Cumartesi Anneleri’nin, Galatasaray’daki oturma eylemlerinin 300’üncü haftasındayız. 300 haftadır devlet güçleri tarafından gözaltına alınan evlatlarının, eşlerinin akıbetini soruyorlar. Bu sürede 10 hükümet değişti. Hepsi Cumartesi Anneleri’nin ellerinde taşıdıkları fotoğraflardaki kişilerin gözaltına hiç alınmadığını söylüyor. Hitler’in Başkomutanı Wilhelm Keitel, insanlık tarihinin utanç sayfalarından birini oluşturan ünlü ‘Gece ve Sis’ kararnamesini yayınladığında 1941’in sonlarıydı. Naziler gecenin ve […]
Cumartesi Anneleri’nin, Galatasaray’daki oturma eylemlerinin 300’üncü haftasındayız. 300 haftadır devlet güçleri tarafından gözaltına alınan evlatlarının, eşlerinin akıbetini soruyorlar. Bu sürede 10 hükümet değişti. Hepsi Cumartesi Anneleri’nin ellerinde taşıdıkları fotoğraflardaki kişilerin gözaltına hiç alınmadığını söylüyor.
Hitler’in Başkomutanı Wilhelm Keitel, insanlık tarihinin utanç sayfalarından birini oluşturan ünlü ‘Gece ve Sis’ kararnamesini yayınladığında 1941’in sonlarıydı. Naziler gecenin ve sisin kaybedilen binlerce insanın izini örtebileceğini düşünüyordu. Avrupa’nın dört bir yanından Nazi karşıtı binlerce insan tutuklanıp trenlere bindirildi ve bir daha kendilerinden hiç haber alınamadı.
‘Ceset yoksa cinayet de yoktur’ diye düşünen birçok iktidar benzer yöntemlerle muhaliflerini yok ettiler. Bu yöntemi 20. yüzyılda en çok sevenler ise Şili ve Arjantin’in askeri diktatörleri oldu. Arjantin’de 20 binin üzerinde aydın, sendikacı ve üniversite öğrencisi yok edildi. Kurbanların büyük çoğunluğunun dev nakliye uçaklarına bindirilip okyanusa atıldığı ortaya çıktı yıllar sonra. (Katiller kaybettikleri kişilerin küçük çocuklarını da kendilerine evlatlık olarak alıyordu ve yıllar sonra büyük dramlar yaşandı. Birçok çocuk babası diye bildiği kişinin aslında anne ve babasının katili olduğunu öğrendi, bazıları da kendilerinin hiçbir dahli olmadığı bu durumu kaldıramayıp intihar etti.)
Arjantin’de evlatlarını kaybeden anneler, daha diktatörlük sürerken her perşembe Plazo de Mayo’da toplanarak çocuklarının akıbetini sormaya başladı. Plazo de Mayo annelerinden bazıları evlatları gibi kaybedildi. Ancak tüm baskılara rağmen ısrarla eylemlerini sürdüren beyaz başörtülü anneler kayıplara karşı mücadelenin simgesi oldu.
Arjantin dışında da dünyanın birçok köşesinde diktatörlükler ve ‘demokrasiler’ kendilerinden yana olmayan insanları kaybetmeyi bir politika haline getirdi/getiriyor. Guetamala’dan Avrupa’nın göbeğinde Sırbistan’a, Çeçenistan’dan Meksika’ya kadar birçok yerde on binlerce insan kaybedildi.
Peki ya burası!
Bu topraklardaki iktidarlar General Keitel’den önce aynı alçak yöntemi düşünmüştü. Örneğin 1915’te imparatorluğun başkentinde 220 Ermeni aydını bir gecede gözaltına alındı. Aralarında Meclis-i Mebusan üyeleri bile vardı. Gözaltına alınanlar İstanbul hapishanelerindeki kısa tutukluluğun ardından Haydarpaşa Garı’ndan trenlere bindirilerek ülkenin çeşitli yerlerine gönderildi. 220 kişiden 81’inin öldüğü tespit edildi/açıklandı. 139 kişinin ne olduğu ise hala bilinmiyor.
