ile NATO Gladiosu arasındaki ilişki 80’lerde farklılaştı, ’90’larda ise Türkiye Gladiosu özerkleşti’ anlamında ifadeleri çok iyi özetlemektedir. 12 Eylül askeri darbesinin ilk yıllarındaki sonuçlarına fazla değinmeyeceğim. NATO Gladiosunun PKK üzerindeki ilk oynaması 1985 yılıdır. PKK’nin silahlı atılımından hemen sonra, 1 yıl sonra uygulanmaya başlanmıştır. Ancak dikkat çekmek istediğim nokta şudur; 1985 yılı NATO Gladiosunun PKK’ye ilk müdahale yılıdır. 1984 silahlı atılımından hemen sonra, bir yıl sonra NATO Gladiosu PKK ile savaşmaya başlamıştır ve bu müdahaleyi de NATO Antlaşmasının 5. maddesine dayandırmışlardır. Biliyorsunuz NATO Antlaşmasının 5. maddesine göre NATO’ya üye devletlerden birine karşı yapılan saldırı tüm NATO üyelerine yapılmış sayılır şeklinde düzenlenmiştir. İşte NATO bu maddeye dayanarak PKK’ye müdahalesini 1985 yılında başlatmıştır. Türkiye NATO’nun 5. maddesinin uygulanmadığını söylüyor. Tabi bu müdahale yasal-resmi ilan edilmiş bir kararla yapılmamıştır, açıklanmamıştır ama gizli bir şekilde Gladio tarzında, özel savaş olarak başlatılmış ve yürütülmüştür. Biliniyor NATO Gladiosu’nun merkezi Almanya’dır. Almanya 1987 yılında PKK’yi terör örgütü listesine alarak bir nevi NATO’nun tavrını netleştiriyordu. 1987 yılında Almanya’da alınan bu kararla PKK’nin üzerine gidildi. Onun etkisiyle birçok yerde PKK’nın faaliyetleri yasaklandı.
EN KARANLIK DÖNEM, ÇİLLER-GÜREŞ DÖNEMİ
Son olarak da bu süreç 2000’li yılların başlarında AB’nin PKK’yi terör örgütü listesine almasıyla tamamlanmış oluyordu. Türkiye’nin PKK ile savaşı, Türkiye Gladiosu ile NATO Gladiosu arasındaki özdeşlik ilişkisinin karakterini de değiştirdi. Kenan Evren’in bahsettiğim sözü bunu kanıtlıyor. Çiller darbesiyle birlikte Türkiye Gladiosu bir nevi özerkleşti. Özal’ın Kürt sorununu çözme konusundaki iyiniyetli yaklaşımı biliniyor. Hatta o dönem Özal ve Jandarma Genel Komutanı’nın -Eşref Bitlis’in- iyiniyetli çözüm çabaları vardı. Bu çabalar Gladio’yu rahatsız etmişti. Hatta hatırlıyorum bir gazeteci, sanırım Mehmet Ali Birand idi, benimle röportaj yaptıktan sonra Özal, kendisini arayıp ona ‘sen beni çok zor durumda bıraktın, başıma iş aştın, şimdi benim üzerime gelecekler’ dediği biliniyor. Zaten bu konuşmasından iki üç gün sonra kendisine Kartal Demirağ tarafından suikast düzenlendi. Özal bu tehlikelerin farkındaydı. Ancak bunlardan yılmadı, yine de cesaretlice sorunu çözmek istedi. Bu sorunun çözümüne girişmeyi tek başına yapmaya çalışması kendi sonunu getirdi. Ve görüyorsunuz hala ölümüyle ilgili dosya kapanmamış durumda, savcılık soruşturması aşamasında devam ediyor. Özal’ın öldürülmesiyle açıkça Çiller’in başbakanlığı ve Doğan Güreş’in genelkurmay başkanlığı dönemine yol açıldı. Bu dönem Türkiye Cumhuriyeti’nin en karanlık dönemidir. Kenan Evren’in bahsettiği özerkleşme budur. Bu, Çiller darbesidir. O dönem 4 bin köyün yakılması, boşaltılması ve yüzbinlerce Kürdün göçe zorlanması hatta onbinlercesinin de katledilmesi olayları da var. Bu olaylar bile tek başına en az Ermeniler ve Rumlara yapılanlar kadar ağırdır. Ermeniler ve Rumlara yapılan fiziki soykırımdan daha da ağır sonuçları olan bir dönemdir. Belki Ermeniler ve Rumlar üzerinde sağlanan başarı Kürtler üzerinde sağlanamadı ancak yapılmak istenen ve amaçlanan en az Ermeniler ve Rumların başına getirilmek istenendi.
GÖRÜŞTÜĞÜM HEYET İYİ NİYETLİ AMA NE KADAR ETKİLİ?
PKK’nin ortaya çıkışından sonra, o dönemde PKK’ye karşı Gladio içindeki ittifaka Güney Kürdistan yönetimi de dahil edildi. Daha sonra Suriye ve İran da PKK’ye karşı olan bu ittifaka çeşitli şekillerde dahil edilmiştir. Biliniyor, geçenlerde NATO, Barzani’ye NATO Barış Ödülü verdi. Bu verilen ödül de bu ittifakla bağını gösteriyor. Yine 1990’lı yıllarda bilindiği gibi Barzani’yle, o dönem bölgede görev yapan komutanlardan Necati Özgen ve bazı itirafçılarla birlikte çektirdikleri fotoğrafları var. Bunların hepsi o dönemki Gladio ittifakının ispatı gibidir. Bu dönem ta 1997-98 Çevik Bir dönemine kadar devam eder. 28 Şubat sürecine kadar bu şekilde gelindi. NATO Gladiosu, Türkiye Gladiosu’nun bu özerkleşmesinden rahatsız olmuştur. Hatta Karadayı ve Kıvrıkoğlu NATO Gladiosunun o dönem için temsilcileri gibidirler. Bunların hareket alanları da Türk Gladiosunun etkisi altında daraltılmıştı. Bütün bu olumsuzluklar karşısında dönem dönem Kürt sorunun çözümü konusunda bazı iyi niyetli adımlar atılmak istendi. Özal’ın girişimleri onun sonu oldu, Özal o şekilde tasfiye edildi. Yine Erbakan dönemindeki girişimler siyaseten tasfiye biçiminde bastırıldı. Ecevit döneminde bazı iyiniyetli girişimler oldu. Ecevit döneminde ben buradayken bazı iyiniyetli kesimler sorunun çözümü için buraya gelip benimle görüşüyorlardı. Çözüm için çabaladıklarını söylüyorlardı.
MART’LA BİRLİKTE ARADAN ÇEKİLEBİLİRİM
Son olarak da şimdi burada görüştüğüm heyetin iyiniyetli çabalar içerisinde olduklarını görüyorum. Ancak bu heyetin ne kadar etkili-yetkili olduğunu, hükümet üzerinde ne kadar etkili olduğunu bilmiyorum. Ecevit döneminde gelenlere de sormuştum, ‘ne kadar güçlüsünüz, çözüm için gücünüz var mı, kendinizi dinletebilir misiniz?’ şeklinde sorular yöneltiyordum. Onlar da “merak etme bütün sorumluluk bizde gücümüz var” diyorlardı. Ancak gittiler bir daha gelmediler, taru-mar oldular, dağıldılar. Şu anda işleyen süreç nasıl devam edecek bilemiyorum. Burada önemli olan hükümetin tavrıdır. AKP Mart’a kadar bazı pratik adımları atmalıdır. Mart’a kadar olumlu değerlendireceğimiz, geliştirebileceğimiz bazı güven verici pratik adımlar atılmazsa Mart’la birlikte aradan çekilebilirim. Güven kaybı ve ortamın gerginleşmesi ile birlikte seçim sürecine de sancılı bir şekilde de girilebilir. Bahsettiğim pratik adımlar atılmazsa Mart’ta çekilebileceğim hususunu halkımız da herkes de bilmelidir.
MART’TA GENEL DEĞERLENDİRME YAPACAĞIZ
Yine Mart’ta genel bir değerlendirme zaten yapacağız. Ancak bu şekilde giderse sorumluluk almamın da bir anlamı kalmayacak. AKP çözüme ne kadar yakın, çözüme ne kadar hazır göreceğiz. AKP iktidarıyla birlikte Türkiye’de faşist-İslamcı bir hegemonik güç inşa edildiği yönünde işaretler-veriler oldukça kuvvetli.