1921’de, 14 yoldaşıyla birlikte Anadolu’daki mücadeleye destek vermek için Anadolu’ya gelmeye çalışan TKP lideri Mustafa Suphi önce linç edilmek istendi. Ardından Ankara hükümeti tarafından SSCB’ye geri gönderilmek üzere Trabzon’dan bir takaya bindirildi. Mustafa Suphi ve 14 arkadaşı yıllar sonra Latin Amerika’da uygulanacak bir yöntemle katledildi. Arjantin’de okyanusa atılan kurbanlar gibi Mustafa Suphi ve 14 arkadaşı öldürülüp Karadeniz’in diplerine yollandı. (Suphi’nin eşine ne olduğu ise bir başka trajedidir.)
Cumhuriyet döneminde de gözaltında kayıplar sürdü. Cumhuriyet döneminde tek tük görülen bu alçak yönteme iktidar 12 Eylül 1980 faşist darbesinin hemen ardından yeniden sarıldı. Devrimci gençler Cemil Kırbayır, Hayrettin Eren, Nurettin Yedigöl 12 Eylül işkencehanelerinde kaybedildiler. Ancak ülkemizde esas felaket 12 Eylül diktatörlüğünde değil ‘demokrasi’ döneminde yaşandı. 1980’lerin sonundan 2000’lere kadar gözaltında kaybetme adeta bir devlet politikası haline dönüştü. Bu dönemde güvenlik güçleri tarafından (asker, polis, korucu) gözaltına alınan yüzlerce kişinin akıbeti hala bilinmiyor.
Tam 300 hafta oldu.
Türkiye’de gözaltında kayıp olaylarının dönüm noktası Hasan Ocak oldu. 21 Mart 1995’te gözaltına alınan Hasan Ocak’ın cesedinin kimsesizler mezarlığında bulunmasının ardından, Ocak ailesi, diğer kayıp yakınları ve insan hakları savunucuları Galatasaray Lisesi önünde oturma eylemlerine başladı. 27 Mayıs 1995’te başlayan bu sessiz oturma eylemleri ilk başta terörle bastırılmaya çalışıldı. Cumartesi eylemlerine katılanlar dövülerek gözaltına alındı. Ancak aileler ve insan hakları savunucuları ısrarlıydı. Eylem kısa sürede tüm ülkede büyük yankı bulmaya başladı, kayıp yakınları ve insan hakları savunucularına sosyalistlerden, aydınlardan ve toplumun diğer kesimlerinden destek yağmaya başladı. Ama ülkeyi yönetenler, yani insanları kaybedenler bu ‘sivil itaatsizlik’ eylemine de fazla tahammül edemedi. 1998’in Ağustos’unda saldırılar yeniden artmaya başladı. Artık sadece eyleme katılanlar değil, katılmaya teşebbüs edenler de Galatasaray civarındaki kafelerden, ara sokaklardan gözaltına alınıyordu. 13 Mart 1999’a kadar süren bu saldırılarda binin üzerinde kayıp yakını ve insan hakları savunucusu gözaltına alındı. Birçoğu hakkında davalar açıldı. Gözaltılar sırasında insanlar kıyasıya dövüldü, tıkıldıkları araçların içine biber gazı sıkıldı.
Artan terörün ardından Cumartesi anneleri 200’üncü haftada eylemlerine ara verme kararı aldı. Mücadelelerini başka bir platformda sürdüren Cumartesi Anneleri, 2010 başında bazı itirafçıların ifadelerinde ayrıntılarıyla kayıp olaylarından bahsetmeleri üzerine Galatasaray’daki sessiz oturma eylemlerini yeniden başlattı.
Talepleri yine aynıydı, evlatlarının, sevdiklerinin başına neler geldiğini öğrenmek ve faillerin cezalandırılmasını istiyorlardı. Bu cumartesi, anneler ve insan hakları savunucuları tam 300. kez Galatasaray’da oturacak.
300 haftadır duyulmayan sessiz çığlıklarını atacaklar. Cumartesi Anneleri tıpkı Arjantin’de Şili’de ve diğer ülkelerdeki kayıp yakınları gibi adalet arayışlarını sürdürüyor.
*Gazeteci, kayıp yakını